Hiçbir söz, “sevgi” sözü kadar kulağa hoş gelmez, kulağımızı okşamaz. Yüzyılların deneyi, sevginin insanlara yaklaşmada, onları kazanmada ve yönlendirmede sihirli bir güce sahip olduğunu göstermiştir. Hiçbir şey, hiçbir araç insanları etkilemede sevgiden üstün bir yöntem olamamıştır. Bunun içindir ki, Yüce Allah’ın insanoğluna dinlerin en mükemmeli olarak gönderdiği, sonsuzluk ve saadet dini İslam’ın tebliğ bayrağı, temel dinamiği sevgidir. Dinimiz başta insan, her varlığa, her yaratığa sevgi ile yaklaşır. İslam’ın yayılmasında sevgi, bağışlayıcılık ve merhamet kadar tesirli olmuş bir metot yoktur. Rakiple, hasımla anlaşmazlıkların, problemlerin çözümünde bile; iyiliği, sevgiyi, sevgi ağırlıklı tüm yöntemleri denemeden güç kullanmaya kalkışmak İslam siyasetinde yoktur. Güç kullanmak kaçınılmaz hale geldiğinde de, bunun en güzel şekilde, adaletle, asla zulüm ve işkenceye sapmadan yapılması da bu siyasetin bir parçasıdır.
İslam’da sevginin her şeklinin yeri ve değeri vardır. Öncelikle mücerret sevgi duygusu yüceltilmiştir. Sonra insanın insanı, insanın Allah’ı ve Allah’ın insanı (kulunu) sevmesi söz konusu edilmiştir. Bu sevgi çeşitlerinden bizi esas ilgilendiren, Allah’ın kulunu sevmesidir.
Bazı zihinlerde yerleşmiş olan, İslam’da Allah’ın hep tehdit eden, ceza veren, cehenneme atan Tanrı oluşu, bu konuda oluşturulan ve yayılan hava kesinlikle yanlıştır.
Kuran’da tehdidin, cezanın, hesap görmenin yer aldığı bir gerçektir ve tamamen normaldir. Allah, sonsuz egemenlik sahibidir. Bunun sonucu olarak kulları için bazı kayıtlar, sınırlar, yasaklar koyması; koyduğu sınırları tecavüz eden, yasakları çiğneyenler için cezalar ön görmesi insaf sahipleri için anlaşılmaz bir şey değildir.
Âlemlerin Rabbi ve tek hâkimi olan Allah Teâlâ kullarının selameti için kötülükleri göstermiş, onlardan uzak durmayanlara tehditler yöneltmiştir. Bu, madalyonun bir yüzüdür. Madalyonun bir de çok daha net ve berrak olan öbür yüzü vardır.
Buna göre, İslam’ın inanılmasını emrettiği Allah; kullarını çok seven, onlara çok acıyan, çok merhamet eden, çok bağışlayan, onları hep kollayan bir Tanrı’dır.
Kuran’da Allah (c.c.)’ın en belli, en göze batan, en sık vurgulanan sıfatları bunlardır. Cenab-ı Hak, en ağır, en batırıcı günahları işlemiş olanları dahi kapsayıcı şekilde rahmetinden ümit kesilmemesini, bağışlayıcılığının sınırsız olduğunu ilan ediyor.[1]
Yüce Rabbimiz birçok ayette, günah işleyenlerin, kötü yola sapanların, sonra yaptıklarından samimi olarak pişman olup bağışlanma dilediklerinde bunun kabul edileceğinin müjdesini veriyor.
Peygamberimiz (s.a.v.)’in hayatı, bu ilahî sevginin, affediciliğin somut hâlidir. Onunla herhangi bir nedenle karşılaşıp, maddi veya manevi bir alışverişte bulunup da onun engin sevgisine, müsamahasına, nezaketine şahadet etmeyen yoktur. O, sevgi ile nefret, kolaylık ile zorluk, yumuşaklık ile sertlik ve benzerleri arasında bir tercih zorunda kaldığı zaman daima birincileri, yani sevgiyi, kolaylığı, yumuşaklığı, insanların lehine olanı tercih etmiştir. Biz ümmetine de, “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; sevdirin, nefret ettirmeyin”[2] buyruğunu vermiştir.
Bir gün Peygamberimiz ve ashabı şöyle bir olaya şahit oldu: “Emme çağındaki çocuğunu kaybetmiş olan bir anne, kaybettiği yavrusunun hasretiyle karşısına çıkan yavrusunun yaşıtı bütün çocukları kucaklayıp sıkı sıkı bağrına basıyor, hasretini dindirmeye çalışıyordu. Peygamberimiz bu tabloyu gören ashabına sordu:
-Ne dersiniz, bu kadın çocuğunu bulsa ateşe atar mı?
Ashap cevap verdi:
-Hayır, asla!
Bunun üzerine Peygamberimiz şöyle buyurdu:
-Bilin ki Allah’ın kullarına sevgisi, bu kadının çocuğuna olan sevgisinden daha fazladır.[3]
Dini bilgiler
MÜSLÜMANLIKTA DİNİ GECELER
MEVLİD KANDİLİ: Kamerî aylardan Rebiulevvel ayının 12. Gecesidir. Peygamberimiz (s.a.v.)’in doğduğu gecedir.
REGÂİB: Üç aylardan ilki olan Receb’in ilk cuma gecesidir. Annesi Âmine’nin, Hz. Muhammed (s.a.v.)’e hâmile olduğunun farkına vardığı gece olarak bilinir.
MİRAC KANDİLİ: Receb ayının 27. Gecesidir. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’in hicretten bir buçuk yıl önce Allah katına çıktığı gecedir.
BERAT KANDİLİ: Kamerî yılın üç aylar diye bilinen Recep, Şaban, Ramazan aylarından Şaban’ın 15. gecesine yani üç ayların tam ortasına rastlayan bir af ve mağfiret gecesidir. Dua, tevbe ve ibadetle bu geceyi değerlendirenlerin beraat edecekleri, bağışlanacakları ümit edilir.
KADİR GECESİ: Ramazanın 27. Gecesidir. Kur’an-ı Kerîm’in indirilmeye başlandığı gecedir. Bu gecede yapılacak dua, tevbe ve ibadetin, sevap bakımından bin ayda yapılandan daha değerli olduğu Kur’an’da haber verilmektedir.
Kıssadan hisse
TUTUMLULUK
Hayırsever bir zengin, iki yakasında yaşayan insanların üzerinden geçmekte sıkıntı çektiği bir nehrin üzerine, sevabına betonarme bir köprü yaptırmaya karar verdi. Bunun için gerekli incelemeyi yapmak üzere tanınmış bir mühendisi arabasına alıp nehre gitmek üzere yola çıktı.
Yanında oturmakta olan mühendis yolda bir ara sigarasını çıkarıp bir kibritle yaktı ve içmeye başladı. Zengin adam mühendise, “Yahu benim sigaram yanıyordu; sigaranı neden benimkinden yakmadın; kibriti ziyan ettin?” diye sitemde bulundu. Mühendis “Alışkanlık işte efendim” falan diye geçiştirdi. Ama kafasında da, “Bir kibriti bile hesap eden adam nasıl milyonlarca lira harcayıp bedava köprü yaptırır? diye soru belirdi. Bu duygu ve düşünceler içinde nehre vardılar. Zengin adam nehrin kıyısında bir yer gösterip sordu:
– Köprünün bir ayağı buraya olur mu?
Mühendis cevap verdi:
– Olmaz!
Adam başka bir yer gösterdi:
– Buraya olur mu?
– Olmaz!
Mühendisin maksadı işi yokuşa sürmekti. Zengin adam da onun maksadını anlamıştı. Cebinden bir avuç altın çıkarttı ve bulanık suyun içine fırlattı ve arkasından sordu:
– Köprünün ayağı buraya olur mu?
Mühendis hayret içinde cevap verdi:
– Evet olur.
Adam cebinden bir avuç daha altın çıkardı ve bir başka yere savurdu:
– Buraya da olur mu?
– Mühendis gene hayret içinde cevap verdi:
– Evet, oraya da olur.
Hayırsever zengin, mühendise bir ders vermeyi de ihmal etmedi:
– Arkadaş, sen beni bir kibriti bile hesap ediyor diye cimri sandın. Evet yerinde bir kibrit çöpünü bile düşünür, gereksiz yere ziyan etmem. Ama yeri gelince de gözümü kırpmadan saçarım!
Ramazan fıkrası
ŞANS YAVER OLUNCA
Kanuni Sultan Süleyman, kızı Mihrimah Sultanı; zekî, hırslı, geleceği parlak bir devlet adamı olan Rüstem Paşaya vermek istiyormuş. Rüstem Paşa bu sırada Diyarbakır valisi imiş. Saraya damat olacağı duyulunca hakkında bir sürü dedikodu üretilmiş. Bunların en önemlisi, Rüstem Paşa’da cüzam hastalığı bulunduğu iddiası imiş. Kanuni, Sarayın hekimbaşını çağırarak cüzam hastalığının en çok tanınan belirtisinin ne olduğunu sormuş. Hekimbaşı, cüzamlı bir kimsede bit barınamayacağını söylemiş. Bunun üzerine Diyarbakır’a adamlar gönderilmiş. Bunlar gizlice Rüstem Paşa’nın çamaşırlarını kontrol etmişler ve bu sırada bir bite rastlamışlar. Böylece Rüstem Paşa’nın cüzamlı olmadığı anlaşılmış.
Bu olay üzerine devrin bir şaîri şu iki dizeyi yazmış:
Olacak bir kimsenin bahtı kavi, tâlihi yâr
Kehlesi dahi mahallinde onun işe yarar.
[1] Kur’an, Zümer, 53.
[2] Buharî, İman 27.
[3] Buharî, Edep 18.