Örneğin... "Erken seçim..." Aklı başında hiç kimse, Türkiye'de bir "erken seçimi" istemez. TL'den 6 sıfır atılmış. Enflasyon yüzde 10'un altına çekilmiş. Dış ticaret hacmi 150 milyar dolara doğru gidiyor. Fert başına milli gelir 5 bin doları, satın alma gücü 7 bin 500 doları aşmış, demokrasinin ekonomi eşiği sayılan 10 bin dolara koşuyor.AB ile uyum sürecinde, cesur adımlar arkasında etkin siyasi irade var."Standard and Poors" reyting kuruluşu da Türkiye'nin notunu pozitife çevirmiş.Böyle bir ortamda kim Türkiye'nin seçim ekonomisi çalkantılarına girmesini, daha yeni yeni kurulmakta olan dengelerin şirazesinden çıkmasını ister?AKP yönetiminin "Erken seçime ne gerek var" söylemi "doğruyu" işaretliyor.....................Ya muhalefet?Şu aşamada seçim yapılsa, CHP en iyi ihtimalle bir önceki seçimle aynı oyu alır. DYP ve MHP'nin de burun farkıyla yüzde 10 barajını aşma olasılıkları var."Erken seçim" beklentileri gereksiz.Oysa... Zamanını beklerlerse, 2 yıla yakın süre sonra "iktidar yıpranması" kuralı nedeniyle hiç değilse puanlarını biraz artırabilirler.Yani...Muhalefet partilerinin de "erkene alınmış seçim", yararlarına değil. Bu da "erken seçimin gereksizliği" yolunda bir diğer
Milliyet'in yayını ve savcının görevden alınma nedenleri haberlerimizde anlatılıyor. Bunları tekrarlamıyorum. Ancak...Gazetelerin saygınlık ve etkinlik grafiğini böyle yayınlar ve aldığı sonuçların belirlediği bir gerçektir. Milliyet'in 50 yılı aşkın yayın tarihi bu tür örneklerle yazılmıştır. "Basında Güven" böyle yapıtaşlarıyla örülmüştür.Habercilikten, toplumsal sorumluluğa, küresel ölçütlerle değerlendirmelere uzanan "referans gazetesi" geleneğidir bu.........................Elbette, kimsenin görevden alınması ile mutluluk duyan bir yaklaşım içinde değiliz. Ayrıca...Bu sütunun işlevi "yargı" değildir. Savcı ya da yargıç işlevini üstlenerek suçlama yapmıyor, hüküm vermiyoruz. Ama...Olayları haberin bütün unsurlarını karşılayarak gerçeğin aynalarında yansıtmak da gazetecilik görevidir.Gazetedeki çalışma odamın birkaç metre ötesindeki meslektaşım muhabir Lube Ayar'ın bu haberi çıkarmak, dört dörtlük işlemek ve sürdürmek, sonuç alıncaya kadar ısrarlı olmak çabalarına zaman zaman tanık oldum. Yazı İşleri ve yönetim de haberi çok iyi değerlendirdi. Milliyet'in yayıncılık ilkeleri ve gelenekleri doğrultusunda sürdürdü.Aldığı sonuçla etkili gazeteciliğin örneğini
Oteldeki siyah çarşaflı ve yüzleri-gözlerini de şeffaf bir tülle kapatan tam örtülü olanlar...Siyah çarşaflı fakat sadece gözleri görünenler denize girmiyorlar, hatta güneşlenmiyorlardı.Bizim türban tarzı başlarını bağlayanlar ve mantolular da denize girmeyenler arasındaydı.Ancak yüzme havuzunun kenarında, plajda, kumsalda gezinti yapıyorlardı.Mayolu erkeklerin arasında dolaşmak ya da onların bulunduğu alanlarda gezinmek sakıncalı değildi.Başları bizdeki türban stilinde bağlı olan ama dar bluzlar, ceketler, dar pantolonlar, çıplak ayaklarına sandaletler, topuklu pabuç giyenler ise kendilerine özgü bir denize/havuza girme giysileri üretmişler. Mavi, yeşil, turuncu gibi renklerde parlak ve dar giysiler...Başlarını, kauçuk dalgıç elbiseleri gibi sarıyor. Boyunlarını da kapatarak ayak bileklerine kadar inen parlak kumaştan daracık tulumlar denebilir.Tam kalça hizasında da balerin etekleri gibi pileli, birkaç karışlık süs etekleri var.Denize ya da havuza bunlarla giriyor, yüzüyorlar.Sudan çıktıklarında özel kumaşlardan yapılmış olmalı ki, vücutlarına yapışmıyor.Zaten ıslak ıslak ortalarda dolaşmıyorlar. Suya, eşleri, babaları, ağabeyleriyle giriyorlar.Başlarını kapatmayan ama Arapça
Hukuk gözüyle "Yargıtay'dan Ağca'yı yeniden cezaevine gönderme kararının ucu görünmekte.Peki, bu arada Ağca, çoktan sınırları bir kez daha aşarak 'görünmez' olabilir mi?Bu, 'yok' denebilecek kadar küçük olasılıktır.Tabii, devlete sızan güveler elektronik böcekleri yemezse...".......................Ne demek bu "elektronik böcekleri güvelerin yemesi" kaygısı?Aynı yazıda şöyle anlatmıştım:"Ağca'nın, devletin istihbarat örgütleri ajanlarınca sarılı olduğu, en duyarlı elektronik aygıtlarla nefes alışının bile dinlendiği, yatak odasından banyoya bile geçişinin gözlendiği kanısındayım. Elektronik böceklerle, termal kameralarla gözlenmenin ötesinde görüntülendiği de kesin gibidir.İstihbarat teknolojisi öylesine gelişti ki... Ağca'ya bu yakın istihbarat markajı profesyoneller için oyuncak sayılır.Peki... Buna yetkileri var mı? Elbette daha Ağca tahliye edilirken nöbetçi savcıdan ve mahkemeden gerekli izleme, dinleme, gözleme, görüntüleme kararları alınmış olmalıdır.Başvuru, 3 gün içinde karakola gelerek imza atması, askerlik şubesine gönderilmesi, Adalet Bakanı'nın yazılı emir yoluyla müddetname ve tahliye kararını Yargıtay'da inceleteceği ve Ağca'nın yeniden hapse geri gönderilme
İstihbarat teknolojisi öylesine gelişti ki... Ağca'ya bu "yakın istihbarat markajı" profesyoneller için oyuncak sayılır.Peki... Buna yetkileri var mı? Elbette daha Ağca tahliye edilirken nöbetçi savcıdan ve mahkemeden gerekli "izleme, dinleme, gözleme, görüntüleme" kararları alınmış olmalıdır.Başvuru "3 gün içinde karakola gelerek imza atması, askerlik şubesine gönderilmesi, Adalet Bakanı'nın yazılı emir yoluyla müddetname ve tahliye kararının Yargıtay'da inceleteceği ve Ağca'nın yeniden hapse geri gönderilme olasılığının bulunduğu" gerekçesiyle yapıldığında hangi savcı ve yargıç, "izleme, dinleme, gözleme, görüntüleme" kararı vermez?Hangi istihbarat örgütü ve hangi polis böyle bir duyarlı tahliyede nöbetçi savcı ve yargıçtan bu kararı istemez?Eğer bunlar yapılmamışsa ve Ağca gerçekten kaçarsa, bu "taammüden firar ettirmek" suçudur.Türkiye'nin polisini, istihbaratını, yargısını, devlet geleneğini bu tür kuşkulardan tenzih ederim. Gerçi yaşanmış birkaç kötü örnek oldu ama bunlar devlete sızmış olan güvelerin işidir.Bu kez aynı pis oyunun tekrarına tanık olacağımızı hiç sanmıyorum...........................Bu bağlamda bir anı...50. kuruluş yıldönümü kutlanan Divan Oteli barı, bir
"Eşim Abdullah Çatlı...Polis tarafından aranıyordu. Ankara'dan İstanbul'a geçmiştik. Kadıköy'de bir apartman dairesinde yaşıyorduk.Bir akşam Abdullah Çatlı yanında bir gençle geldi. Konuk edeceğimizi, birkaç gece bizde kalacağını söyledi.İçeri girdiler. Gence kalacağı odayı gösterdik. Sofrayı kurmak üzere salona geldim. Bir baktım, televizyonların bütün gün Abdi İpekçi'yi öldüren ve Maltepe Cezaevi'nde kaçırılan Mehmet Ali Ağca diye fotoğraflarını yayımladığı genç, ayakta, yemek masasının yanında. Şaşırdım.Az önce eve girerken başında anlaşılan peruk varmış. Tanıyamamışım. Peruğu çıkarınca onu hemen tanıdım tabii.Dışarı çıktım.Abdullah Çatlı'ya, 'Bu o değil mi?' diye sordum.Başıyla 'evet' işareti yaptı. Ona 'Biz kaçak, o kaçak... Kaçak evinde kaçak saklıyoruz. Nasıl olacak, bu çok tehlikeli değil mi?' diye sordum.Çatlı, çaresizlik belirterek iki elini yana açtı.'Yaktılar çocuğu' dedi.".......................Meral Çatlı ile, eşi Abdullah Çatlı'nın ölümünden hemen sonra evlerinde konuşmuştum.Meral Çatlı'nın acısı tazeydi. Ancak dik duruşu ve net karakteriyle anlattıklarının bilincinde olduğunu algılıyordum.Bu anıyı, "Mehmet Ali Ağca'yı ikinci kez hapisten kaçırma" senaryosu
Ne ilginçtir ki, DURUM, aynı zamanda değerli insan Abdi İpekçi'nin Milliyet'teki başyazı sütununun adıydı. Ona, Türkiye'nin en değerli insanlarından birini öldürdüğünü, bu hislerle röportaj yapmakta güçlük çekeceğimi söylemiştim.Duygularımı vurgulayan başka söylemlerim de oldu. Bunları ve cevapları şimdilik geçiyorum. Çünkü... Duygu yüklü söylemlerin ve buna verilen savunma cevaplarının bugünün hukuk ve siyaset ortamına aydınlatma yararı olmaz.......................Şimdilik adalet ve infaz sistemi için Ancona'dan birkaç gözlem...Ancona Hapishanesi'ne ben, TV ekibimi oluşturan arkadaşlarım, İtalya Adalet Bakanlığı'nın yazılı izniyle girdik.Türkiye'de de böyle oluyor.Ancak... Hapishanenin içinde bize ayrılan bir odada, gardiyan nezaretinde konuştuk.Türkiye'de DEP milletvekilleriyle ve Şemdin Sakık'la da görüştüm. Gardiyan ya da bir hapishane temsilcisi yoktu.Koşullardan biri, televizyon çekim bandının bir kopyasının mutlaka adalet bakanlığına verilmesiydi.Türkiye'de böyle bir uygulamayla ne ben ne de meslektaşlarım karşılaştık.Ancona'da Ağca'ya söylediğim ve Ağca'nın ağzından, hatta elinden çıkan her kelime denetim altındaydı.O kadar ki... Ağca, İtalya'da o sırada yeni yayımlanan LA
Örnek...- Kennedy'nin başkanlık döneminde, ABD silahlı kuvvetlerinin Küba Domuzlar Körfezi'ne çıkarma yapacağı Washington Post gazetesi tarafından haber alınmıştı. Ancak gazete "ulusal yararlar" nedeniyle bunu yayımlamadı.- II. Dünya Savaşı'nda İngiliz uçakları Almanya'yı bombalarken kayıp verdiler. Almanya Radyosu bu olayı "Dün 2 İngiliz uçağını düşürdük" diye verdi.BBC az sonra yayına girdi "2 değil, 3 uçak kaybettik" yayınını yaptı.Ve savaş boyunca İngiliz kamuoyu ve bütün dünya sadece BBC'nin yayınlarına güvendi, onu izledi.- II. Dünya Savaşı sonrasının zor yıllarında, De Gaulle, Almanlara karşı direnişte çarpışmış çok sayıda Fransız'dan bir ortaklar grubu oluşturdu. Onlara saygın ve sorumlu yayın yapacak Le Monde gazetesini yayımlattı........................Türkiye de olağandışı bir süreçte..."Kuş gribi" vakaları nedeniyle dünyanın gözü Türkiye'de... Küresel TV'lerde, Ariel Şaron'un sağlık haberleriyle birlikte Türkiye'deki kuş gribi ilk sırayı paylaşmakta.........................Türkiye ve İsrail'den "sağlık" eksenli haberlere küresel ilginin yaygın olmasının nedeni, her ikisinin de dünyanın geleceğini ilgilendirmesi...Türkiye'deki kuş gribi virüsünün bölgeye, hatta