Normal koşullarda, içinde bulunduğumuz son üç hafta, asla ama asla “vukuatsız” atlatabileceğimiz bir süreç değildi.
Ama bir şansımız var neyse ki...
Şampiyonluğun üçüncü adayı; Sivasspor!..
İnanın; o olmasaydı rezillik tavan yapabilirdi.
Hatta yerinde Beşiktaş olsaydı bile fark etmezdi...
“Üç büyükler”in kimyası böyleydi çünkü:
“Sivas belki... Ama bir başka büyük asla”!
Bu bir “özür” yazısı... İmzası, Ercan Güven’den ibaret değildir umarım.
Çünkü, “futbol camiası” denilen çok boyutlu gündelik hengamede, unutmasak da silmesek de alın yazılarıyla baş başa bırakmışız İsmail Gökçek ile Sedat Balkanlı’yı.
Defansın sert zemininden yumuşak yatağına taşınalı tam 11 yıl olmuş Sedat...
Gaziosmanpaşa, Konya, Bursa Galatasaray, Fenerbahçe günleri çok eskide.
İsmail biraz daha taze hasta. Onun da Bakırköy, Vefa, Trabzon günleri sadece hatıralarda.
Şimdi... Sinirleri kelepçe olmuş çelik bedenlere.
Sedat’ın her şeyi anlatan gözleri, İsmail’in kaderle dalga geçen gülümsemesi var ya...
Uri Geller’i Türkiye “yeniden” tanıdı... Yeniden diyorum; çünkü altı sene önce Milliyet’te röportajı yayınlandı.
Murat Ağca ile ben yapmıştım...
Ulus 29’un şık atmosferinde yan masadaki servisten araklayıp gözümün önünde gözüyle baka baka büktüğü kaşığı hâlâ saklarım.
Dehşete kapılmıştım... Otuz santim uzaktan, olanca dikkatimle izlerken el çabukluğu olmadan (veya belli etmeden) okşaya okşaya “saldırmaya hazır kobra”ya çevirmişti çorba kaşığını.
Ve itiraf etmişti:
“Bunlar gösteri... Sahip olduğum asıl yetenekleri bazı Galatasaraylılar çok iyi bilir”.
HHH
Uzatmanın uzatmasındaki saniyelerden komplo teorileri üretmek varken...
“Kullanılmış penaltının davası” açık büfe yorumcu ziyafetinde “Gel beni ye” diye beklerken...
Haftanın ilk yazısına neden Siirtspor-Nusaybinspor maçıyla başladım ben?
Az okunup kovulmak mı istiyorum; kafayı mı çalıştıramıyorum?
Yoksa İstanbul piyasasında parselasyon bitti de Anadolu’ya mı açılıyorum?
Kimseyi suçlamak istemiyorum, ama “duayenlerin” bile “Çağır yemeğe senin lokantanı da yazayım” alış-verişine girdiği, yaranmak ve yağlamak erbabının “gelir vergisi tabelası” asacak düzeye geldiği, kişisel itibar için en itibarlı kurum ve kişilerin hedef haline getirildiği, karışmak istemeyenlerin de tamamen Avrupa’ya kilitlendiği bu alemde Nusaybin reytingine/Siirt nefretine talip olmayı anlamamışsınızdır tabi.
İsterseniz sonuçlardan yola çıkarak anlamaya çalışalım bu “tuhaflığımı”.
Beşiktaş’ın akordu o kadar bozuk ki, sıra Beşiktaş haberine gelince kocaman kocaman gazeteler boş kristal kadeh gibi çatlayıp kırılıyorlar.
İşte size aynı gün farklı gazetelerde çıkan iki haber:
Birincisi Hürriyet’ten.
Siyah-beyazlı camianın önde gelen isimlerinden Cemil Kazancı, Mustafa Erdoğan, Mehmet Kazancı, Tuncay Özilhan, Serdar Eren ve Bahattin Demir bir araya gelerek “Şimdi kenetlenme zamanı” demiş ve başkan Yıldırım Demirören’e destek kararı vermiş.
Diğeri Sabah’ta manşet:
Beşiktaş camiası sportif başarısızlığa ve ekonomik krize çare bulmak için Demirören’e karşı bayrak açmış, Cemil Kazancı “Beşiktaş sahipsiz kalmaz, yönetime talibiz” demiş. Tuncay Özilhan ise 4,5 yıllık başarısız yönetim yüzünden başkan adayıymış!.. Ve diğer adaylar sıralanmış; Murat Aksu, Yalçın Sabancı, Hüsnü Güreli, Sinan Vardar.
*
Futbola doydum bu hafta sonu... Hatta kusuyordum! Meşin yuvarlağı gerdeğe girecek kadar seven, onu yücelten, bu sevgi yüzünden memleketteki futbol manzaralarına gözünü kulağını örten ve her türlü karşılaştırmayı La Liga, Serie A ile yapan ülkem, Digitürk’ten Kayseri - Sivasspor maçını seyredip “Anadolu’nun bağrından bir şampiyon çıkmasını o kadar istiyorum ki” romantizmini kulaçlarken, ben Siirt-Nusaybin karşılaşmasını dinliyordum.
Radyo’dan değil, telefondan.
Canlı canlı...Kanı görmüyordum, duyuyordum. Kokusu burnumdaydı.
Anadolu’dan şampiyon çıkmasına belki biraz daha vakit vardı ama sakat/yaralı hatta ölü çıkması kuvvetle muhtemeldi...
Pazar öğle sularında, Siirt’te ruhlarını futbola teslim etmesi işten bile değildi Nusaybinliler’in.
“Ercan abi öldürüyorlar kurtar bizi”!
Hattın ucundan Nusaybin Demirspor yöneticisi Mehmet Ata Sevinç vardı.
Galatasaray Basketbol takımı, ULEB Kupası’nda yarı finale kaldı. Bugün Badalona, bir adım sonra şampiyonluk.
Galatasaray Futbol Takımı, Süper Lig’in şampiyon adayları arasında. Beş maçını da kazanırsa kupa onda.
Tüm ezberimizi bozacak bu Galatasaray sonunda.
Biz, sahada/salonda kazanılacak zaferleri “para-yönetici-hoca” üçgeninin kusursuzluğunda ararken, bir kenarı eksik, öteki güdük, iç ve dış açıları belirsiz Galatasaray üçgeni nice “dört köşe”lere kafa tutuyor.
Hani yıllar önce Galatasaray’a yapışıp bir daha da yakasını bırakmayan ve her türlü tasarrufunda “nedenler” arasına konan “tarikat” meselesi var ya...
Gel de inanma!
Derler ya; “Şeyh uçmaz, mürit uçurur” diye...
Hakemlik gazeteciliğe benzer!.. Bol şöhret, sınırlı para, büyük risk.
Para ile riskin ters orantısı mutlak da şöhretin kutupları muğlak.
Bir gün tanıyıp sırnaşan market kasiyeri, ertesi gün kredi kartınızı poşetlere doğru fırlatabilir... Ya maç yönetiminizi, ya yazınızı beğenmemiştir.
Her iki meslekte paraşütsüz çıkarsınız kamunun “gerdiği” Sırat Köprüsü’ne. Ki, o köprüyü siyaset sallar, kulüp sallar, tarikat sallar, yönetici sallar...
Futbolcunun eskisi/yenisi “potansiyel” düşmanlar....
Çıkar grupları, itibar meraklıları bazen “sizi”, bazen Sırat’ın “telini” yağlar... Altında aç kurtlar gibi bekler bazıları.
* * *