Felaketler birbirini izliyor ve de bitmiyor. Konya’nın Balcılar beldesinde Süleymancılar cemaatine ait kız Kuran kursu yurdundaki patlamada 18 kız çocuğumuzu kaybettik. 29 yaralı var. Antalya’da bugüne kadarkilerin en büyüğü bir orman yangını oldu. Manavgat’a bağlı 3 köy ve 2 mahalle kül oldu. İnsanlar evlerini, hayvanlarını, tarladaki ürünlerini kaybetti. 16 bin futbol sahası büyüklüğünde kızılçam ormanı yandı.
Böyle önemli olaylarda okuyucularımdan bolca mesaj gelir. Kuran kursu yurdundaki facia ve orman yangını üzerine (izinini alamadığımdan ismini açıklayamadığım) bir okuyucumdan gelen mesajı umumun istifadesine arz etmek istiyorum. İfadelerden anlaşılacağı gibi bu mesaj “ulemaya mensup kişi veya kişilerce” hazırlanmıştır. Mesajın bir görüşü, “temsil gücü” olduğu açıktır.
”Musibetler hakkında bir soru/bir cevap” başlığını taşıyan mesaj şöyle başlıyor:
Soru: Neden deprem, savaş, veba ve benzeri musibetler çoğunlukla Müslümanların başına geliyor?
Cevap: Bu dünya
Anayasa Mahkemesi’nin kararından sonra “bahane” kalmadı. Sayın R. T. Erdoğan ve partisi bundan sonra ne yapacak ise yapmak zorunda.
Anadolu’da yaz ayları yağlı güreşleri seyretmek için halk çayırlara doluşur. Pehlivanlar çayıra çıkarken cazgır bağırır: “ İşte meydan...Göster bakalım kendini ey pehlivan..”
İşte o biçim... Hiçbir bahanesi, hiçbir ayak bağı kalmayan Sayın R.T. Erdoğan’ın da bundan sonra “kendini göstermesi” gerekir.
Dışarıdaki ve içerideki genel beklentilerin (hatta kendilerinin beklentisinin aksine) Anayasa mahkemesi AKP için kapatma kararı vermedi. Derin devletçiler “mahpushane”de. Asker “susmuş” durumda.. Üniversite AKP’nin kontrolünde. Medyada AKP yanlıları öne çıktı. Soros’cular Sayın R.T. Erdoğan’ı destekliyor. Batıdaki başöğretmenlere Türkiye’den haber uçuran “İngiliz Muhipleri” Sayın R. Tayyip Erdoğan’ı seviyor. ABD ve AB ülkeleri AKP iktidarının arkasında. Bürokraside tepe yöneticilerin tamamı
Yabancıların “İMKB”de keriz silkelemesine alıştık ama, bu defa “kapatma kararı“nı iyi kullanarak fena silkelediler.
Finansal piyasalarda “keriz silkelemek” demek, “manipülasyon” yapmak demektir.
Ekonomide “spekülasyon” (kanunlara saygılı olmak şartı) ile olağandır. Spekülasyon, beklentileri değerlendirerek pozisyon almaktır. Manipülasyon ise, başkalarında olmayan bilgileri (kanuni ve ahlaki olmayan kaynaklardan elde ederek) piyasayı yönlendirerek menfaat sağlamaktır.
Yabancılar, bizim erişemediğimiz kaynaklardan, bizim kamuoyumuza açıklanmamış bilgilere, bizden önce erişerek, bizim piyasalarımızda, özellikle “borsada” manipülasyon yapıyorlar. Bu manipülasyonlarla “keriz silkeliyorlar”.
Önce, “Gel gel yaparak” borsayı tırmanışa geçiriyor, döviz fiyatını, faizi aşağı çekiyorlar. Ardından, kısa sürede borsadaki fiyatları düşürmek için satışa geçiyorlar. Satış başlayınca da döviz ve faiz yükseliyor.
İşte bu kısa vadeli hareketlerle yabancılar “önemli
Yüksek faiz ve düşük kurun zararlarının anlaşılmaya başladığını sanarak ve de ”cari açığın/döviz açığının” kapatılması için formül arayanların sözlerine kanarak “cari açığın kapatılması için formül” açıklayınca gördük ki, piyasanın büyük oyuncuları, yüksek faizden de, ucuz dövizden de, cari açıktan da şikâyetçi değil.
Gördük ki, piyasanın büyük oyuncuları “düzen”den memnunlar. “Düzen değişmesin” istiyorlar.
Bu durumda cari açığı kapatmak için formül açıklamanın, bu formülün nasıl işleyeceğini anlatmanın “abesle iştigal” olduğu açık ve seçik anlaşılıyor.
Cari açığın sürdürülemez olduğunu, sorunu çözmek için öncelikle faiz indirerek, döviz fiyatının gerçek değerine doğru yükselmesinin yolunun açılmasını önerirken biliyorduk ki, bu tür bir uygulama kurulu dengelerin bozulmasına yol açacak. Döviz fiyatının yükselmesinden
Yıllardır yüksek faiz politikası uygulanıyor. Türkiye’deki faiz dünyanın en yüksek reel faizi. Ama geliniz görünüz ki, Merkez Bankası enflasyon hedeflerini bir türlü tutturamıyor. Tutturamayınca da bir gün faizi, ertesi gün enflasyon tahminini yükseltiyor.
Bu yüksek faiz kimin cebinden çıkıyor? Saf ve bakir Türk halkının cebinden KDV ve ÖTV olarak çıkıyor. Yüksek faiz üretimin, istihdamın ve sonunda da refahın artışını engelliyor.
Yüksek faize rağmen Merkez Bankası enflasyonu önleyemedi. Önleyemiyor. Yüksek faiz hem enflasyonu hem cari açığı yükseltiyor.
Bu politikalar 5 gün önce uygulanmaya başlanmış olsa “Du’ bakalım n’olacak? Bekleyelim, görelim” denir. Beş yıldır ekonominin canı çıktı... Hâlâ yanlışta ısrar sürüyor.
Sayın okuyucularım, sayın halkım... Yüksek faiz enflasyonu indiremez, bindirir. Yüksek faiz cari açığı küçültemez, büyütür.
Basitleştirerek tekrar anlatayım.
Başbakan Sayın R. T. Erdoğan, Sayın Ertuğrul Özkök ile konuşurken dedi ki, “Ülkenin temel sorunlarıyla bizden başka kimse ilgilenmiyor: Bakın Türkiye’de ciddi bir cari açık sorunu var... Cari açık şöyle kapatılır diye bir teklif var mı? Yaparsın böyle bir teklifi, aklımıza yatarsa hiç komplekse kapılmadan uygularız.” (Hürriyet, 27 Temmuz 2008, sayfa 23)
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Nazım Ekren Ekonomik ve Sosyal Konsey Toplantısı öncesi açıklama yaparken dedi ki, “İki komisyon kurulacak. Biri, cari açığın neden oluştuğunu, öbürü nasıl kapatılacağını araştıracak. (Milliyet, 27 Temmuz, sayfa 11)
Faiz cari açığı nasıl büyütüyor? Cari açık sorunu neden önemli? Sorun nasıl çözülür? Son üç yıldan bu yana ben Milliyet’te yazıyorum, Ege Cansen Hürriyet’te yazıyor.
Önceleri “Cari açık sorun değil. Yüksek faiz önemli değil” diyenler şimdilerde (Çok geç oldu ama ne yapalım olan oldu!) neyin ne olduğunu fark etmeye başladı.
İstanbul Sanayi Odası’nın (İSO) hazırladığı 2007 yılına ait “Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu” listesinde.
İstanbul 227 sanayi kuruluşuyla başta geliyor.
İstanbul’u 33’er sanayi kuruluşuyla Bursa ve İzmir izliyor.
Daha sonra 28 sanayi kuruluşuyla Kocaeli ve 26 sanayi kuruluşuyla Ankara geliyor.
Bu 5 büyük sanayi bölgesinde 347 sanayi kuruluşu var.
Anadolu’nun 5 büyüklerinden Kayseri’de 15, Gaziantep’te 11, Denizli ve Adana’da 10’ar, K.Maraş’ta da 3 sanayi kuruluşu var. Anadolu’nun 5 büyüğündeki sanayi kuruluşu toplamı 49’dan ibaret. Kalan 104 sanayi kuruluşu birer ikişer Anadolu’ya dağılmış durumda.
500 büyük, Toyota’dan küçük!
Başbakan Sayın R. T. Erdoğan, hükümetin uyguladığı ekonomi politikalarını eleştirenlere sert çıktı. “Bunlara... Karagümrük nerededir diye sorsanız, inanın bilmezler. Niye? Böyle bir dertleri yok ki. Bunu ancak araştıran bir ekip olacaksınız ki bileceksiniz!” dedi. (Milliyet, 26 Temmuz 2008 Cumartesi, sayfa 8)
Ekonomi politikalarını eleştirmeye çalışan, saf ve bakir bir Anadolu çocuğu olarak bu sözlerden pek çok alındım. Ben Karagümrük’ü hem bilirim hem de severim... Üstüne üstlük Milliyet Ekonomi Bölümü’nde çalışan araştırmacı gazeteci Bülent Yardımcı’nın peşine takılarak Karagümrük kazan, ben kepçe dolaşıp dururum.
Sayın Erdoğan’a, Karagümrük’ü ne kadar bildiğimi “ispat edebilmek için” bildiklerimi sıralayayım. Bakalım “temize çıkabilecek miyim”?
Efendim, 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u aldıktan sonra zamanın ünlü kabadayısı olan Kara Davut’a, surlardan şehre girip çıkan insanları ve malları kontrol etme ve