Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu toplantıları nihayet sona erdi... Netice ne olursa olsun, yargı bağımsızlığıyla ilgili çok hassas bir kurum olan HSYK ilk kez bu kadar tartışıldı, ilk kez bu kadar yıpratıldı. Kamuoyunda Kurul’un mevcut yapısıyla sağlıklı görev yapamadığı izlenimi yaratıldı. Amaçlardan biri de mutlaka buydu. Hükümetin aklında çoktandır HSYK’yı değiştirmek, iktidara daha sıkı bağlamak vardı.
Bakınız geçen yıl Ergun Özbudun’a hazırlattırılan Anayasa taslağında HSYK’nın yeni şekli nasıl tasarlanıyor:
“Bu Kurul, on yedi asıl ve dört yedek üyeden oluşur. Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kurul’un tabii üyesidir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, birinci sınıfa ayrılmış hâkim ve savcılar arasından üye tamsayısının salt çoğunluğu ve gizli oy ile beş asıl ve bir yedek üye seçer...”
Yeni Anayasa ile iktidar partisine bağlı 6 kişinin kafadan 17 kişilik HSYK’ya girmesi tasarlanıyor. Böylece bağımsız yargının kalan bağımsızlığı da sizlere ömür...
Son HSYK tartışmaları sırasında bir unsuru daha
Ümran Avcı yıllarca Milliyet’te çalışmış bir muhabir arkadaşımız... Kısa süre önce bir başka gazeteye geçti. Bu arada 5 yıldır üzerinde çalıştığı kitabı bitirdi; “Kum Saati” Bilgi Yayınevi’nden çıktı. Kitap Abdi İpekçi, Turan Dursun, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Uğur Mumcu, Eşref Bitlis, Onat Kutlar, A.Taner Kışlalı, Necip Hablemitoğlu gibi aydınların son günlerini anlatıyor. Öldürülmeden hemen önceki son sohbetleri, son yemekleri, son projeleri, son vedaları... Ümran Avcı’nın dediği gibi:
- Biz onları birer akademisyen, gazeteci olarak tanırken onlar önce birer ana baba, birer sevgili, eşlerine aşık birer kocaydı...
Ölüm kapının ardında onları beklerken kimi ailesiyle olağan bir gün geçirmişti. Kimilerinde belli belirsiz huzursuzluklar vardı...
Abdi İpekçi Paris’te ailesiyle buluştuğunda kızına, bir gece yarısı Boğaz’dan otomobille evine dönerken Maslak’ta önüne bir adamın çıktığını, tabancasıyla yere birkaç el ateş edip ortadan kaybolduğunu
AKP’nin Ankara il kongresi yarın yapılacaktı. İki gün kala 19 Temmuz’a ertelendi. Sebep mi? Tayyip Erdoğan’ın birden fazla adayın yarışacağı kongre istememesi... Genel Merkez’in de yaptığı onca görüşmeye rağmen aday sayısını bire indirememesi... İstemediği mevcut İl Başkanı Halis Bilge’den, “Aday olmayacağı” sözünü alamaması. Benzer durum Uşak’ta da yaşanıyor. Orada da bir isim üzerinde anlaşma sağlanamadığı için kongre ikinci kez ertelendi.
Bir parti ki, ülkeye AB standartlarında demokrasi getireceğini vaat ediyor... Ama demokrasinin olmazsa olmazlarından parti içi demokrasiyi uygulamıyor. Yanından bile geçmiyor. Üyelerinin özgürce aday olup kendi aralarında demokratik rekabete girmelerine izin vermiyor. Delegelerine:
“Adayınızı ben seçeyim, siz de benim seçtiğim adaya oy verin, olsun bitsin” diyor.
Bunun adı demokrasi... Bu parti de demokrat oluyor!
İnsan sormadan edemiyor...
AKP’yi bu demokrasi katakullisine TSK mı zorluyor?
Hani asker vesayeti ortadan kalkınca rejimin bütün kurumlarıyla yerine yerleşeceği,
Albay Dursun Çiçek İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tutuklanınca yandaş medya bayram etmişti. Karara “Devrim” ya da “İşte hukuk” diye alkış tuttular. Çünkü Albay Çiçek’in tutuklanmasıyla hem Genelkurmay Başkanı hem Askeri Savcılık ofsayta düşürülmüştü.
Albay için tahliye kararı verilince aynı medya bu defa yaygarayı bastı... Dünkü bazı başlıklar şöyleydi: “Abrakadabra Çiçek serbest”, “Albay’a tahliye ‘Bizim Mahkeme’den”, “Jet tahliye kuşkuya yol açtı”...vs. Albay tutuklanınca bu hukuk, tahliye edilince bu hukuksuzluk. Yargıya güveniyorlar ama sadece onların kin ve intikam duygularına uygun karar veren organlara...
Türkiye’de bölünme derinleşiyor..
İktidar tarafı hemen tüm tartışmalarda konuya “Bizden olmayanlar, bizim karşımızda sayılır” mantığıyla bakıyor. Siyasi empati iflas etmiş durumda. Tek doğru onların doğrusudur. Demokrasi, insan hakları, hukuk gibi evrensel kavramlar onların iktidarına yardımcı oldukları
Her yıl 2 Temmuz... Yani Sivas katliamının yıldönümü yaklaştığında Madımak Oteli’nin müzeye dönüştürüleceği haberleri ortalıkta dolaşmaya başlar. 2 Temmuz geçer, müze meselesi bir sonraki 2 Temmuz’a kadar rafa kaldırılır.
Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, geçenlerde, “Madımak’ın altında kebapçı dükkânı olmasından utanıyorum” dediğinde pek çok insan yine umutlanmış, “Bu iş artık oluyor galiba” demeye başlamıştı ki, sonuç yine hüsran oldu. Neden ve niçin mi? CHP Sivas Milletvekili Malik Ejder Özdemir anlatıyor:
- Ertuğrul Günay, o lafı ettiğinde insanlar samimiyetine inanmışlardı. Oysa amacı kebapçıyı boşaltıp yerine bakanlığa bağlı DOSİM mağazasının şubesini açmaktı. Bu arada Madımak’ın sahibi de haklı olarak tek bir katı kiraya vermek istemiyor. Gelin bütün binayı satın alın diyor ama Bakan buna yanaşmıyor.
- Sizce yapılması gereken şey nedir?
- Bakanlık, 5 - 6 katlı bina olan Madımak’ı tümüyle satın almalı. Üst katlarını geçen yıl binası yıkıldığı
Son günlerin en önemli gelişmesi nedir? 12. Ağır Ceza Mahkemesi yargıcı Necat Ede’nin “üzerinde kurumsal baskı olduğunu” açıklayarak Ergenekon davasından çekilmesidir...
Bu baskıyı yapan kurum hangisi?
Et Balık Kurumu değil tabii ki...
O kurum Adalet Bakanlığı’dır...
Ne var ki, Adalet Bakanlığı suçlamanın üzerinden iki hafta geçtiği halde hiç oralı olmuyor... Tek açıklama yapmadı bugüne kadar...
Elbette böyle bir baskı tek bir yargıçla sınırlı olamaz. Bütün yargıç ve savcılar üzerinde; özellikle “iktidarın değil de hukukun gereklerine göre davranan” hukuk adamları üzerinde aynı baskı var demektir.
Rektörlerin, profesörlerin, emekli generallerin ölümün eşiğine geldikleri halde ısrarla tahliye edilmemeleri bu baskının sonuçlarından biri olmamalı...
Heybeliada Ruhban Okulu konusu bir süredir gündemden düşmüştü. Egemen Bağış ve Ertuğrul Günay’ın, “Anlaşma sağlanmak üzere, yakında açılabilir” anlamına gelen son açıklamalarıyla yeniden gündeme geldi. Araştırmacı Aytunç Altındal ne diyor bu konuda diye merak ederseniz:
- Önce genel bir yanlışı düzelteyim; Türkiye’de devlet ruhban okulu diye bir okulu kapatmış değil. Okul açık. Sadece eğitimine süresiz ara verilmiş. Ara veren de biz değiliz, Patrikhane...
- O zaman sorun ne?
- Sorun; bu okulun statüsü ne olacak? Bir meslek lisesi mi yoksa yüksek okul mu? Patrikhane, yıllardır ısrarla, okul bana bağlı olarak açılmalıdır, diyordu. Yani müfredatını ben belirleyeyim, öğrenci ve öğretmenlerini ben seçeyim, bütçesini ben yapayım... Böyle bir şeyi hiçbir ülke kabul etmez. Örneğin, müfredatını kendisinin belirlemesine evet derseniz bu, Patrikhane’nin istediği şekilde Hıristiyan şeriatına uygun eğitime evet demek olur. Peki, aynı şeyi Müslümanlar istediğinde ne olacak? Bu
Gündem madem ki Kenan Evren... Geliniz Evren hakkında 20 yıl önce (11 Kasım 1989) yazdığımız bir yazıyı tekrar okuyalım. Başlığı “Veda latifesi” idi. Evren Cumhurbaşkanlığı’ndan emekli olduğunda yazmıştık:
“Aziz Açık Pencere okurları, muhterem hemşerilerim, şimdi kötü niyetliler hemen diyecekler ki, Açık Pencere okurları senin nereden hemşerin oluyor. Bir defasında Burdur’a uğramadan Antalya’ya gitmiştim. Ona bile mana bulmuşlar.
Biz 12 Eylül’ü makam sahibi olmak için yapmadık. Netekim bu görev gelip bizi buldu. Yoksa lisede leyli meccani iken tesadüfen matematikten kırık numara alıp askeri okula geçmeseydim şimdi muhtemeldir ki Alaşehir’de bir Bağ - Kur emeklisi olarak bulunacaktım.
İçinizden bazıları sitem ediyormuş. Cumhurbaşkanı’mız bize dargın mı, Muğla İlini Güzelleştirme Derneği’ne veda ziyaretine gitti, bize bir veda mesajı bile yollamadı demişler. Neden size dargın olayım? Muğla benim PTT’den emekli ağabeyimin evlendiği yerdir, hatta, ‘Ev alacaksan Muğla’dan, kız alacaksan tuğladan’ diye bir