OSLO süreci de ağza yüze bulaştı. Çizilmiş bir yol haritasında gizlilik ve kararlılık ile yürünebilirdi.
Sonuç almaya odaklı sürecin en önemli kimyası “güven artırıcı adımlardır.”
Karşılıklı büyük beklentiler yaratmadan küçük ama güven psikolojisi yaratan adımlarla yürünür.
OSLO süreci diye anılan “Kandil ile -gizli- müzakereler” birkaç ay sürdü ve sonra patladı.
Tutanaklar bile havada uçuşuyor.
İsrail ile Filistin arasında -gizli- görüşmeler 3 yıl boyunca her hafta sonu İskandinav sahillerindeki bir balıkçı kulübesinde sürdürüldü.
Kimsenin ruhu duymadı.
SAHNEDE bir Budist rahibi vardı. 5 yıl boyunca Los Angeles yakınlarındaki “Mount Baldy Zen Merkezi’nde” inzivaya çekilerek yükseldiği ruh irtifaından yumuşacık ışıklar saçarak bizlere ulaşıyordu.
Bir bilge, bir müzik dehası, dünya hallerinin çilekeşi, bir yaşayan edebiyat ve müzik efsanesi.
İnsanların ve özellikle Amerikalıların politikaya olan ilgisizliğini ve televizyon bağımlılığını nasıl da tepkiyle müziğine yansıtmıştı:
“Solda ya da sağda değilim/küçük ekranda kaybolmak için umutsuz/bu gece sadece evdeyim.”
Cohen Democraci adlı şarkısında şöyle sesleniyordu:
“Kargaşaya karşı savaşlar/
Dışişleri Bakanlığı eski müsteşarı Em. Büyükelçi Ali Tuygan “Gönüllü Diplomat” adlı kitabında Suriye için kırılma tarihini şöyle yazıyor:
‘İki batılı gazetecinin Marie Colvin ve Remi Ochlik’in 22 Şubat 2012 tarihinde Humus’ta kaldıkları evde, topçu ateşi sonucu hayatlarını kaybetmeleri, müdahale yanlılarını daha cüretkar yapacak bir gelişmedir.
Nitekim AB ülkeleri “Suriye Ulusal Konseyi”ni halkın meşru temsilcisi olarak tanıdıklarını açıkladılar.’
40 yıllık diplomat Tuygan, batıda ve özellikle Avrupa’da Beşar Esad yönetimi için tereddütlerin bu olayla büyük ölçüde silindiğine ve “karşı tavra ağırlık koyulduğuna” işaret ediyor.
Gazeteciye sarmak netamelidir.
Sonu iyiye gitmez.
Batı kültüründe fikir ve ifade özgürlüğü kutsaldır.
8’İNCİ Cumhurbaşkanı Merhum Turgut Özal’ın mezarı açılacak.
“Öldürüldü mü?” sorusunun cevabı bilimsel yöntemlerle araştırılacak.
“Vefatının üzerinden 20 yıla yakın süre geçmiş. Bu saatten sonra mı?” diyenler çok.
Oysa...
Yüzyılların derinine “ölüm nedeni araştırmaları” da var.
“Mozart’ı Kim Öldürdü” adlı kitapta “cıvayla zehirleme” kuşkularının izi sürülmekte.
Mozart’ın ölümünden 172 yıl sonra 1963’te Dieter Kerner şöyle yazmış:
BDP Muş Milletvekili Sırrı Sakık, oğlunu kaybetti. Acısını yürekten paylaşıyorum.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın başsağlığı dilemek için telefon açtığını ve aralarında geçen konuşmayı medyadan öğrendik.
Sakık “evlat acısının çok ağır olduğunu” söylemiş ve “akan kanı ancak siz durdurabilirsiniz. Bunu yapabilirseniz aziz olursunuz” demiş.
Leyla Zana’dan sonra acısı çok taze baba Sırrı Sakık da Başbakan Erdoğan’a “kanı ancak siz durdurabilirsiniz” diyen bir diğer BDP’li üst düzey politikacı.
Herhalde BDP içinde açıkça dile getirmese /getiremese bile aynı düşüncede olan başka etkin isimler de vardır.
Sunset’in kurucusu ve sahibi Barış Tansever de Türkiye’ye önemli bir ödül getirdi.
İSTANBUL’UN en iyi Boğaz manzarası olan iki restoranından biri Sunset’tir. Yemyeşil Etiler sırtlarından aşağıda Boğaz’ın mavisi bir başkadır.
İnce lezzetlerle bir klasiktir.
Şarap otoritesi ünlü “Wine Spectator” yayını tarafından ödüllendirildi.
“Best of Award of Excellence” ödülünü alarak dünyanın en iyi şarap menülerine sahip 878 restoran listesine girdi.
Petrus’tan La Tâche...
Bir demokrasi dersi... Bütün İslam ülkelerinde halkları sokağa döken, ABD’ye karşı tepki seli oluşturan o rezil film için bakın Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ne diyor:
“İğrenç... Fakat yapacak bir şey yok...”
Hukukçulara göre “asla yasaklanamaz. Hatta birkaç tane daha böyle film yapıp gösterime koyabilirler.”
Anayasa’nın ilk değişiklik maddesinde “bir gruba ya da insana saldırıyı ve ayaklanmayı doğrudan amaçlamadığı sürece yayımlar demokrasilerin fikir özgürlüğü kapsamında korunuyor.”
Bu aşağılık kişilerin yaptıkları filmin saldırıyı doğrudan amaçladığını ispat mümkün değilmiş.
Birkaç kelime farklı olabilir ama anlam değişmez.
Demokrasi yorumu böyle.
Döndü dolaştı Türkiye yeniden “Başkanlık sistemini” konuşmaya başladı.
“Başkanlık sistemini” getirmek için yeni Anayasa veya en azından Anayasa’da bazı maddelerin değişmesi gerekir.
Bu öneri Meclis’teki siyasi partilerin temsil edildiği “Yeni Anayasayı Hazırlamakla” görevli komisyondan geçebilir mi?
Nehirler geriye akmazsa “hayır...”
Ne CHP, ne MHP, ne Meclis’te bile kalabileceği bile şüpheli olan BDP’nin buna yatacağı düşünülemez.
AK Parti tek başına başkanlık sistemini düzenleyen yeni bir Anayasa’yı Meclis’e getirse nitelikli oy çoğunluğuyla kabul ettirebilir mi?
Hayır.