Önlem belli

29 Ekim 2010

Hiddink efendi uzaktan kumandalı bir yönetim kurnazlığını Türkiye’ye yutturamayacağını anlayınca son haftalarda tribünlerde görünmeye başladı.
Ancak Hollandalı hocanın, milli takımlar bütünlüğü adına hangi plan ve programın gereğinde, neler yapıp neler yapmadığını öğrenebilmek bakalım ne zaman kısmet olacak Türkiye’deki futbol düşünürlerine...
Federasyon, hazretleri anlaşmaya doğru ilerlerken “Hiddink’le olmaz” diye haykırdığımız zaman birçok federasyon uleması hayretle karşılamıştı itirazlarımızı... Öyle ya onlar yerli-yabancı kavgalarımız adına harcadığımız on yıllarımızı hiç bilemezlerdi ki... Rahmetli Derwall’i Türkiye’ye “hem de beş lira aylık vermeden” getirip hem milli takımlara hem de Galatasaray’a danışman olarak kullandığımız zamanlarda Derwall, milli takım kampı ile Galatasaray idman ve maçları arasında mekik dokur, akşamları Ayazpaşa’daki evine ve saygın hanımına yorgun-argın dönerdi.
* * *
Şimdi, Hiddink’in kontratı federasyonun elini kolunu bağladığına göre milli takımların başına “teknik menajer” sıfatıyla ya “Fatih Terim” veya “Mustafa Denizli” acilen çağrılmalıdır. Bay Hiddink atacağı her adımını menajeri ile paylaşmalı ve milli futbolcularla kendi

Yazının Devamı

Onur savaşı

25 Ekim 2010

Haftanın da ligin de aylardır merakla beklenen derbisinde ne olmuştu da tüm maç öncesi tahminleri oyunun başlarında buruşturulup çöp sepetine atılmıştı?
Cim-Bom çelik gibi iradeyle sezonun en mükemmel oyununu hem Fenerbahçe önünde hem de Kadıköy deplasmanında sergilemenin keyfiyle ayrılıyordu. Yani, ‘Hagi gelmiş, sihirli sözleriyle takımını ateşlemiş de’ o nedenle mi Galatasaray tüm tahminleri yıkıp yakmıştı sahada. Yok, hiç öyle değildi bize göre... Bizce 1.5 yıldır beyinlerine ve de bileklerine pranga gibi kilitlenmiş Rijkaard’dan kurtulmanın keyfini çıkarıyordu sarı-kırmızılı futbolcular...
Futbolcu, soyunma odasında kendisiyle sıcak ilişkiler kuran teknik adamları ister daima... Tıpkı mutlu ailelerde olduğu gibi. Oyuncusuna iyi davranan, sırasında başını okşayıp gereğinde de ısıran babacan kişilikleri sever ve otoritesine saygı duyar, özellikle de Türk futbolcu tipleri.
İşte dünkü Galatasaray’ın ortaya koyduğu şaşırtıcı mükemmelliyetin perde arkasındaki gizemli nedenlerin ana sebepleri oralardaki gerçeklerdir bizce...
* * *
Maçın başlamasıyla defansif ağırlıklı kimlikle Fenerbahçe’ye sahanın özellikle orta alanındaki geniş bölgede sıkı markaj uygulayan

Yazının Devamı

Hüzünlü seneler

23 Ekim 2010

Futbolumuzda yerli-yabancı teknik adamlar kargaşası Rijkaard'ın Galatasaray'daki dramatik sonucu ile daha da tartışılması gereken bir hal almıştır düşüncesindeyiz.
Yakın tarihimizde üç büyüklere gelip giden Del Bosque - Daum - Tigana - Zico - Skibbe - Aragones gibi aslında teknik adamlık özellikleri hiç tartışılamayacak bu yabancılar niçin başarılı bir grafik yaratamadan "gönderilmişlerdir?"
Milli Takımlar seviyesinde Fatih Terim'in, Şenol Güneş'in, Mustafa Denizli'nin elle tutulur kariyerler yaratmalarına karşıt yerlilerimize hiç de sıcak bakmayan kulüplerimizin bu kabahatleri aslında ne kadar da pahalıya patlıyor şimdi camialarına...
Ertuğrul Sağlam'ın Bursaspor'un o mütevazı futbolcu kadrosuna nasıl top oynattığını, yüz milyonlarca eurolarla kurulmuş İstanbul'un üç büyüklerini aşıp nasıl şampiyon olduklarını hâlâ görmezlikten gelmek isteyenler olabilir mi?
İşte bu doğrulardan ilk dersi alan kulübün Fenerbahçe olduğu ortada. Aykut Kocaman'a inanacak bir Aziz Yıldırım gerçeğini bir kaç yıl önce hayal bile edebilir miydiniz?
Bu yıl şampiyon olur veya olamaz... Ama Kocaman'ın arkasında tüm camia kenetlenir ve sıkı durursa sarı-lacivertli kadro büyük bir yenilenmeyle gelecek

Yazının Devamı

Fener yükselişte

19 Ekim 2010

Fenerbahçe, Konya’da kendinden emin, kazanmaya peşinen kararlı ve “yükselişe geçen bir takım” olmanın rüzgârıyla yaşıyordu 90 dakikalık oyununu...
Aykut hocaya sormak isterdim doğrusu; “Hocam, geçen yıl sizin tribünden seyrettiğiniz Semih’i o keçi inatlı Daum efendi her maçta Güiza’nın yerine ilk tertipte sahaya sürseydi Fenerbahçe’nin şampiyonluğu bu kadar kolay heba olup gider miydi?“ diye...
Dün de öyle olmadı mı? Özer’in sakatlığıyla oyuna erken giren Semih, Alex’in tarzını “hızlı çekim ahengiyle” oyunun akışına sürdü de sarı-lacivertli ekip birden canlanıp Konya’nın üzerine atak üstüne ataklar yağdırmaya başladı.
Söylemek istediğim odur ki, lütfen artık şu Semih kardeşi ilk on birlerde sahaya sürünüz de sayenizde toparlanma yolunda canlı adımlar atan sarı-lacivertli takımda artık başka isimler “nöbetçi futbolcu” tarifiyle otursun yedek kulübesinde...
* * *
Tabiiki dünkü zevkli oyunun yaratıcılar listesinde adeta tüm futbolcular vardı. Lugano ile Yobo’nun birlikte defansif düzendeki kurmaya başladığı ahenk umut vericiydi. Niang’ın takım içindeki hareketliliği herkesi ateşleyici bir tempo sıcaklığında idi. Caner sol kanatta her geçen maç kalite çıtasını yükseltiyor...

Yazının Devamı

Çaresizlik...

9 Ekim 2010

Berlin’de kazanmaktan çok kaybetmeme kurgusuyla düşünülmüş bir 11’le sahada yer alırsanız eğer, farklı yenilginin içine yuvarlanmanız kaçınılmaz olur.
Bu düşüncenin zorunlu bir oyun planı olduğu inancında olanlardanız... Öyle ya Türkiye’de adeta cımbızla aradığımız ve milli forma vermek için can attığınız yerli futbolcu sayısı azaldıkça, Milli Takım’ın kaderi de işte böylesine yerlerde sürünmeye mahkum kalır. Fizik gücü yüksek, oyun disiplini konusunda dünyaca ünlü meziyetlere sahip olan Almanya önüne hayati bir pervasızlıkla çıkıp daha berbat bir sonuca katlanacak da değildik ya.
İlk gol gelene kadar kendi oyun alanı içinde hata yapmadan kısa ama maksatsız paslaşmalarla top kullanma üstünlüğünü sahiplendiğimiz sanısındaydık. Ancak atağa çıkışlarda kanatlardan akıp gidecek, ortadan uzun boylu sprinter çıkışları olan ve top kullanma yetenekleri yüksek oyuncularımız hiç yoktu ki sahada... İleride top tutacak, hücumda çoğalmamızı sağlayacak, Alman savunmasını tehdit edebilecek bir Arda’dan dahi yoksunduk dünkü tertipte. Evet Altıntop kardeşler değişik kulvarlardan kişisel ataklarla pozisyon yaratmak için çırpınıyorlar, Tuncay bilinen sivri deparlarıyla pozisyon arayışlarında ısrar

Yazının Devamı

Olay değil, kolay galibiyet!

3 Ekim 2010

Fenerbahçe, kendi sahasında oynamanın rahatlığını Gençlerbirliği’ne kolay kabul ettirmiş olmanın huzuru ile oynuyor ve kazanıyordu ligdeki yedinci hafta yarışmasını...
Aslında Aykut Kocaman’ın sarı-lacivertli soyunma odasının kendi oyuncu yapısına uygun teknik ve psikolojik gizemlerine yeni yeni ulaştığını izlemekteydik. Cristian ile Bilica’nın saha içinde tüm Fenerbahçeliler’in izlediği “yarışma kabahatleri” yanında bir de idman dışı alanlarda yaptıkları “vücut dili hataları” bir tek teknik patron yani Aykut Kocaman anlar ve değerlendirebilirdi tabii... İşte, bu gerekçelerle bu iki ismi kadro dışına itmişti Aykut hoca... Ayrıca Kazım’ı da tekrar kulübeye alıp ona takımda oynama kapılarını açması da yukarıdaki “özel ve gizemli” çalışmaların gereğiydi bizce...
Oyuna gelirsek; vasat bir futbol gecesi yaşanmaktaydı Kadıköy’de... Gençlerbirliği’nin mazide kalmış anlı-şanlı futbolu gözlere değil, sadece hafıza içinde kıpırdanmalar yaratıyordu zaman zaman...
Fenerbahçe’nin de bilinen özürlü bölgeleri, yani defans ve orta alandaki pas kurguları çalışır gibi görünmekle birlikte tribünleri ayaklandırmaktan uzaktı. Hatta gollere ve galibiyete rağmen Fenerbahçe’yi ligin bütünü içinde

Yazının Devamı

Hızlı düşünenler!

28 Eylül 2010

Fenerbahçe’nin son yıllardaki en belalı rakiplerinden Kasımpaşa, dün yine sarı-lacıvertli futbolcuların tozunu atmaktaydı ilk yarıdaki zaman diliminde... Olabilir de, ligin beş haftası sesi sedası çıkmadan önüne gelene puanlar dağıtan Kasımpaşa, ne olmuştu da birden celallenmişti Fenerbahçe takımı önünde... Çünkü Fenerbahçe maça başlarken önce mental olarak “kazanma azminden yoksun” bir de “oyun planları olmayan bir savrukluğun esareti içinde kıvranıp durmaktaydı” attığı üç gole rağmen...
Kasımpaşa yarışmada, “umursamaz gibi” yavaş kalsa bile ataklarında sarı-lacivertli ekibin kargaşa halindeki orta alan dizisi ve Bilica - Lugano ikilisinin adeta, “panik havasında” kalırcasına karşılamaya çalıştığı rakip hücumlarındaki acizlikleri Fenerbahçe adına geleceğe dönük bir toparlanma sinyalleri asla değil, tam tersine ilerisi adına “kırmızı alarm” işaretlerini haykırmaktaydı maçın kızışmaya başladığı zaman devamında...

Volkan’ın şaşkınlığı
Ya Volkan için ne diyelim? İyi niyetine hep sevgi ve saygı duyduğumuz bu kardeşimiz belki fizik görüntüsü olarak kalesindeydi ama aklı asla oyunun gerekli ciddiyetinde değildi... Ama ne söylenebilir ki? Geçen günlerde hayatın dönüm noktası olan

Yazının Devamı

Kocaman’ın yanlışları

20 Eylül 2010

Fenerbahçe-Beşiktaş derbisi şanına yakışır bir heyecan kasırgası halinde geçiyordu. Siyah-beyazlı takımın yerli - yabancı demeden önüne gelen rakiplerini silip, süpürdüğü geçmiş haftalardaki oyunları ve net galibiyetleri, Fenerbahçe taraftarını hem ürkütmüş hem de beklenen üç puanlık kazanç ihtimallerinden hayli uzaklaştırmıştı. Ancak Cüneyt Çakır’ın düdüğüyle yuvarlanmaya başlayan topun çimendeki seyri ve tarafların meşin yuvarlağı kullanma yetenekleri maç öncesi ihtimallerini hiç doğrulamıyor, tam tersine derbiler önceden yorumlanamaz tarzında düşünenleri haklı çıkarıyordu.
Beşiktaş’ın planlı futbol taktiği sadece 5-6 dakika sürüyor, sonrası ise kendi sahasında oynamanın emniyetini kullanmaya başlayan Fenerbahçe’nin sahaya hakim olmaya gayret ettiği zaman dilimi devreye giriyordu oyunda... Sağdan Gökhan Gönül’ün atakları, orta alanda Emre’nin yarattığı hırs ve tempo tüm takımı ateşliyor ve Fenerbahçe, Hakan’ın büyük hatasından bulduğu gole de aldırmadan sayısız pozisyonlara girip bol kepçeden kaçırıyordu sayı fırsatlarını.
İkinci perdede ilk yarıdaki şaşkınlığından hayli sıyrılan bir Beşiktaş gerçeği sahip çıkıyordu maçın kaderine... Bu arada Fenerbahçe’de sakatlanan Emre’nin

Yazının Devamı