Maksat eleştirmekse Trabzonspor Başkanı sayın Sadri Şener’den iyisini mi bulacaksınız!.. Resmen “kaybedenler”i oynuyor başkan. Kime uzansa eli boş kalıyor.
Önce teknik direktör arayışında büyük hüsran...
Diyor ki, “Şenol Güneş bizim evladımızdır; gel deriz gelir”.
Şenol Hoca ancak turistik gezi için geliyor Trabzon’a. Sonra ver elini Kore... Rahat orada.
Takımın başına Samet Aybaba’yı getiriyor. Neredeyse başkanlığı bırakmak durumunda kalıyor. Kısa bir kaos ardından Aybaba harcanarak Hugo Bros alınarak kendi yoldaşlarına bile kaybediyor Başkan.
İkinci olay Fatih Tekke...
Sadri Şener Başkan’a göre sapına kadar Trabzonsporlu Tekke, Trabzon’un ihtiyacı halinde koşa koşa gelir yuvasına. Para pula da bakmaz, boş mukaveleye imza atar hani!..
Herkes bal gibi biliyor ki, Tobol rövanşına Kazakistan’daki “ilk onbir”le çıkarsa, Avrupa Ligi’ne ikinci ön eleme turundan veda eder Galatasaray.
Aslında, ikinci devredeki Arda’lı, Boros’lu, Uğur’lu takımın da İstanbul’da turu garantilediği kesin değil ya; neyse.
Özetle:
Frank Rijkaard’ın dağıttığı formalar yanlıştı. En azından oynatmak istediği sistemle örtüşmüyordu. Yoksa sistem mi bizimkilere uymuyordu?.. Sonuçta, az daha kanatlanıp gidiyordu hayaller.
Var mı itirazı olan?..
Yoktur... Olmamalı.
Lakin herkesi yüreğinde / beyninde kocaman bir gerekçe var:
Aziz Yıldırım, Adnan Polat ve Sadri Şener’in katıldığı Arena’yı seyretmişsinizdir. Polat ve Yıldırım’ın tatlı tatlı atışmalarını, Şener’in tevazu ile büyümesini, menajer yakınmalarını, naklen yayın gelirinin katlama projelerini falan... Söyledikleri değil, toplantının kendisi önemliydi zaten.
O yüzden... Ben daha çok Uğur Dündar’a odaklandım.
Bizlerin üstadıydı. Tanrı, televizyoncu ve gazeteci olsun diye yaratmış, o da ilahi yeteneklerini bir ömür boyu gözü gibi sakınmış ve en ufak bir leke sürülmesine müsaade etmemişti.
Yılmaz Özdil’in, Ayşe Arman’a söylediği gibi televizyonun “Zeus”uydu.
Başkanların başkanıydı sanki ekranda.
Bir gazeteci olarak gururlandım, ama bir spor gazetecisi olarak utandım!
Kulüp başkanları, “Fırtına tanrısı” Thypon, “Bereket tanrısı” Poros ve “Denizler tanrısı” Poseidon muydu ki, ancak “Tanrıların tanrısı” Zeus’un çağrısına uyacaklardı?..
1982 Anayasası düzeltilmeseydi bugün “oy kullanma hakkına” bile sahip olamayacak Arda, Galatasaray gibi bir takımın kaptanlığı altında ezilir, şaşırır, bocalar mı?..
Tamam; doğuştan yetenekli. Düzgün karakterli. Akıllı. Ağzı laf yapıyor. Çalımın en güzelini atıyor, arabanın en güzelini alıyor.
Ama küçük daha!.. Her biri farklı coğrafyalardan milyonlarca euro’luk egolarla baş etmek kolay mı? Onlarla yönetim arasında köprü olmak?.. Kimi zaman sevimsiz olmayı bile göze almak?
Arda için kolay!
Açıkça yazayım... Bugünkü Galatasaray tablosuna bakınca, kaptanlığı boş verin; yönetim kuruluna alınması lazım Arda Turan’ın.
Şaka değil...
İspatladı.
Hidayet kimdir?.. Globalleşme simgemizdir. İstanbul’un varoşlarından Hollywood yıldızlarının komşuluğuna bizim adımıza ulaşmıştır.
Geleceksiz gençlerimize “türkücü olup köşeyi dönmek” dışında sportif bir seçenek sunan adamdır.
Sporda “en pahalı Türk”tür. Paradır Hidayet... Servettir. Dolardır!..
“Yeşil” kod adı başka çağrışımlar yapmasa, en yeşil vatandaşımızdır!
Tükenmez iştahlı popüler kültürümüz, böyle sunmaktadır Hidayet’i.
Ki, kendisi de bıkmıştır.
NBA’de final oynayıp, Toronto Raptors’a 53 milyon dolara imza attıktan sonra memleket toprağına ayak bastığında söylediği lafa dikkat:
Zaman kötü... Damarımıza günde kim bilir kaç ünite pompalanan komplo ve paranoya, ruhumuza sinip, kör ediyor gözü.
Kulak zaten iptal. Dinleyip de yanlış anlarlar diye sesli iletişime ara verdik.
Toplu histeri bu olsa gerek.
Dolayısıyla anlam vermediğimiz her durumu “kural dışı güçlerle” izah etmemizden doğal ne olabilir?
Mesela, Futbol Federasyonu’nun kapısına kilit vurduğu “Engelli Koordinasyon Kurulu”...
Çok başarılı. Federasyon’a ve memlekete faydalı. Sosyal sorumluluk açısından mükemmel. Ama Federasyon tarafından kapatılıyor.
Futbol Federasyonu’nu da aklı başında, işi bilen insanlar yönettiğine göre...
“Peşkeş” gibi çirkin kelimeler kullanmak istemiyorum bir federasyon başkanının özgür (!) tasarrufları için; o yüzden “hediye” diyorum.
Söz konusu “hediye”, Federasyon’un içinde yoktan var edilen bir değer. Haluk Ulusoy akıl etmiş, rahmetli Hasan Doğan omuz vermiş. Paketleyip teslim eden Özgener.
Hediye edilen ise İktidar Partisinin güçlü bir isminin oğlu.
Futbol Federasyonu’nun “Engelliler Koordinasyon Kurulu”ndan bahsediyorum.
Bu ülkeye “Ampute”nin “tasarruflu ampul çeşidi” değil, organ kayıplarına uğramış insanlar olduğunu öğreten kuruldan.
Hani, Güneydoğu Gazileri’nin koltuk değnekleriyle yaptığı maçı televizyondan seyrettiğinizde gözyaşlarına boğulmuştunuz ya... Hani Ampute Milli Takım Dünya ikincisi ve Avrupa üçüncüsü olduğunda destanlar düzmüştünüz ya... Hani, Çocuk Esirgeme Kurumu’ndaki yetimlerin tertemiz formalar içinde top peşinde koştuğunu görüp nüfus kağıdınızdaki
Kardeşi Erkut, Aykut Kocaman’ı tek cümlede nasıl anlatmış biliyor musunuz? “Ağabeyimin hayatının temel noktası saygıdır” özetiyle.
Rakibine, kardeşine, futbolcusuna, herkese saygı gösteren ve karşılığında saygı bekleyen bir insan... Gündelik yaşamda Erkut’un “of” nidasına bile “bir ay konuşmama cezası” kesen bir ağabey.
Daha çok örnekleri var. Merak edenler sevgili Barış Tut’un beş yıl önce yayımlanan “Kocaman Bir Adam” adlı kitabını bulur, okur, örnekleriyle öğrenir.
En başta Fenerbahçe yöneticilerine tavsiye edilir.
Çünkü Aykut Kocaman’la çalışmak, başlı başına bir zihniyet değişikliği gerektirir. Medeni, insani, prensipli gibi sıfatlar koymaya gerek yok; futbolda olmayan bir zihniyet kısaca. En azından bizim futbolumuzda...
Ona ‘idare ediver Hoca’ diyemezsiniz. Ya etmez, ya da onu kaybedersiniz.
Mesela Alex’in sezon açılışına bir hafta gecikmesi hadisesi: