Mesleki çizgim ve fikirlerim hakkında kayda geçmiş en güzel cümlelerin en az yarısı Kazım Kanat’a aittir.
Nasibine çok ağır eleştiri düşenlerin bile ardından ağıt yakıp göz yaşı döktüğü bu “özel adam” için neler hissettiğimi varın siz hesap edin.
Beni geçin... Ben onu çok severdim ama gerekçelerim vardı.
Kadim, mesleki, milli, etik gerekçeler.
Bir tür gönüldaşlık diyelim.
Altına imzasını attığı yazılarım, paralel yorumlarım ve öncülük ettiği konularda hiç çekinmeden peşine takıldığım o kadar çoktu ki, sayamadım.
Eleştirdiğimde bile dostlukla karşılandım.
Mahmut’un suçu yok... Ben tetikledim onu. Hangi Mahmut mu?.. Eski Fenerbahçeli santrafor... Yiğit lakabıyla anılır; adıyla sanıyla ve hakkıyla “Deli Mahmut”...
O da futbol kökenli bir yorumcu sayılabilirdi doğrusu... Lakin sadece bana yapıyordu yorumlarını. Çünkü tanıdıkları arasında, futbol bilgiçliği etmeyen bir tek ben vardım.
Herkes futbol profesörü olunca Mahmut susuyordu.
Konu Güiza’ydı... Bana göre, Güiza ya “yay çekiyordu” ya “sızlanıyordu”.
Ümit Karan’ın ikizi gibiydi İspanyol... Golle bitmeyen her pozisyondan sonra başı elleri arasında, yüzündeki ağlama kaslarına fazla mesai yaptırıyordu.
Fena halde “arabesk” bir portre...
Dikkat edin; hırslı, kızgın, üzgün falan değil...
Dördüncü haftada Fenerbahçe’yi sürükleyenler hangi futbolculardı?
Önde Güiza... Arkasında Alex... Geride Lugano.
Roberto Carlos da terini esirgemedi hani.
Galatasaray’da?..
Kalede De Sanctis... Önünde Meria, onun önünde Lincoln ve en önde Milan Baros ile Nonda.
Kewell, her zamanki kaliteli Kewell’di...
Beşiktaş’a gelince... Çiftler giriyor devreye..
Sevgili meslektaşım Deniz Derinsu, Portekiz’deki basın toplantısında Aragones’e soruyor:
- Sözleşmenizde “4 ay içinde tazminat ödemeden gidebilir” yazıyor. Kullanacak mısınız?
Fenerbahçe teknik direktörünün yanıtı:
-Siz nereden biliyorsunuz bu maddeyi?
Reddetmiyor... Yani sözleşmede böyle bir madde var...
Aragones, işler iyi gitse de kötü gitse de “canı sıkılırsa, vatan hasreti çekerse, arkadaşlarını özlerse, daha iyi bir teklif gelirse vs” alır bavulunu atlar uçağa ve tazminat falan ödemez!..
Yanlış anlaşılmasın, Fenerbahçe-Aragones ayrılığını irdelemiyorum...
Manşetler hep aynıydı:
“Başbakan’dan Terim’e destek”!..
Ya ben okuduğumu anlamıyorum, ya sayın Başbakan’ın söylediklerine değil niyetine bakıyorlar, ya da başlığı atanlar “Başbakan’ın cümlelerinden ne anladınız” diye Fatih Terim’e sordular...
Ne demiş sayın Recep Tayyip Erdoğan:
“İç sahada alınan bir beraberlikle eser gürlersek, futbolcusundan teknik heyetine, Federasyon yönetimine kadar herkesi olumsuz etkileriz”.
Kimi tarif ediyor?
Terim’i...
Beşiktaş’ta sadece “defans göbeği” mi iyi?
Tarihi kulüpte gözümüzü kamaştıran “ışık”, Zapotocny ile Sivok’un uyumları, konsantrasyonları ile mi sınırlı?
Çek futbolcular doğru kademe yapamasaydı, yok muydu başka Beşiktaş kahramanlıkları?
Vardı.
Çünkü kulüp dediğiniz dev organizma, sahadaki on bir ile kulübedeki hocadan ibaret değil.
Bu bir kültür, gelenek ve duruş işidir.
Ve Beşiktaş bu konuda en çok eleştirilendir.
Başkan Aziz Yıldırım’ın spor müdürlerini Fener TV’ye davet ettiğini duyunca, futbolun içindeki hemen herkesin aklına düşen soru işareti benim zihnimde de çengellendi:
“Başkan (dolayısıyla Fenerbahçe) zor durumda mı, yoksa futbolumuza açılan beyaz bir sayfa mı”?
Öyle ya... Mesajı varsa, gereğini “Genel Yayın Müdürü” düzeyinde yapan, yıllardır spor sayfalarını ve onu yönetenleri bir numaralı “bozguncu” ve iflah olmaz “palavracı” yerine koyan Başkan, ne olmuştu da müdürleri “şeref konuğu” koltuğunda ağırlamaktaydı?
İki haneli ve iki yüzyıla yayılan “gelenek” değiştiriliyorsa, asıl “haber” bunun sebebiydi.
Ben çok tedirgindim şahsen!
Başkan “mecbur kaldıysa”, berbat bir süreç daha bekliyordu bizi.
Yarın, öbür gün eski tas eski hamam olacaktı... Köprü geçilene kadar yumuşama; ardından kuşku ve nefret devam edecekti.
Milli maçların “Milli Takım, Rakip Takım ve Medya” arasındaki şeytan üçgenine dönmesi, bilmediğimiz bir film değildi.
Lakin teknoloji ilerliyor, insanlar tekamül ediyor, her filmin yeni versiyonları eskisinden daha hacimli, daha zengin oluyor.
“Özel” efektler de cabası.
İşin kötüsü, sadece biz değil Dünya seyrediyor. Artık herkes biliyor hikayeyi.
Bakın Belçika’nın hocası Vandereycken nasıl dersine çalışmış. Özbeöz “Türk işi” senaryodan rol çalıyor:
Bir jest, bir replik... Burada aldığı puanı bırakın, ikinci maçı da kazanıyor Kadıköy’de.
* * *