Sean Kelly galerisinde "Sarmento"

13 Mart 1999


NEW York'un Soho bölgesindeki ünlü galerilerden biri olan Sean Kelly'de, "Juliao Sarmento"nun resimleri sergilendi. Resimden anlayanlar, bu Portekizli ressamın günümüzün en iyi çizimcilerinden biri olduğunu belirtiyor.
Sarmento 1948 yılında Lizbon'da doğmuş. Resim yanında heykel sanatı ile de uğraşıyor, film de yapıyor. Sergi listesine bakıyorsunuz... Her yıl dört ülkede sergi açmış ve açıyor. Koleksiyonlarını satın alan müze sayısına bakıyorsunuz. Japonya, İsveç, İsrail, Fransa, Amerika gibi ülkelerdeki 35 müze eserlerini satın almış.
Sean Kelly galerisindeki sergisinde tek bir konuyu işlemiş. Yüzü olmayan, aynı elbiseyi giyen üç farklı kadının elleri, kolları, ayakları, bacakları...
Kadınların elbiselerinin farklı yerlerinde küçük bir yırtık var. O yırtığa göre, hangi kadının kim olduğunu anlamak mümkün. Sanatçı devamlı olarak üç kadını resmediyor. Biri eşi.
Tuval üzerine yağlı boya yaklaşık 1.0 x 1.5 metrelik tabloları 6 - 7 bin dolar, iki misli büyüklüktekiler 10 - 12 bin dolara satılıyor.
Ziyaretçi defterine ismimizi yazdık. Yanına "İstanbul" notunu düştük. Defteri göz ucuyla süzen galeri sahibi, "-

Yazının Devamı

Önce "kahveler" bitti sonra yazarı gitti

12 Mart 1999


ZEKASINI, duygusunu, kültürü ve birikimi ile yoğurup kağıda döken, üretken bir fikir adamı, yazar öldü. Ardında çok eser bıraktı ama, kağıda dökmeye vakit bulamadığı renkli hayatının, dostluklarının, birikimlerinin büyük bölümü de onunla birlikte yok oldu.
Salah Birsel, "Emekliye ayrıldıktan sonra eve kapandım. Günde, inanmazsınız 17 saat yazı yazar, kitap okurum" diyordu. "- Ben sözlük ardında koşan bir yazarım. Ben sözcük hokkabazıyım" diyordu. "- Benim şiirim, sokağa açılan, ciğerlerine temiz havayı doldurmak isteyen şiirdir" diyordu.
Düzyazıda ve şiirde kendine özgü üslup yaratan Salah Birsel, "Ben ölmem / işimi bilirim ben / Ecel zangoçlarını bile / Bir çırpıda atlatırım / ... / Hiç bir şeyden ürkmem / Kim ne derse desin / Ey insan seni sevdim / Ben ölmem, ben ölmem" diyordu ama... Ölüm Allah'ın emri. 80 yaşında öldü. Fakat ardında bıraktığı basılı eserlerde Salah Birsel'in adı yaşıyor. Adı ölmeyecek.
Ben Salah Birsel'in doğurganlığına, farklı yazımına, birikimine ve birikimini kağıda dökmesine hayranım. Ben şiirlerini ve denemelerini de severim ama Salah Birsel'i tanımayan, okumayanlara, "Salah Birsel okuluna giriş ve

Yazının Devamı

Şimdi moda "ilaç" yerine "ot" içmek

11 Mart 1999


TÜRKİYE'de ilaç "doktor reçetesi" ile değil, "dost tavsiyesiyle" alınır.
Türk, ülkesi dışına çıksa da alışkanlığı değişmez. Amerika'nın New York şehrinde kızımızın ateşi çıktı. Boğazı şişti. "Acep hangi ilacı alsak ki" diyerek kendi aramızda tartışırken bir yıl yaşamak için New York'a gelen Nursun'a ve Salih Memecan'a rastladık. İlaç konusunda uzmanlaşmış her Türk vatandaşı gibi hemen dost tavsiyesinde bulundular: "- Bizim çocuklar da hastalandı... Amerika'da 'ekin - eyşa' diye bir hap var. Ottan yapılma bir hap. Soğuk algınlığına birebir" dediler.
Başladık onlarla birlikte civardaki dükkanlarda bu hapı aramaya. Küçük dükkanlara giriyoruz, "- vardı ama bitti" diyorlar. O gün bulamadık. Ertesi sabah başka semtlerdeki büyük dükkanlarda hap aramaya başladık. Büyük dükkanlarda satıcı olmadığından hapı raflarda kendimiz arıyoruz. Bulamıyoruz. Yardım istedik. Bir yetkili hapın raftaki yerini gösterdi. Meğer yazılımı "Echinacea" şeklinde imiş.
Efendim, şu günlerde Amerika'da günün hapı bu. Echinacea, Amerika'nın belli bölgelerinde yetişen papatyaya benzer bir çeşit dağ çiçeği imiş. Yerli halk (Indians) bunu kaynatıp soğuk algınlığına

Yazının Devamı

Şimdiki ekmekler "un süngeri"

10 Mart 1999


AMERİKA'dan Türkiye'ye dönerken üç "somun" ekmek getirdim. Buzdolabında saklıyorum. Bitecek diye korkarak, dilim dilim yiyorum...
Beni Amerika'dan ekmek getirmeye mecbur duruma düşüren fırıncılarımız utansın. Türk halkına ekmek yerine "un süngeri" satanlar utansın!..
Sayın okuyucularım, bizim ev ekmeğimiz, köy ekmeğimiz buğday unundan, tabii maya ile yapılır. Yaklaşık altı saatlik bir mayalama süresi vardır. Odun ateşiyle ısıtılan fırında yavaş yavaş pişer. Mis gibi buğday kokar.
Şimdilerde satılan beyaz ekmekler ise ekmek değil "un süngeridir". Biz Türkiye'de her şeyin cıvığını çıkardığımız gibi, yabancıların ekmek sanayii için geliştirdikleri katkı maddelerinin kullanımının da cıvığını çıkardık.
Piyasada ekmek olarak satılan "un süngeri"nin içi kimyevi madde dolu. Hani nasıl hormonlu yem yedirerek tavukları şişiriyor, 2 ayda, 6 aylık tavuk büyüklüğüne getiriyorlar ise, işte o biçim... Önce beyazlatıcı madde ile un beyazlaştırılıyor. Sonra kabartıcı kimyevi madde ile kabartılıyor. Bir başka kimyevi madde ile mayalanma süresi sıfıra indiriliyor. Kimyevi maddelerle karıştırılan un, borunun bir yanından giriyor. Su ile

Yazının Devamı

Çamlıhemşin nire, Bodrum nire?

9 Mart 1999


FIRINDA, tezgahın arkasında koskocaman, afiş boyu bir renkli resim... Bıyıklı, uzun boylu sırım gibi bir Karadenizli, elinde av tüfeği, karların üzerine çömelmiş... Arkada yalçın tepeler görülüyor. Tezgahtaki gence "- Kim bu yiğit?" diye sordum. "- Bizim patron Talat Arıcı" dedi.
Bodrum Cumhuriyet Caddesi üzerindeki fırının tentesinde "Tarihi Yunuslar Fırını, Kuruluşu 1876" diye yazıyor. Bu fırın eskiden ekmek fırını idi. Şimdilerde tuzlu ve tatlı unlu maddeler üretiyor. Yirmi dört saat açık. Yirmi dört saat boyunca farklı ürünler çıkarıyor. Bodrum'a aşık olanlar sabah erken saatte limanda yürüyüş yaptıktan sonra fırına uğrar, bir şeyler alır, kahvaltı da yerler.
Bu fırın Bodrum'un en eski taş fırını imiş. Rumlar kurmuş, işletmiş. Sonra Girit muhaciri Yusuf Gözen'in olmuş. 1968 yılında da Çamlıhemşin'den Yakup Hoştan satın almış.
Çamlıhemşinlilerin mesleği "fırıncılık"... Talat Arıcı'nın anlattığına göre, taaaa Moskova'da, Macaristan'da fırıncılık yaparlarmış. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Türkiye'ye dönmüşler. İzmir, İstanbul ve Ankara'ya yayılmışlar.
Yakup Hoştan İzmir'de fırıncılığa başlayıp, Bodrum'a gelen bir

Yazının Devamı

Kafasını ve kolunu çalıştırana Türkiye fırsatlar ülkesi

8 Mart 1999


İŞÇİ "Muammer" ile, üniversite öğrencisi "Hakan"ın başarı öykülerini anlatayım da, Sayın okuyucularımın "içleri açılsın"... Türkiye'de kötülükler de var ama iyilikler de var... Köşeyi üçkağıtçılıkla dönenler var ama, "kafasını ve kolunu çalıştırarak" başarıyı yakalayanlar, hem de kalıcı başarıyı yakalayanlar da var.
İşçi Muammer ve üniversite öğrencisi Hakan'ı geçenlerde BÜMED'in (Boğaziçi Mezunları Derneği'nin) desteği ile düzenlenen Genç Girişimciler yarışması nedeniyle tanıdık.
Muammer Semerci, Zonguldak'ın Alaplı'sında 1960 yılında doğdu. İlokulu bitirdikten sonra 13 yaşında İstanbul'a geldi. Torna atölyelerinde çıraklık yaptı. Askerden sonra Karadeniz Ereğlisi'ndeki boru ve profil fabrikalarında çalışmaya başladı. 1991 yılında Körfez krizi nedeniyle işler durgunlaştığında, fabrikadan çıkışı verildi. İşsiz kaldı. Yeni bir iş bulamadı. "Ne yapabilirim, ne yapabilirim?" diye düşünürken, daha önce işçi olarak çalıştığı Sevil Profil Fabrikası'nda kullandığı makinelerin benzerini yapmaya karar verdi.
Kardeşi Aydın Semerci ile birlikte bir müteşebbisin kapısını çalarak, onun için bir profil makinesi yapabileceklerini anlattı.

Yazının Devamı

Nakış işleyen bacıma yüzde 40 vergi

6 Mart 1999


OTURDUKLARI evlerde nakış işleyen bacılarım, kazak ören analarım siz de "Vergi Reformu"ndan nasibinizi aldınız. Kısacası yandınız!.. Ya Maliye kapısında, ya belediye kapısında sürüm sürüm sürüneceksiniz. Kapılardan kapı beğeniniz...
Analarım, bacılarım... Ben size iki kapının farkını anlatayım da iki kapıdan birini seçip, şimdiden sürünmeye başlayınız.
Vergi Reformu ile Gelir Vergisi Kanunu'nun değişen maddelerinden biri de 9'uncu maddesi. 1 Ocak 1999 tarihinde yürürlüğe giren değişiklik, nakışçı bacılarımla kazak ören analarımı ilgilendiriyor.
Gelir Vergisi Kanunu'na göre her kim ki ister evinde, ister sokakta, ister dükkanda bir şey üretip satar, vergi verir. Az verir, çok verir.
Özel maddeye göre her kim ki, (hariçten işçi almamak ve de makine kullanmamak kayıt ve şartı ile) oturduğu evde, havlu, örtü, çarşaf, kilim, halı, çorap dokur, kazak örer, dantel, nakış yapar, hasır, sepet, süpürge, yapma çiçek, ip yapar ve de bunları satar, (1) Ya "Basit usul"de, sattığı malın değerinin yüzde 15'i ile, yüzde 40'ı arasında vergi verir, (2) Ya da, belediyeden her yıl Esnaf Muaflığı Belgesi alıp, bu belgenin yükünü taşır. O

Yazının Devamı

"Metres vergisi" yüzde 15

5 Mart 1999


BEYLER hapı yuttu... Maliye "hanım"lara ve "çocuk"lara hediye vermeyi vergiye bağladı. Maliye "ahlak ilkelerini dikkate alarak", "metreslere" verilecek hediyelerin vergisini, nikahlı eşe verilecek hediyenin vergisinin iki katına çıkardı.
Sayın okuyucularımı, hanımları, çocukları, metresleri uyarayım... Maliye takipte!.. Vergi sorumluluğu hediyeyi verende değil, alanda... Bundan sonra "metres"ler övünemeyecek "- Ah bak şekerim... Benimki bana ne aldı?" diye yüzüğünü, otomobilini gösteremeyecek. Hanımlar arkadaşlarına "Kocam bana bir otomobil aldı" der ise hapı yutacak... Çocuklar babalarının hediyesi otomobile zor binecek... En kötüsü "baba"lar" "babalık bile yapamayacak"... "Ben hayatta iken malımı, mülkümü çoluğa çocuğa dağıttım..." diyemeyecek...
Uzatmadan işin aslını ve de faslını anlatayım. 1999 yılı içinde her kim ki bir başkasından 213 milyon liranın üzerinde değere sahip bir hediye alır ise bir ay içinde Maliye'ye beyanname verecek. Hediyenin değerine göre ve hediye veren ile yakınlık derecesine göre yüzde 5 ile yüzde 30 arasında vergisini 3 yıl içinde 6 taksitte ödeyecek.
Örnek vereyim... Tevfik Efendi üniversiteyi

Yazının Devamı