Milyonlarca Alman, sağlarında sollarında hızla gelişen sosyalizm akımına bakıyor; onun vaat ettiği adil paylaşım söylemiyle heyecanlanıyordu. Ama bir-iki engel vardı: Sosyalistler ve komünistler bir tür küreselcilik öneriyorlardı. Önde gelen sosyalist ve komünist düşünürler, siyasetçiler ise ateistti.
Litvanya’ya kadar bütün orta, doğu ve kuzey Avrupa’ya yayılmış Almanlar, “Nobiscum deus/Gott mit uns” (Tanrı bizimledir) sloganı altında, Prusya çatısı altında birliklerini sonunda sağlamışlardı. Tanrı inancı altında kurdukları bu ulusal birlikten vazgeçmek kolay değildi ama feodalizm kalıntısı siyasal, sosyal ve ekonomik sistemin sebep olduğu yoksulluk da devam edemezdi. Almanlar, çevrede sosyalizmi benimseyen milletlere bakıyor ve bir çare, bir çözüm bekliyorlardı.
Çözüm, “sosyalizm” kelimesinin başına “milli” sıfatını takarak ismine ekleyen İşçi Partisi’nden geldi; “Nationalsozialistische Deutsche Arbeiterpartei ” (NSDAP, Alman Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi), ki biz onu
Çoğumuzun bütün hayatı boyunca tanık olduğu bir uluslararası realitenin, ABD ve Avrupa’nın koruma şemsiyesi altında, Orta Doğu’nun en büyük baş ağrısı olarak var olan bir ülkenin, tamamen yok olmasından söz etmek çok abartmalı değil mi? Hele hele bölgedeki 18 ülke içinde nükleer silaha sahip tek ülke olan İsrail’den söz ederken, sebep olduğu iç ve dış sorunların giderilmesi için ortadan kalkması gerektiğini düşünmek ne kadar realist olur?
Bunu – sizin ve benim gibi – Müslüman bir ülkenin halkından birileri söylüyorsa, evet, “İsrail batışa, dağılmaya doğru ilerliyor” ifadesi siyasal gerçekçilikle bağdaşmıyor gibi algılanabilir. Ama bunu, İsrailli tarihçi, siyaset bilimci ve eski politikacı, İsrail’deki Hadash Partisi’nin kurucusu İlan Pappe söylüyorsa; hem de öyle fısıltıyla ya da kimsenin bilmediği bir üniversite yayınındaki bilimsel makaleyle değil, İngiliz İşçi Partisi’nin yayın kollarından birinde, Amerika’nın önde
4 Nisan’da yapılmış bir toplantının sonunda yayınlanan ortak bildiri, son hafta birden ulusal gündemimizi işgal etti. Meseleyi geç mi intikal ettik; yoksa ortada bir algı yönetimi mi var? Tartışılabilir.
İki hafta önce, Özbekistan’da Semerkant’ta Avrupa Birliği ile beş Orta Asya ülkesi arasında bir zirve yapıldı. Zirvenin sonuç bildirisinde, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Tacikistan, AB ile iş birliklerini stratejik ortaklık düzeyine çıkarma kararı aldıklarını belirtiyor ve bu gibi ortaklık senetlerinde adet olduğu üzere, tarafların barış, güvenlik ve demokrasi için işbirliği yapmaya, BM ilkelerine ve bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğüne saygı gibi klasik ifadeler tekrarlandıktan sonra, hiç alışık olunmayan bir 4’üncü maddeye yer veriliyordu. Bu maddede de egemenlik, saygı, bölgesel forumlar ve saire tekrarlandıktan sonra “Aynı ruhla, ilgili BM Güvenlik Konseyi Kararı 541 (1983) ve 550’ye (1984) olan güçlü bağlılığımızı yeniden teyit ettik” gibi abes, mantıksız, yersiz
Devirler değişti, artık köpeğin insanı ısırması da haber olabiliyor. Ama bir eğitim kurumu, hele Harvard gibi, 388 yaşında, dünyada bilimin Mekke’si sayılan bir kurumun, hükumetin, “Eğitim ve personel işlerinizde şöyle-şöyle kararlar almalısınız!” diyen bir mektubunu ciddiye almayıp, çöpe atması neden haber değeri taşısın?
Hükumet binalarının bakımından sorumlu dairesi (GSA) ile eğitim ve sağlık bakanlıklarının hukuk danışmanlarının ortak imzasıyla gelen böyle bir mektup, hangi özerk üniversiteye gönderilse “hayatın normal akışı içinde” çöpe atılır; cevap bile verilmezdi. Ancak ABD’nin başında, Amerika’yı yeniden daha büyük ve güçlü hale getirmeye kararlı bir başkan var; bu başkan, Amerika’nın küçülmesine ve zayıflamasına sebep olan faktörlerden biri olarak pozitif ayrımcılığı görüyor. Pozitif ayrımcılık, ayrımcılıkların açtığı hasarı gidermek için uygulan bir sosyal politika aracı. Bizdeki uygulamalardan örnek veremeyiz; şükür, öyle bir sorunumuz olmadı. Ama
İsrail, Gazze’de ve Batı Şeria’da toplama kampları kurdu ve Filistinlileri buralara hapsetti. İstediği zaman bu toprakların istediği bölümünü işgal ediyor, ilhak ediyor; oralarda yaşayan Müslümanları sınır dışı ediyor, hapsediyor ve keyfi öldürüyor.
7 Ekim’den sonra bu cinayetlerin yoğunluğu o kadar arttı, teröristlerle mücadele kisvesi altında o kadar çok Filistinli öldürüldü ki, Güney Afrika başta olmak üzere vicdanlı milletler, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nden (ICM) bu cinayetleri durdurmak üzere harekete geçmesini istedi. ICM de İsrail’in Gazze’deki katliamının soykırımı (jenosit) boyutuna vardığını belirterek, bunun sorumlusu olan İsrail Başbakanı Netanyahu ve Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın tutuklanmasını kararlaştırdı. (Gallant daha sonra yerini Israel Katz isimli kişiye bıraktı.)
İsrail, Hamas’ın 7 Ekim baskınına sebep olan işgal ve cinayetlere, kurulduğu 14 Mayıs 1948’den çok önce başlamıştı. İsrail’in kuruluş ideolojisi olan siyonism, Avrupalı Musevilerin 1920’lerde o zaman Birleşmiş
Bir önceki ABD başkanı, adaylık mücadelesine başlarken “Erdoğan’ı yıkmamız lazım!” diye yola çıktığı, daha sonra başkanlık koltuğunda oturduğunda yeni “Türkiye gerçeği” ile karşılaşınca ne kadar toparlamak istese de toparlayamadığı için (çünkü zırva tevil götürmez!) ,Trump’ın “Erdoğan’ı seviyorum, o da beni seviyor” ifadesi medya tarafından kaçınılmaz olarak büyütüldü. Hele “Ona, ‘Tebrikler, hiç kimsenin yapamadığını, 2000 yıldır hiç kimsenin yapamadığını yaptın, Suriye’yi aldın’ dedim” sözleri bir tür övünç vesilesi bile sayıldı.
Ancak, gözden kaçırılmaması gereken başka bir nokta daha vardı Trump’ın bu ifadesinin devamında şöyle bir ifade yer alıyordu:
“Erdoğan ‘Hayır, hayır, ben almadım’ dedi. Ama ona ‘Sen aldın; ama önemli değil’ dedim. Sonra o da ‘Belki de benimdir’ dedi.”
Sarih bir konuşma tarzına sahip olmayan Trump’ın, Erdoğan’ın sözlerini aktarırken ne kadar
Başkan Trump, ülkesinin dünya ile ticaretine ortalama yüzde 34 vergi koyarken bunu “Kurtuluş Bayramı” diye ilan etti. Kimden veya neden kurtuluş?
Sömürüden... İddiasına göre, Trump, ithalatı yüzde 30 civarında pahalandırırken, Amerikalıları, kazandıkları parayı yabancı üreticilere, başka ülkelere kaptırmaktan kurtardığına inanıyordu. Amerika’nın zenginliği, dünyanın yer ülkesinden mal ve hizmet ithal ediyor olması, dünya ülkelerini, özellikle Çin, Japonya ve AB üyeleri tarafından istismar ediliyordu. Şimdi, kimsenin aklına gelmeyip de sadece Trump’ın aklına gelen, son derece yaratıcı, hatta devrim niteliğindeki bu cezalandırıcı gümrük vergisi uygulaması ile Amerikalılar artık nispeten daha ucuz olan yerli mallarına yönelecekler. Amerikan ekonomisi de bu küresel sömürüden kurtulacak!
Bayram ismi bundan daha iyi neye yakışırdı?
Bundan daha ağır “şakalar” görüyoruz medyada iki gündür; ama işin şakaya gelir tarafı hemen hemen bitti: Kendisinden önce hiçbir başkan tek bir kararnameyle, küresel
Öyle görünüyor ki Amerika’nın geleneksel olarak tutucu olan halkı, üçüncü dönem için aday olmaya kararlı Trump’a yine böyle rekor düzeyde oy verirse (ki verir!), tam 7 yıl dünya beşik gibi sallanmaya devam edecek.
İlk sarsıntı, Trump’ın dün gece açıkladığı yeni gümrük vergileri sebebiyle, sadece ABD’de değil, Amerika ile ticaret yapan bütün ülkelerde hissedilecek. Bu listeye, Küba, İran, Kuzey Kore ve Suriye dışında tüm ülkeler dahil. (Suriye’nin listeden çıkartılması için süreç başlayamadı bir türlü!)
Trump, böyle ticaretle-ekonomiyle ilgisi olmayan, bir açıdan popülist ama sıkıntının en çoğunu kendisine oy veren orta sınıf halkın çekeceğini de biliyor olmalı ki, kendisini, ancak 1 Nisan şakası olabilecek bu kararı, 2 Nisan’a bırakarak bunun “şaka” değil, ciddi bir ekonomik tedbir olduğunu söylemek zorunda hissetti.
Trump, önce Ukrayna konusunda Avrupalı müttefiklerini yalnız bıraktı; şimdi de dış ticaretlerinin yüzde 40’ına