Türkiye’yi soykırımla suçlayan tasarı İsveç Parlamentosu’nda bir oy farkla kabul edildi. Tasarıda Ermenilerin yanı sıra Asurilerin, Keldanilerin, Pontus Rumlarının da Osmanlı döneminde “soykırım”a uğratıldığı iddia ediliyor.
Bu golü göz göre göre hatta bile bile yedik sayılır...
Komediye bakınız... TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Murat Mercan başkanlığında bir heyet 13 Şubat’ta İsveç’i ziyaret ediyor. Stokholm’de gazeteciler Murat Mercan’a İsveç Parlamentosu’na sevk edilen soykırım tasarısı konusunda ne düşündüğünü soruyorlar. Mercan’ın bu tasarıdan haberi yok. Gazeteciler sorunca öğreniyor. Ne var ki konu Türkiye’ye taşınmıyor. Ankara, ABD’deki tasarıyla ilgilenirken İsveç’teki tasarıyı kimse ağzına almıyor. İki gün önce dile getirdik. Eğer konu ülke içinde tartışılsa, kamuoyu oluşturulsa İsveç etkilenebilir, tasarı geçirilmeyebilirdi. Ne var ki iktidar tasarıyı adeta gizliyor. Dışişleri Bakanı Davutoğlu CHP’yi ancak iki gün önce arayarak yardım talebinde bulunuyor. Tabii ki yumurta kapıya gelince gösterilen çaba yeterli olmuyor.
İsveç Parlamentosu’nun kararı belli olunca Başbakan, İsveç seyahatini iptal ediyor. Stokholm’deki büyükelçimiz geri çağırılıyor. Hepsi göstermelik.
Mahir Demir, Tuncelili genç bir yurttaşımız. 2005 Ankara Hukuk Fakültesi mezunu. En büyük ideali hâkim veya savcı olmak. 2007’den bu yana açılan dört sınava girdi, dördünde de yazılı bölümünü iyi derecelerle kazandı, ancak mülakatlarda hep kaybetti. Bunun üzerine, girdiği son üç mülakatın objektif ölçülere dayanılarak yapılmadığı iddiasıyla dava açtı. Kazandı. Adalet Bakanlığı tarafından mülakata alındı. Bu defa soruları torbadan çekti. Çıkan sorular şunlardı:
- Osmanlı, ilk dış borcu hangi tarihte kimden aldı?
- Avrupa Yatırım Bankası ne zaman, nerede, hangi anlaşmayla kurulmuştur?
- İlk Türk sopranosu kimdir? Ne zaman, nerede doğmuştur? Kısaca hayatını anlatır mısınız?
- İlk devlet sanatçımız kimdir? Ne zaman nerede doğmuştur? Eserlerinden birkaçını söyleyiniz.
- Kaç çeşit virüs vardır? İsimlerini sayar mısınız?”
Mahir Demir soruları yanıtlayabilmiş mi?
Newsweek dergisinin dün bir bölümünü aktardığımız “Ordu yenildi” başlıklı yazısının diğer çarpıcı bölümüne de okurumuz Selçuk Kınıklı dikkati çekiyor...
O cümle şöyle:
“... Ordunun siyasete uzanan elini kesmek Türkiye’ye laikliği demokratik olarak yorumlama ve Kürtlerin özerklik isteği gibi konularla daha açık ilgilenme imkânı verecektir. Bu tercih şimdi özellikle daha kolay...”
Şu sözler de Yunanistan Başbakanı Papandreu’nun:
“Türk ordusu, Türk hükümetine göre adada daha fazla müdahil durumda. Ancak ben Kıbrıs meselesinde Türk ordusundan ziyade, Türk hükümetinin daha fazla müdahil olmasını tercih ederim.”
Newsweek’in ilan ettiği “Ordu yenilgisi”ni kimlerin neden istediğini biliyorduk. TSK’nın özellikle Güneydoğu ve Kıbrıs’taki tavizsiz tavrı bazıları yönünden sıkıcı oluyordu. Yukarıdaki satırlar o alanlardaki rahatlamayı ifade ediyor. Hadi hayırlısı, diyeceğiz ama... Bu işin ucunda bizim açımızdan hayırlı bir şey de görünmüyor.
Siyasette kavga AKP’ye yarıyormuş.Gidişat da “Kavgam” gidişatı zaten...
PKK ve Atina...
Her zaman alışveriş ettiğimiz eczanenin sahibi dün sabah hal hatır sorarken, “Herhalde bir iki aya kalmaz, kapıya kilidi asarım” deyince meraklandık. Nedenini anlattı:
- Müşterilerimin çoğu raporlu hasta. Yani aldıkları ilaçların parasını devlet ödüyor. Sağlık kurumlarında yazdırdıkları ilaçları kendilerine verebilmemiz için MEDULA denen sisteme girip Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan onay almamız gerekiyor. Ancak haftalardır sisteme hemen hemen hiç giremiyoruz, çünkü genellikle kapalı oluyor. Tesadüfen açık olursa bir sürü soruyu yanıtlamamız gerekiyor; ilacı yazan doktorun adı ne, diploma numarası kaç, hangi hastanede çalışıyor, verdiği ilaç ya da ilaçların adı ne, vs. vs. Her bilgiyi internet yoluyla tek tek gönderip onay alıyoruz. Her bir reçete için ortalama 20 kez internete bağlanıyoruz. Sadece tek bir reçetenin onayı normal şartlarda 45 - 50 dakikayı buluyor. Bu nedenle de günde en fazla 4 - 5 reçete için onay alabiliyoruz. Alabiliyoruz lafın gelişi tabii. Çünkü dediğim gibi çoğu kez sisteme giremiyoruz.
- MEDULA sistemindeki sorunun bir türlü çözümlenememesi sizce normal mi?
- Tabii ki değil. İstense hemen halledilir. Ama amaç eczaneleri ekonomik olarak çökertip çoğunun
Mümin Sekman’ın “Her şey Seninle Başlar” adlı kitabı 5 yılda 700 bin baskı yapmış, bu alanda rekoru elinde tutuyor. Kitap başarının sırlarını anlatıyor.
Bir köpekbalığını akvaryuma koymuşlar. Bir de küçük balık. Köpekbalığı acıkınca küçük balığı yutmaya teşebbüs etmiş. Ancak kafasını sert bir cisme vurarak geri çekilmiş. İkinci teşebbüsünde öyle. Üçüncü teşebbüsünde öyle. Çünkü köpekbalığı ile küçük balık arasına bir cam yerleştirilmiş, iki alan bölünmüş.
Sonra camı kaldırmışlar. Küçük balık büyük balığın burnunun dibinde dolaşmaya başlamış. Ancak büyük balık küçük balığı yutmaya artık hiç teşebbüs etmemiş.
Buna psikolojide “öğrenilmiş çaresizlik” deniyor.
Defalarca denediği halde başarılı olmayınca insanoğlu artık bir daha deneme cesaretini kaybediyor... Hayal kırıklığına uğramamak için denemekten vazgeçiyor. İnsanların hayatta istedikleri yere varamamasına genellikle bu çaresizlik duygusu yol açıyor. Anlaşıldığı gibi, başarısızlığa dış engellerden çok iç engeller sebep oluyor ve öncelikle bunların kaldırılması gerekiyor. Kitap bu yönde eşsiz bir kılavuz niteliği taşıyor.
Kitabın sonunda ilginç bir not var. Bu kitabı Karaman’da bir öğretmen okuyor. Çok beğeniyor. Bir
Aslında Ermenistan işinde kendi kendimizi köşeye sıkıştırdık. Protokole Karabağ şartını koymadan TBMM’den geçirme sözü vermek zaten baskıya davetiye idi.
Şimdi biraz öfke, biraz toz duman yapıyoruz ama... Bunun ne ABD’yi ne Ermenistan’ı etkileyeceğini sanmayalım. Elçimizi birkaç gün Ankara’ya çağırmak da sonucu değiştirmez. Peki ne yapmalı? CHP Milletvekili Onur Öymen’in dediği:
- Hükümet Ermenistan ile imzalanmış protokolü TBMM’den geri çekmeli... Somut bir tepki ortaya koymalı. Şu ana kadar somut bir tepki yok.
- Dışişleri Bakanı Davutoğlu baskıya boyun eğmeyiz, diyor.
- Protokolü bu şekilde imzalamak bizatihi baskıya boyun eğmekti...
- Peki bundan sonra ne olur?
- ABD baskıyı sürdürecektir. Soykırım tasarısının Temsilciler Meclisi’nin gündemine alınmasını istemiyorsanız protokolü onaylayın diyecektir... Onaylamazsanız Temsilciler Meclisi ve Senato’dan geçer tehdidinde bulunacaktır.
Her yıl nisan ayında aynı şeyi tartışıyoruz: n Ermeni tasarısı bu yıl ABD Kongresi’ne gelecek mi? Gelirse geçecek mi?
n ABD Başkanı, konuşmasında “soykırım” sözcüğünü kullanacak mı, kullanmayacak mı?
Ve tabii Amerika cephesinden Türkiye’ye yönelik “soykırım politikası!” bu yıl da geçmiş yıllardakinden farklı değil.
Her yıl bu konuda gerilim yaşanıyor. ABD’ye heyetler gidiyor. Pazarlıklar yapılıyor. ABD yeni bir şeyler koparmanın peşine düşüyor.
Bizim 1915 olaylarına bakışımız net? Evet, o tarihte hiç istenmeyen, çok üzücü olayların yaşandığı doğrudur. Pek çok ölümlerin olduğu da... Bunlar savaş koşullarında yaşanabilecek olaylardır. Ama soykırım olarak nitelendirilemez.
* * *
Peki, Amerika’nın 1915 olaylarına bakışı nedir? Olayları ya soykırım olarak görüyordur ya da görmüyordur. Görmüyorsa bunu şimdiye kadar çoktan açıklaması... Yok görüyorsa, neden gördüğünü önce belgeleriyle açıklayıp sonra da gereğini yapması gerekirdi.
Hükümetin hazırladığı 2010 Yılı Programı’nda enflasyon tahmini neydi? TÜFE için yüzde 5.3... Ya o tahmine dayanılarak memur ve emekli maaşlarına yapılması kararlaştırılan zammın oranı? Yılın ilk altı ayı için yüzde 2.5. İkinci altı ayı için yine 2.5.
Bu hatırlatmadan sonra gelelim asıl konumuza... 2010 Ocak ayında TÜFE’deki artış ne olmuştu? Yüzde 1.85. Dün açıklanan şubattaki artış ne çıktı? Yüzde 1.45. Bu iki ayın birikimli enflasyon artışı ne olmuş oluyor bu durumda? Yüzde 3.32.
Yani, yılın daha ilk iki ayında yılın altı ayı için verilen zamdan çok fazlası enflasyonla geri alınmış bulunuyor. Cümleye geçmiş olsun.
Geçen yılın ilk dokuz ayındaki toplam fiyat artışının sadece yüzde 2.28 olduğunu bilvesile hatırlattıktan sonra gelelim tüketici açısından daha can sıkıcı bazı ayrıntılara, rakamlara...
Yapılan araştırmalara göre tüketicilerin toplam harcamaları içindeki gıda giderlerinin oranı ortalama yüzde 27.6. Tüketicinin gelir düzeyi düştükçe bu oran büyüyor.
Peki, sadece gıda harcamalarındaki fiyat artışları nedir, derseniz; ocak - şubat toplamı yüzde 6.67.
* * *