<#comment>#comment>Milliyet Ekonomi'de dün yayımlanan söyleşisinde Ziraat Bankası Genel Müdürü "Açığım var, borçlanmak zorundayım" diyerek inliyor, sonra da açığının 8 katrilyon liraya (yaklaşık 12 milyar dolara) ulaştığını haber veriyordu.
Daha önce ilgili bakan Halk Bankası'nın da bu boyutlarda bir açığından söz etmişti.
Devlet Bakanı Recep Önal dün öğleden sonra açıklarını kapatmak için Ziraat ve Halk bankalarına ikişer katrilyon Türk Lirası değerinde, Ziraat Bankası'na 500 milyon dolar, Halk Bankası'na 250 milyon dolar değerinde Hazine tahvili verileceğini açıkladı.
Önce, Hazine'nin Ziraat ve Halk bankalarına vereceği tahvillerin büyüklüğünü anlatayım. Bu anlatımı kolaylaştırmak için TL ve dolar tahvilleri aynı para cinsine çevireyim. Ziraat'a 3.5 milyar dolar, Halk'a 3 milyar 250 milyon dolar tutarında tahvil veriliyor. Türk Lirası olarak Ziraat'a verilen tahvil 2 katrilyon 350 trilyon lira, Halk'a verilen 2 katrilyon 175 trilyon lira değerinde. İkisi toplanınca, 6 milyar 750 milyon dolar veya 4 katrilyon 525 trilyon lira ediyor.
- Ziraat'ın 2000 Eylül bilançosuna göre toplam özkaynağı 397 trilyon lira. Bu özkaynağa göre 2.3 katrilyon liralık Hazine yardımı çok
<#comment>#comment>Unutmayınız. 1994 yılında Tansu Çiller "emir kumanda" ile faizi düşürmeye çalıştı. Bono satışlarını durdurunca, bankaların sıkışacağını ve de faizi düşürmek zorunda kalacağını sandı. Ama faizler düşmedi. Döviz fiyatı patladı. Her şey rezil oldu. Bunu unutmayınız... Gelelim 2001 yılı başındaki şartlara... Bakınız bu şartlarda faiz neden düşmez, neden yükselir anlatayım:
(1) İnsanların morali bozuldu. İnsan psikolojisi, insanların gelecek hakkındaki bekleyişleri çok önemli. 2000 yılı başında insanlar iyimser bekleyiş içinde idi. Enflasyonun düşeceğine inanmıştı. Faizler beklenenden çok, hızla düştü. Şimdi 2001 başında tersine bir durum var. İnsanların içine kurt düştü. İnsanlar kötü şeyler bekliyor. Bu durumda parasını faize yatırırken faizin üzerine risk primi ekliyor.
(2) Serbest piyasa ekonomisinde faizler arz ve talebe göre oluşur. Arz ve talep bir havuzda toplanır. Havuzda tüm arz ve talep bir araya gelir. Son zamanlarda tek bir faiz havuzundan, çok sayıda faiz havuzlarına geçildi. Devletin bono faizi var. Merkez Bankası faizi var. Bankalararası faiz var. Repo faizi var. İMKB faizi var. Kamu bankaları faizi var. Özel bankalar faizi var. Döviz faizi var.
<#comment>#comment>Türk ekonomisindeki tüm sorunların iki kaynağı var: (1) İç açık, (2) Dış açık. İçeride devletin gelirleri giderlerini karşılamıyor. Türk lirası açığı var. (2) Dışarıda döviz geliri, döviz giderini karşılamıyor. Döviz açığı var.
Bu açıklar iki şekilde kapatılabilir: (1) Üretim artırılır. Üretim artınca halkın geliri artar. Halk daha çok vergi öder. Devlet daha çok gelir elde eder. Türk lirası açığını kapatır. Üretim artınca dışarıya satılabilecek mal artar. İhracat geliri çoğalır. Döviz açığı kapanır. (2) Üretim artırılamaz. Üretim artmayınca halkın geliri artmaz. Tersine azalmaya başlar. Devlet harcamalarını kısmak zorunda kalır. Bütün hizmetlerini durdurur. Fakirlik hızla yayılır. Hem halk, hem devlet harcamaları giderek kısar, eskisinden daha kötü şartlarda yaşama rıza gösterir. Türk lirası açığı büyümez. Öte yanda yatırımlar duracağından dışarıdan makine ve hammadde ithalatı azalır. İnsanlar ithal malı kullanacak para bulamaz. Döviz harcamaları azalır. Ama ihracat da gerileyeceğinden döviz açığı tümü ile kapatılamaz. O zaman ülke dışarıda "dilenmeye" başlar. Bir milyar dolar oradan, iki milyar dolar buradan gelecek "yardım" ile döviz açığının kapatılmasına
<#comment>#comment>Babamın alışkanlığı bana geçti. Yılbaşından önce bir adet "Büyük Saatli Maarif Takvimi" satın aldım. Yılın ilk günü olan 1 Ocak 2001 tarihli yaprağı çevirdim. "Büyük Saatli Maarif Takvimi"ne göre bugün "1 Ocak 2001" ama, aynı zamanda "Hicri" takvime göre, "6 Şevval 1421", "Rumi" takvime göre "19 Aralık 1416."
Nedir bu üç farklı takvim, üç farklı yıl, üç farklı ay ve üç farklı gün?
Sayın okuyucularıma önce miladi "1 Ocak 2001"i, sonra diğerlerini anlatayım.
Eski yılın 31 Aralık gecesi sona ermesinin, 1 Ocak'ta yeni bir yılın başlamasının, milattan önce 45 yılına uzanan bir hikayesi vardır. Eski Roma'da günlerin sayılmasında kargaşa yaşanırdı. Jül Sezar, milattan önce 45 yılında "Jülyen takvimi"ni uygulamaya koydurdu. Ve de yeni yılın başlangıcını 1 Ocak olarak belirledi. Papa Gregorius tarafından 1582 yılında düzenlenen "Gregoryen Takvim"de ise eski yıl 24 Mart gecesi bitiyor, yeni yıl 25 Mart günü başlıyordu. Gregoryen takvimde 1752 yılında düzeltme yapıldı. Yeni yıl 1 Ocak günü başlatılır oldu. 1 Ocak, İsa'nın doğum günü değildir. Yeni yıl kutlamalarının dini yanı yoktur. Bugün Hıristiyanların değil, Gregoryen (miladi) takvimi benimseyen her
<#comment>#comment>İstanbul'da Dolmabahçe Sarayı'nın önündeki İnönü Stadı. Beşiktaş Jimnastik Kulübü'ne tahsis edildi. Kulübün yöneticileri ise "para için" stadı "cambazhaneye" çeviriyor.
Önce İnönü Stadı'nın bulunduğu alanın ve de stadın önemini, özelliğini hatırlatayım, sonra "cambazhane" işine döneyim.
Her ülkenin önemli bir şehri vardır. Bizim önemli şehrimiz İstanbul'dur. Her ülkenin insanları için tarihi, milli değeri olan ve de bu nedenle ülkelerinin önemli şehirlerinin sembolü haline gelen yapıtlar, bu yapıtların önünde özenle korunan meydanlar vardır. Dolmabahçe Sarayı, sadece Osmanlı'nın değil, Cumhuriyet Türkiye'sinin de özellik taşıyan bir yapıtıdır. Onun önündeki saat kulesi, saat kulesinin önündeki rıhtım, rıhtımın öte yanındaki Valide Camii ve bu yapıtların önündeki Dolmabahçe Meydanı, İstanbul'un sembolüdür. Önemli geçit ve tören alanıdır. Atatürk, İngiliz Kralı'nı bu rıhtımda karşıladı. bu millet Atatürk'ü bu saraydan ve meydandan uğurladı.
Dolmabahçe Sarayı'nın arkasındaki "Hasahırlar" bölgesine bir stad yapılması gündeme geldiğinde zamanın İstanbul Valisi Lütfi Kırdar, zamanın en ünlü stad mimarını arattırmış. Ünlü İtalyan mimar Vietti Violi, Türkiye'ye
<#comment>#comment>Yalçın Küçük "Gebze Mahpushanesi"nde iken, "Tekelistan"ı yazdı. Elli ikinci kitabı olan "Tekelistan" YSG Yayınevi tarafından bastırıldı. Kitap satışa çıktı. Derken efendim "af" çıktı. Böylece Yalçın Küçük de "mahpushane"den çıktı.
Yalçın Küçük, "ezeli ve ebedi bir fikir mahkumu"dur. Bir zamanlar fikir suçu nedeniyle en fazla gözaltına alınan ve hücreye konulan yazar idi. Rahmetli Uğur Mumcu, "...haftalık gözaltı mükellefiyetini sakın aksatma" diyerek Yalçın Küçük'e takılırdı.
Yalçın Küçük, Devlet Planlama Teşkilatı'nın ilk iktisatçılarından biridir. Birlikte çalıştık. Birinci ve İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planlarının modelinin yapılanmasına katkıda bulundu. Ekonometrisi ve teorisi güçlü bir plancıdır. Bilgili ve deneyimli bir iktisatçıdır.
Planlama teşkilatından ayrıldıktan sonra, "Yalçın Küçük" firmasını kurdu. Düşünce üretti. Yazdı. Ve de başı beladan kurtulmadı. Çünkü "Yalçın Küçük" firmasının ürettiği, yazıya döktüğü düşünceler, Türkiye'de "genel kabul görmüş" düşünce ve yazıların dışına taşıyordu. Yalçın Küçük "farklılık" üretiyor, "farklı" yazıyordu.
Farklı düşünen, farklı yazan Yalçın Küçük, kendi ifadesi ile (sayfa 349) Demirel'in
<#comment>#comment>Türkiye'de (büyüğü ile, küçüğü ile) kişi başı çay tüketimi yılda 2.3 kiloya ulaştı. Dünyada en çok çay içildiği söylenen İngiltere'de kişi başı yıllık tüketim 2.6 kilo. Bir gayret... İngiltere'yi geçmek üzereyiz!..
Yapılan hesaplara göre Türkiye'de kişi başına (büyüğü ile küçüğü ile) ortalama olarak yılda 3 bin bardak çay içiliyor. Buna karşılık Türkiye'de içilen kahve, kişi başına ortalama olarak yılda 12 veya 14 fincan... Velhasıl, Türkler için kahve gitti, çay geldi...
Doğu Karadeniz bölgesinde çay üretimi 1918 yılında Batum'da başladı. Halkalı Ziraat Mektebi müdürlerinden Ali Rıza Ertem'in gayretiyle Rize ve Artvin'de ekimine başlayan çay fidanları yörede hızla ilgi gördü. Rize'de fabrikasyon olarak yaş yapraktan kuru çay yapan ilk tesis 1947 - 1948 yılında üretime geçti.
Şimdilerde 200 bin aile yılda 1.1 milyon ton yaş çay yaprağı üretiyor. Toplam üretimin yüzde 60'ı Rize'de, yüzde 25'i Trabzon'da, yüzde 10'u Artvin'de, kalan kısmı Giresun ve Ordu'da gerçekleşiyor.
Yaş çay yaprağından elde edilen kuru çay miktarı 200 bin ton. Bu rakam ile Türkiye çay üretiminde dünya beşincisi. En büyük üretici 800 bin ton ile Hindistan. Onu 600 bin ton ile
<#comment>#comment>Dursun Yılmaz, Ordu'nun Gürgentepe nahiyesinin Tepeköyü'nde yaşarken arıcılığa merak salıyor. Yıl 1960. Duyuyor ki, "Kars balı daha makbul..." Köyden ayrılıyor, bir yıl, iki yıl ortalıkta görülmüyor. Sonra bir gün yepyeni bir kamyon ve kamyon kasasında kırk kadar arı kovanı ile geri dönüyor.
Dursun Yılmaz'ın kamyonu, Kars'ta arıcılık yaparak kazandığı para ile satın aldığını öğrenen köylülerin hepsi arıcılık yapmaya soyunuyor. Kısa sürede arıcılık fındık yanında ikinci gelir kaynağı oluyor. Şimdilerde sadece Karadeniz'de değil Kars, Muş ve Hakkari'de de Dursun Yılmaz'ın öğretisi ile başlayan arıcılık büyük hızla yayılıyor.
Dursun Yılmaz'ın oğlu Hamdi Yılmaz babasının başlattığı işi geliştiriyor. "Baba işi" şimdi koskocaman bir "müessese"ye dönüşmüş durumda. Yılmaz ailesi kendilerine ait 5 bin kovanda ürettikleri 150 ton bal yanında, yurdun değişik yörelerinde ürettirdikleri 750 ton balı "Binbirçiçek" markası ile pazarlıyor, ayrıca arıcılar için dolu ve boş kovan ile arıcılık malzemeleri satıyor.
Hamdi Yılmaz şimdi kafayı "Doğu Anadolu'da yeni bir üretim konusu olarak arıcılığı geliştirme projesine" takmış. Çok az bir yatırımla, Doğu ve Güneydoğu'da iş