Pazartesi gecesi önce Ahmet Hakan’ın programında Ekmeleddin İhsanoğlu’nu sonra da Mehmet Barlas’ın özel programında Recep Tayyip Erdoğan’ı izledim.
Not defterimden yansıtayım.
....................
Ekmeleddin İhsanoğlu ile başlıyorum.
l En ilgimi çeken söylemi sadece tek kelimeydi; “Anlıyorum...”
Ahmet Hakan’ın “IŞİD’in elinde rehine olan Türkler nedeniyle hükümet daha hassas durumları gözetmek durumunda” diye başlayan sorusuna “Anlıyorum” dedi.
İstismar etmedi.
İki nokta arasındaki en kısa çizgi bir “doğru”dur.
Dış politikada da böyledir.
Değişen durum koşulları kovalanarak zikzaklar çizen kırık çizgilerle yanlış yapmak riski büyüktür.
Hele Ortadoğu’da daha da büyük.
Çöldeki kum tepeleri rüzgârla yer değiştirir.
O nedenle bu olaya “yürüyen tepeler” denir.
“İsrail-Filistin” sorununda “sağlıklı politika” Ortadoğu çöllerinin “yürüyen kum tepelerine” göre çizilirse yönünü kaybetmek ihtimali yüksek olur.
FATMA Zeynep Çilek’le bir sergi açılışında tanışmıştım.
İlk bakışta “örtünmüş” bir ressam olarak dikkatimi çekmişti.
Konuştukça görüntünün ötesinde özellikleriyle daha da ilgi çekici oldu.
Amerikan Üniversitesi’nde “psikoloji” okumuş.
Diplomasının yanı sıra eğitimini “sanat terapistliği” alanında sürdürmüş.
Resim ve heykel sanatçısı.
Ruhsak Psikologlar Derneği Yönetim Kurulu’nda yönetici.
Dünden devam... İsrail’in kurucularından Ben Gurion, 1956 Dünya Yahudi Kongresi Başkanı Nahum Goldman’a şöyle demişti:
Eğer ben bir Arap lider olsaydım İsrail’le asla barış yapmazdım.
Bu çok tabiidir.
Biz onların ülkelerini ellerinden aldık.
Doğru...
Tanrı bize bunu vaat etmişti, fakat bundan Araplara ne?
Bizim Tanrımız onların Tanrısı değil ki.
FİLİSTİN konusunda Türkiye’nin devrede olmasını “eleştirenler” var.
Aslında doğru olanı budur.
Yanlış olan “taraf” tavrına girmektir.
Bu yüzden Türkiye bölge politikasında sıkıntılar yaşıyor.
“Türkiye’nin yalnızlığı” konuşuluyor.
........................
“Doğru” olanla başlayalım. (*)
Atatürk’ün Savarona’sı -artık Recep Tayyip Erdoğan’ın, bir ihtimalle de Ekmeleddin İhsanoğlu’nun kullanacağı “Cumhurbaş-kanlığı yatı” olacak.
135 metrelik bu kuğu gibi yatın boyaları, iç dekorasyonu yenilendi.
“Tik” ağacından güverte yenileriyle değiştirildi.
Yattan yata veya karayla irtibat için motorlar alınıp yerleştirildi.
Savarona’yı daha önce hurda haldeyken “jilet olmaktan” kurtaran ve adeta -aslına uygun- yeniden inşa eden Kahraman Sadıkoğlu Atatürk’ün kullandığı eşya ve objeleri de yata yerleştirmişti.
Şahsi koleksiyonundan da parçalar koymuştu.
Bütün bunlar demirbaş listesiyle birlikte yat Milli Emlak emrinden Kültür Bakanlığı’na devrediliyor.
İç savaşın başlarında Suriye’den Türkiye’ye sığınmacılar için üst limit “en fazla 100 bin” olarak açıklanmıştı.
Türkiye’nin kırmızı çizgisiydi.
Sınırlarda oluşturulan “sığınmacı kamplarında” kalacaklardı.
Meskun bölgelere girmeleri yasaktı.
...........................
Şimdiki duruma bakınız?
Tahminlere göre, Türkiye’deki Suriyeli sığınmacı sayısı 1 - 1.5 milyon.
Bu denizci kepindeki harflerin şifresiyle başlayalım...
“Türkiye Cumhuriyeti Gemileri HASDAL / Türk Denizcileri-134”
3 buçuk yıl Deniz Kuvvetleri’nden 134 silah arkadaşlarının yattığı HASDAL anısına yapılmış bu kepler.
Tasarım kendilerine ait...
O 134 denizci silah arkadaşı nihayet serbest.
Onlardan biri Em. Deniz Kurmay Albay Ercan İrençin’le tanıştığımda başındaydı.
Bitez Aktur ana plajındaydı.