Galatasaray, Ali Sami Yen Stadı’nda oynadığı yaşamının son derbisinden hüzünle ayrılırken, tribünlerdeki ve ekran başındaki sarı-kırmızılı sevdalılarını da üzüntüler içine terk etmekteydi.
Oynanan derbinin detayını bir köşeye bırakıp, can alıcı noktasını ele alırsak eğer, 8. dakikadaki anlamsız penaltının varoluşuna zaman ayırmalıyız düşüncesindeyim.
Yaşamda hayret verici kabahatlerle karşılaştığımız zamanlar birçok konuda aynı şeyi söyleriz birbirimize. Bir deli kuyuya bir taş atar, birçok insan da o taşı çıkarmak için uğraşıp durur diye... Futbol oyununda da bu böyledir. Haftalardır konuşulan, hakkında çeşitli acabalı yorumlar yapılan bu senenin son derbisinde Ali Turan’ın daha oyunun 8. dakikası dolmadan hiç gerek olmayan bir anda Holosko’ya yaptığı penaltı hareketi dünkü yarışmanın Galatasaray aleyhine kırılma noktasıydı bizce... Holosko’ya yapılan bu penaltı hareketinin başka bir benzetme ile akla yakın bir tarifi olabilir mi? Haaa. ‘Ali Turan o hareketi isteyerek mi yaptı canım’ gibi merhamet taşıyan karşı görüşleriniz olabilir. Ama hayır. Galatasaray gibi asırlık bir çınarın yaşam yolculuğunda böylesine ahmakça bir durum yaratmak asla yakışmadı. Böylesine genç bir
Ünlü korku filmlerinin yaratıcıları Alfred Hitchcock ve Stanley Kubrick gibi ustaların tutkularına çok uyuyor Schuster hocanın stres dolu 90 dakikalara olan yakınlığı...
Öyle ya, ligin dip hatlarında dolaşan Konyaspor'la kendi sahasında oynayan Beşiktaş'ın ligin geçmiş 12 haftası sonrasında hâlâ tertip sorunlarıyla uğraşıp, hâlâ belirgin bir iskelete sahip olamayışını başka nasıl izah edebiliriz ki? Hâlâ tek hatta oynayarak rakibi üzerine bekleyen Beşiktaş savunması 16. dakikada yediği ani Konyaspor kontratağında niçin birden panikliyor ve İbrahim Toraman topla üstüne gelen Konyalı Grajciar'ın üstüne çıkıp kaleye uzak noktada basacağına neden 50-60 metre gerileyerek bu oyuncunun şutuna ve yenilen gole seyirci kalıyordu ki? Yani, Beşiktaş'a defans öğretileri bu muydu bay Schuster'in, yoksa İbrahim kardeşimiz mi pozisyonda saçmalayarak adeta "intihar denemesi"ne mi soyunuyordu defansın bu en hassas bölgesinde?
Holosko sol çizgide sürekli sağ ayağıyla top sürmeye çalışmaktaydı. Bu genç yabancı "beni uç adam olarak ortada yani santrfor bölgesinde kullanın" deyip duruyor haftalardır. Hadi o bölgede Bobo var, Nobre var. Şu veya bu var diyelim. İyi ama ikinci golde vuruşunu yaparken
Türkiye ve Hollanda, milli formaları içindeki eskimiş oyuncuların yerine yeni isimler arayışı içindeydiler dünkü özel müsabakada.
Özellikle Milli Takımımız, Almanya ve Azerbaycan önündeki şok yenilgiler sonrası öyle bir gençleşme harekatına hem gelecek zamanlar adına hem de 2012’deki gruptan çıkış mucizesinin takibi açısından adeta zorunluydu. Bütün bu gerçekler açıkça ortada. Yalnız Milli Takımımız’ın dün Hollanda önünde de olduğu gibi defansif ağırlıkta bir anlayışa doğru özellikle ilk yarıda ezilip - büzülmeleri oldukça can sıkıcıydı... Nedense bu ezeli bir hastalık milli formamızda. Zaten mazide bıraktığımız ve kazandığımız önemli maçlara bakarsanız ne zaman orta alanda tutunup, cesaretle çıktıysak bu maçlar hep lehimize bitmişti.
* * *
Dün gece de öyleydi. İkinci yarıda yine bireysel hatayla yediğimiz gol sonrası birden bire orta alanda daha ciddi top kullanıp, karşı ataklara çıkmaya başladık. İyi de bu cesaretli harekata geçmek için ille de gol yemeyi beklemek mi gerekmekteydi?
İkinci yarıda Kazım, Burak ve Engin’le yakalayıp, enayice kaçırdığımız gol pozisyonları yine de Milli Takım’ın hücum ağırlıklı bir tempo yakalaması sonucunda doğmaktaydı. Kazım’ın sol ayağıyla
Fenerbahçe Antep’te beklemediği bir yenilgiyle karşılaştıktan sonra bu maçın 90 dakikası içerisindeki stratejik hatalarının farkına varacağını ve lig yolculuğunda şampiyonluk hayallerinin ne denli gerçeğe dönüşeceğini fark edebildi mi bilemeyiz.
Zaten kadersiz bir gece yaşanacağının ilk işareti Alex’in kaldırdığı topa daha birinci dakikada soğuk kalıp kafa golünü talihsizce kaçıran Semih’in hareketinden belli olmaktaydı. Ancak sonrasında Alex’in şık golüne kadar Fenerbahçe’de işler düzgün gidiyor, yediği golün şaşkınlığına düşen Gaziantep’in de duraklamasından faydalanan Fenerbahçe Alex’le galibiyete ulaşıyordu. 18. dakikada atılmış bir golle futbolda her şeyin olacağını zannetmek ve oyunu bu kadar erken zamanlarda rölantiye almaya çalışmak sarı-lacivertli ekibin oyun anlayışına yakışıyor muydu?
Emre’sizlik ve Lugano’nun yokluğu buram buram hissediliyordu Kamil Ocak Stadı’nda... Cristian isimli bir futbolcu “kopyasının(!)” bu kadar yavaş, duygusuz, maksatsız kalması adeta kötü kaderin habercisi oluyordu Fenerbahçe adına... Bekir’in Lugano’nun yerinde yaptığı gereksiz hırçınlıklar, hele hele karşı kaleye kadar gidip kaleciye yaptığı anlamsız şarj ve anlamsız sarı kart sarı
Fenerbahçe ve Ankaragücü 19 Mayıs'ta ne kadar da hareketli ve kazanma hırslarıyla donanımlı bir yarışmaya ortak oluyorlardı birlikte...
Ankaragücü, "düşe-kalka" götürdüğü lig yarışmaları dışında yani Ziraat Türkiye Kupası başlarken adeta "ispatı vücut" etmeye çalışıyordu kendilerinden zafer bekleyen taraftarlarına...
Fenerbahçe'nin eskilerde olduğu gibi "salkım-sacak" bir bozuk ayarla maça başlayacağını umuyordu sanki Ankaralı sarı-lacivertliler...
Ama hesaplar hiç de öyle değildi ilk 45'te... Elindeki kadrodan ancak dünkü on biri sahaya süren Aykut hoca hem kafasındaki teknik acabalara cevap bulmaya çalışıyor hem de sahadaki tempo verimliliği ve mücadele hırsı konusunda Kazım-Bekir-Gökay-Serkan gibi isimlerle ileride neler yapabileceğinin ince hesaplarını yapıyordu bize göre...
Stoch'un kanattaki çarpıcı deparları tüm hatlarında görünen hayat dolu emareleri maçın daha başında Stoch-Semih ortaklığından golü getiriyor, Fenerbahçe ve Ankaragücü'nün keyifli bir 90 dakika yaşanacağının müjdesini birlikte veriyorlardı sanki tribünlere...
* * *
Ancak ikinci yarıya yenik giren Ankaragücü oyuna müthiş bir tempo ile başlıyor ve Fenerbahçe'nin ilk devredeki yerleşik düzenini sahanın
Haftanın maçı olağanüstü bir tempo ziyafetiyle heyecan dalgalarına kilitliyordu seyredenleri. Bordo-mavili takımın da beklemediği bir takım birlikteliğini maçın gündemine yerleştiren sarı-kırmızılı taraftı. Oyun alanındaki yayılışları ve sahada bol paslı top hakimiyetini de kurarak, sahiplenmekteydiler bu zorlu deplasman yarışmasını.
Galatasaray’ın bu garantiye dayalı oyun tarzı nedeniyle Trabzonspor’un geçmiş haftalardaki varlığı bir türlü giremiyordu maçın gündemine. Orta alandaki top kayıpları ve hızlı kanat değiştirme özellikli oyun tarzıyla ünlünen Trabzon’un yarışmanın gündemine yerleşmekteki gecikmesi ve genel görüntüdeki yavaş tempo, bordo-mavili takımı oyundan düşürüyor ve Karadeniz ekibi evinde oynamanın avantajlarını da pek kullanamayarak ilk yarıda hafif kalıyordu...
Evet iki takım da bir kaç heyecan yaratan atağa çıkıp, tribünleri ayağa kaldıracak pozisyonlar yaratıyorlardı ama doğrusu buram buram gol havası kokan bir hücum organizasyonu pek görünmüyordu oyunun ilk perdesinde. İkinci yarıda da maçın disiplin ve taktikten taviz vermeyen tarafı Galatasaray’dı. Orta alanda Ayhan bir virtüöz gibi toplar taşıyor, mükemmel verkaçlarla Trabzon defansının kapılarını
Fırtına gibi bir 90 dakika oynandı, Medical Park Antalyaspor ile Bursaspor arasında... Son yılın şampiyonu ve bu sezonun yine zirvesinde oturan Bursaspor, Antalya'da pek de beklemediği bir direniş ile karşılaşmaktaydı. Şifo Mehmet çok da iyi okumuştu Bursaspor'un oyunda tempo yaratma şifrelerini. Orta alanda çabuk düşünüp - çabuk oynayan Bursaspor'un bu çok önemli meziyetini amansız pres harekâtlarıyla bozan Antalya, ani çıkışlarla da çifte gol sayısını yakalıyor ve tam bir bayram havası doğuyordu sanki kırmızı-beyazlı tribünlerde.
Evet Ertuğrul Sağlam biraz da gafil avlanma durumu yaratan ilk 45'in ardından hayli düşünceli bir şekilde iniyordu soyunma odasına.
* * *
Bu deplasmanda pabucun pahalı olduğunu anlayan Bursaspor biraz da soyunma odası ikazlarının sonucu olsa gerek ikinci devreye çok daha sıkı ve süratli bir tempo koyuyor ve yarattığı havanın sonunda Ali Tandoğan'ı kaybetmek pahasına da olsa ilk sayıya bileğinin hakkıyla ulaşıyordu... Doğrusu ya iki yerli hocamızın talebeleri de yandaşları adına gurur verici bir mücadeleyi sergiliyorlardı sahada.
Tribünler, iki takımın da bir o kalede, bir bu kalede gidip, gelen hücum çıkışlarını keyifle izlerken, savunmalar kapanma
Fenerbahçe de Bursaspor da Bursa’da çağdaş futbolun olağanüstü, mükemmel kesitlerini sergiliyorlardı tribünlere ve ekranlara...
Geçmiş derbideki tembel havasının da getirdiği durgunluğun ve beğenmezliğin çok da farkında olan sarı-lacivertli kadro çok sıkı bir futbol bütünlüğünü Bursa’daki oyuna kolaylıkla sürüyor ve Fenerbahçe ligdeki iddiasının devamı adına galibiyete dayalı bir moral bulmak için çok çalışkan bir komple futbol anlayışının görüntüleriyle süslüyordu yarışmayı...
Tabii Semih’le başlamak Aykut hoca için sakatlıklardan zorunlu bir durum gibi görünse de Semih’in orta alandan çıkardığı toplar ikili ve üçlü pas alışverişlerinde başta Alex olmak üzere tüm arkadaşlarıyla kurduğu uygar futbol anlayışı dün bir kez daha Semih gerçeğini ortaya koymakta ve sanırız bu futbolcunun Fenerbahçe için “olmazsa olmaz bir adam” olduğunun belgesi haline geliyordu dünkü zevkli mücadelede...
Bursa’ya edilecek hiç laf yok. Yeşil-beyazlılar Türkiye liglerinin çağdaş futbol anlayışının en net ve görkemli fotoğraflarından biridir artık... Çabuk düşünüp, çabuk atağa çıkış anlayışında kaç tane benzer takım sayabiliriz ki futbolumuzda? Karambolden yedikleri golün dışında bir çok mükemmel