Atılan ve kaçan golleriyle, kırmızı kartıyla ve belirgin kademe hatalarından doğan inanılmaz pozisyonlarıyla tam bir “heyecan kasırgası” yaşanmaktaydı Eskişehir’de...
Önce Es-Es’leri, geçmiş yılların anılarında kalmış yüksek tempolu futbollarını, ligin vitrinlerine yeniden taşıdıkları için yürekten kutlamalıyız. Ancak rahmetli amigo Orhan’ın bir orkestra şefi gibi yönettiği tribünleri hem maziye saygı hem de Eskişehir’e yakışır bir olgunluğa davet etmemiz gerekmektedir. Önce bu ülkede herkes bilmelidir ki, hiç bir kimse Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım’ın hizmetkarı değildir... Sonrası sizlerin Kuddusi Müftüoğlu’nun şahsında hakemlerimizi bu denli aşağılamaya hiç mi hiç hakkınızın olamayacağı gibi ligde klasman bulmak adına bu hakemlerle yola devam etmeniz gerektiğini de bilmeniz kaçınılmazdır...
Haaa... Carlos’un göğüsle indirdiği topu Volkan’ın tokatlayarak çeldiği anda meşin yuvarlak çizgiyi geçti mi, geçmedi mi? Yan hakem gol işareti vermediğine göre (Tıpkı ikinci yarıda Eskişehir kalesinde olduğu gibi) demek ki geçmedi. Ne yani, yan ve orta hakemin göremediğini tribünlerden sizler mi doğru olarak süzdünüz de uzun süre devam eden “küfürcüler korosu”nu kuruverdiniz
Fenerbahçe, yedek kulübesindeki isimleri ilk 11'de sahaya sürerek yarışmaktaydı Ankara'da.
Aragones'in, klişe olmuş isimlerini gelecek haftaların önemli maçları adına İstanbul'da bırakması çok da doğruydu...
Öyle ya Buraklar, Tümerler, Denizler, Arsenal maçında yedek kaldığı için, "neredeyse kazan kaldırır durumlar yaratan" Kazımlar'ın bu maçta ortaya koyacakları futbolcu kimlikleri adına çok da önemli bir fırsattı bu maç, oynayanlar ve de Aragones'in geleceğin Fenerbahçe'sini gözlemlemesi adına... Ancak Ankaragücü önünde oynanan futbolun içinde yedek kulübesinden gelen isimlerin bıraktığı olumlu futbol izleri öylesine cılız ve umut vermekten uzaktı ki. Örneğin Burak'ın dünkü istek ve hırstan eser taşımayan yarışma kişiliksizliğini gördükten sonra bu oyuncunun geleceği adına hangi olumlu hayalleri kurabiliriz.
Rakip ligin en zayıf ekiplerinden biri. Genç bir adam futbol özelliklerini böyle bir ortamda bir bir konuşturamazsa başka ne zaman fırsat verebilirsiniz böyle sıradan bir oyuncuya...?
Niçin vitrine koysun
Hadi Tümer'in bilinen kalitelerini hatırlayarak paslanmışlığına biraz da hoşgörüyle bakalım. Deniz'in derin sakatlık dönemi sonrasını yaşamışlığına saygı gösterelim.
Fenerbahçe dün gece dişli rakibi Bursaspor’u devirip taraftarına karşı ispatı vücut etmek için sabırsızlanıyordu sanki.
Bu histeri içinde de başladı oyuna. Sezon başından bu yana işlerin ters gitmesi nedeniyle her rakibinin üstüne gelip, gol arayışını ısrarla tekrarlayacağını iyi bilen sarı-lacivertli teknik düşünce özellikle defansif maksatları tüm dikkat ve titizlik anlayışıyla donatmıştı adeta...
Sarı-lacivertli ekip, Volkan dışında tüm defansif anlayışlarda belki de sezonun en başarılı imtihanını vermekteydi bizce. Orta alancılar ve gole çıkan isimleriyle sonucu kazanmak adına adeta çırpınıyordu takım. Roberto Carlos’un kendi bölgesindeki savunma maharetlerinde ilk kez bu kadar işine sahip çıkan, hiçbir abartıya meydan vermeden ciddi ve çok başarılı bir oyununu dün gece seyrettim ben.
Lugano geçmiş haftaların acı sonuçlarına isyan edercesine maça yürekten bağlı bir mücadele örneği vermekteydi. Eh, futbol melekleri bu oyunu yürekten hisseden, zamanın ve pozisyonların hakkını verip tüm olaylara sıcacık duygularla yorum getirebilen her futbolcunun hakkını teslim ederler. İşte Lugano’nun maçın başlarındaki korner topuna içtenlikle koşarak vurduğu kafa ve attığı anahtar gol
Yenilen gollerdeki komik durumlar ötesi dördüncü sayıda yaşanan gülünç vaziyet dünkü orta alan ve defans hüzünlerinin acı bir fotoğrafı değil miydi?
Fenerbahçe’nin bu sezon Avrupa liglerinde boy gösterebilmesi, dün geceki ağır yenilgiden sonra bir hayal olarak devam edecek demektir.
Arsenal’in, İngiltere Premier Ligi’ndeki şan ve şöhretine kim laf edebilir ki... Ama Fenerbahçe’nin dünkü gecede en azından sahadaki yarışma kriterleri bu kadar mı gözlere batacak bir ibre boşalması halinde yaşanacaktı? Lugano ve Edu ikilisi sanki yıllardır bir arada hiç olmamış ve dün geceki yarışmada ilk kez Fenerbahçe savunmasında forma giymişler gibi bir defans acayipliğinin içinde dolaşmaktaydılar. Orta sahadan hiç bahsetmeyelim dilerseniz. Maldonado, Selçuk, Uğur Boral üçlüsüyle orta alanı kurmak ve Arsenal’in müthiş pas trafiğine karşı koymak sanırız futbol oyununun alfabetik kavramlarını çiğnemek kadar yanlış-kabahat ve koskoca bir hayali yaşamaktır bizce... Defans ve hücuma dönük bu üçlünün içinde Alex de yaşasa ne yazar, Semih de uğraşıp dursa ne fark eder. Zaten yenilen gollerdeki komik durumlar ötesi dördüncü sayıda yaşanan gülünç vaziyet dünkü orta alan ve defans hüzünlerinin acı bir
Fenerbahçe sezon başından beri devam etmekte olan şok 90 dakikalardan birini daha yaşamak zorluğunu taşımaktaydı Kocaeli’nde...
Şimdi tertip yanlışı-taktik uymazlığı-sakatlıklar draması gibi belli tariflere girerek yanlış yerlerde aramayalım bu takımın eksiklerini...
Önce şu hakikat kabul edilmeli ki, adeta kuyudan çıkarılmış gibi zorluklarla elde edilen galibiyete rağmen sarı-lacivertli kadronun tamamı müthiş bir “özgüven yoksunluğu içinde yaşıyordu”... Takımın soyunma odasından kaynaklandığına inandığımız yarışmaya soğuk tavrı tüm oyuncularda sırıtıp durmakta... Yani, yarışma stratejisi konusundaki amaçsızlık Fenerbahçeli oyuncuların her pozisyondaki yavaş ve isteksiz hareketlerinden belli oluyor. Kocaeli’nin sıradan gibi görünen genç kramponları Fenerbahçe’nin enternasyonel etiketli ve de çok pahalı şöhretleri karşısında çok daha çabuk düşünüp aynı hızla top çevirerek kontratağa kolayca çıkabiliyorsa eğer, o zaman Fenerbahçeli futbolcuların kazanma adına yaptıkları hangi özellikli çabalarına umut bağlanacak ki?
Semih sakatlıktan çıktığı için dünkü yarım mesaisine rağmen takımın kurtarıcısıydı. 20. dakikada yenilen Kocaeli golünden sonrası sinirli ve faullü hareketlerine bir
Milli Takım’ın son yıllardaki en dağınık ve de can sıkıcı doksan dakikalarından biri yaşanmaktaydı Estonya’da...
Rakibimiz, grubumuzda averaj takımı... İspanya’dan 3, Bosna’dan 7 ve Belçika’dan da yediği 3 golle birlikte 13 golle buluşmuş fileleri... Peki de, bu kadar sıradan bir ekip havasında olması gereken rakibimiz nasıl oluyor da, sayısız gol fırsatı kaçırıp hücum preste bizden çok başarılı top çevirme, çabuk kapanıp çabuk açılma gibi futbolun hassas olgularında bizden üstün bir grafik yakalayabiliyordu ? Avrupa Şampiyonası’ndaki sürprizlerle ve de herkesi hayrete düşüren sonuçlarla klasman yakalamış Türkiye’miz ise tanınmaz bir dağınıklık, pas fakirliği, gol bölgelerinde inanılmaz kabahatler işleyen bir garip havada sıkışıp kalmaktaydı.
Hazırlık paslarında hiçbir gerçekçiliği yoktu orta sahanın... Defans blokunda Estonya’nın ani çıkışlarına derhal basacak ve arkasına top kaçırmayacak bir titizlikte asla değildi geri dörtlü... Gol bölgelerindeki kargaşa için bilmem neler söylemeli ? Halil’in yakaladığı gol pozisyonlarındaki uyarsız-duyarsız halini gördükten sonra Fatih hocanın Halil’den niçin uzak durduğunu daha iyi anladık. Ayhan, futbolumuzun orta alanda en iyi top
Kadıköy’de dün gece yine keder-öfke-hüzün ve biraz da şaşkınlık vardı tribünlerde...
Nasıl olmasın; Fenerbahçe, tarihinde ilk kez böylesine acı ve de inanılması zor bir zarar bilançosu ile başlamaktaydı sezona... Geçen yılın sarı-lacivertli ekibi, yer yarılmış ve boşluğunda kaybolmuştu sanki... Kayseri’nin genç, ne yaptığını çok da iyi bilen ekibi savunma-orta saha ve gole çıkma maharetleriyle sarı-lacivertli oyunculara ders verirlerken, Fenerbahçeli futbolcuların sahadaki kontrolden ve oyun mantığından uzak çırpınışları içler acısı duygular yansıtmaktaydı oyunu seyredenlere...
Nijeryalı dalga geçti
Aghahowa isimli Nijeryalı adam, bembeyaz bir futbol kişiliğiyle, sahada sergilediği düşünsel zenginliklerle Fenerbahçe defansıyla dalga geçmekteydi sanki... Yaptığı da hayli basitti aslında... Sarı-lacivertli savunma hattına en yakın bölgelerde kurnazca dolaşıp, blokun arkasına oyun planı gereği atılan uzun toplara da mermi hızıyla çıkarak son gol hareketini ustaca kullanmak... İyi de, deplasmana çıkmış her taşra takımının
Fenerbahçe, güçlü rakibi Dinamo Kiev önünde oldukça başarılı bir doksan dakika yaşamasına rağmen sonuçta istediğine ulaşamıyordu maalesef...
Tüm oyun planlarını hızlı düşünüp-hızlı oynama üstüne kurmuş Dinamo, tam bir kontr atak kurgusu ve istediği beraberlik planı ile götürmekteydi yarışmayı... Fenerbahçe’nin hata yapmasını bekler bir kurnazlığı da sinsice saklamaktaydı Kiev, İstanbul’dan puan kapma hesapları arasında... Buna karşın Fenerbahçe’nin tribünlerde biraz da çekingenlikle beklenen yarışma tavrı oldukça doyurucu bir kurguda sarıp sarmalıyordu, sonucu merakla beklenen heyecan dolu geceyi...
Defans, orta saha ve atağa çıkışlardaki planlı, dikkatli ve de pas hatasından uzak yaşayan Fenerbahçe’nin oyun formatı çok iyiydi de, son hareketlerdeki becerisi ve gol yaratmaktaki ustalıkları görünmüyordu ortalarda... Evet, oyun formatı tribünlerde emniyet duyguları yaratıyor, sarı-lacivertli kadro komple bir ekip formatıyla ille de bulması gerekli kazanma sayısını ısrarla arıyordu, sayısız