Çürük okullar...

5 Ocak 2005

- Türkiye genelinde okulların yüzde 25i depreme dayanıksız, derhal güçlendirilmeleri gerekiyor. Bunun için gereken para 120 trilyon lira. Örneğin, benim seçim bölgem Karsta, Halit Paşa ve Ziya Gökalp ilköğretim okulları bu durumda. Ziya Gökalp, yıkılıp yeniden yaptırılacak. Çankırıdaki Süleyman Demirel Anadolu Lisesi, üç yıl kullanıldıktan sonra oturulamaz raporu verildiği için boşaltıldı. Tunceli Pülümürdeki yatılı bölge okulu, eğitime açıldıktan üç ay sonra boşaltıldı, öğrenciler eski okullarına gönderildi, şimdi yeniden yapılacak. Türkiye genelinde çürük olduğu anlaşılıp yıkılmayı bekleyen binlerce okul var.- İyi de, bu okulları yeniden kim yapacak?- İşin en acı tarafı da o. Normalinde müteahhitlerin parayı kendi cebinden ödeyip yapması gerekirken devlet yapacak. Ben, yeniden müteahhitlere yaptırılan ya da yaptırılacak olan bir tek okul hatırlamıyorum. Çoğu kez zamanaşımına uğratıp faturayı devlete yüklüyorlar.- Siz bunun hesabını Milli Eğitim Bakanına sormadınız mı?- Sormaz olur muyuz? Geçenlerde Grup toplantısında sordum ama cevap alamadım. Burada bir parantez açalım.. Geçenlerde Müteahhitler Birliği, etik davranmayan müteahhitleri kovuşturduğunu açıklamıştı. Acaba yukarıdaki

Yazının Devamı

Özgürlük üzerine

4 Ocak 2005

Bilvesile Erich Frommun Özgürlük Korkusu kitabından birkaç satır okuyalım bakalım:"... bu gerçek, çağdaş insanın, ne istediğini bildiği yanılgısı içinde yaşadığı, ama aslında istemesi gerekeni istediğidir. Bunu kabul edebilmek için, şunu anlamak gerekir ki, kişinin gerçekten ne istediğini bilmesi o kadar kolay değildir, tersine, insanın çözmek zorunda olduğu en güç sorunlardan biridir. Bu görevden telaş içinde kaçarak hazır bazı amaçları, kendi amaçlarımızmış gibi benimseriz. İsteklerimizin - aynı zamanda duygu ve düşüncelerimizin de - hangi ölçüde bize ait olmadıkları ve tepeden inme olduklarını fark etmedeki güçlük, otorite ve özgürlük sorunuyla yakından ilgilidir. Yakın çağlar tarihi boyunca, Kilisenin otoritesinin yerini devlet otoritesi, devlet otoritesinin yerini vicdan, günümüzde de vicdan otoritesinin yerini, genel uyum araçları olarak sağduyu ve kamuoyu otoriteleri almıştır. Eski açık otorite biçimlerinden kendimizi kurtaramadığımızdan, yeni bir otoritenin kurbanı olduğumuzu görememekteyiz. Kendi kararlarını veren bireyler olduğumuz yanılgısı içinde yaşayan robotlar haline dönüştük..." Ünlü bir meslektaşımız ateistmiş, Kuran okumuş, dine inanmış. Kimisi de malum,

Yazının Devamı

Polis mektubu

2 Ocak 2005

"... Çalışma ve hak... Bu kavram, tatillerini yaşayanlar için pek bir anlam ifade etmeyebilir. Biz polisler içinse tatil, bayram ya da yılbaşı sıkıntı ifade eden günlerin başlangıcıdır. Sizin için tatil olan günlerde, bizim çalışma zorunluluğumuz vardır.Haftada 40 saati aşan çalışmalar için fazla mesai uygulanırken, bizler 72 saat çalışıyoruz. Üstüne üstlük herkesin tatil dediği bizim için ıstırap olan günlerde, 12 / 12 çalışarak fazla mesaiyi katlıyoruz. Tüm çalışma hayatı boyunca, tatil kavramıyla tanışamayan bir insan olsaydınız ne yapardınız? Bir düşününüz...Kavramsal olarak belirli bir yetkinliğe ulaşma şansınız, ağır çalışma koşulları altında çalınmıştır. Entelektüel bir yapıya ulaşmamız imkânsız gibidir. Aynı polis sizlerin sosyal yaşamını belirler. Ne kadar özgürlük isterseniz, o kadar güçlü bir polisinizin olması gerekir. Unutmayın, bizler sizin özgürlükleriniz için varız, biz yoksak yani güçsüzsek çevreniz suçların ve suçluların egemen olduğu, özgürlüğün sınırlandığı bir alana dönüşür.Devlet, memurunu fazla çalıştırıyorsa hakkını vermelidir... Bizler çalışmaya devam ediyor ve hakkımızı arayamıyoruz, çünkü tüm dünyayı kurtaran sizler, bizi ve içinde bulunduğumuz ağır

Yazının Devamı

Okurla hasbıhal

1 Ocak 2005

Değerli okurlar, elbet iyi şeyler de oluyor, hükümet ihtimal iyi şeyler de yapıyor. Ne var ki onlar zaten yazılıyor... Hem de fazlasıyla yazılıyor... Acaba yeterli olmuyor mu?Sevgili okur,Üstelik de gazetecinin görevi olumlu şeyleri yazmak, iktidarları yağlamak, güçlüleri parlatmak, vatandaşı boş şeylerle oyalamak değil, her koşulda doğruları dile getirmektir. Her konuya kuşkuyla yaklaşmak, sorgulamaktır. Gazetecinin görevi egemenlere moral vermek değil, eleştirmektir. Her koşulda karşı görüşü de dile getirmektir. Yazar elbet zaman zaman taraf olacaktır. Ama haklıdan yana, halkın ve ülkenin çıkarlarından yana, doğrulardan yana taraf olacaktır... Bedri Rahmi Eyüboğlunun dediği gibi "Yazarın soylusu ezenden değil, ezilenden yana olandır"... Yazardan öncelikle talep edilecek şey, doğrudan ve haklıdan yana olmasıdır.Her ne kadar sürçülisan ettikse affola, diyor, Açık Pencere ekibi olarak sizlere mutlu, umutlu ve sağlıklı bir yıl diliyoruz. Sevgili okur, kısa ömrümüzden çok değerli bir yılı daha geride bıraktık. Görevimiz gereği, sizlere yıl boyu haber, mizah, yorum, görüş, düşünce, bilgi taşıdık. Bilgilendirmeye, tebessüm ettirmeye çalıştık. Kimi okurlarımızdan yıl boyu övgü aldık.

Yazının Devamı

Deney komedisi!

31 Aralık 2004

- Maddenin üçüncü fıkrası, çocuklar üzerinde bilimsel deney hiçbir surette yapılamaz, yapanlar üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır, diyor. Madde bu şekliyle yürürlüğe girerse, hiçbir diş hekimi, artık 18 yaşından küçüklere diş protezi yapamayacak. Çünkü, protez imali sırasında yapılan işlemler deney sayılıyor. Oysa, bir protezin ağıza uyup uymadığını kimi zaman defalarca denemek gerekiyor. Aynı şey, diğer hekimler için de söz konusu. Örneğin, hiçbir ortopedist, ayağı ya da kolu olmayan çocuklara protez takamayacak, çünkü, o süreç de deney sayılıyor. Daha ilginci, deney yasak olduğundan, bundan böyle çocuklar için hiçbir yeni aşı da üretilemeyecek. Yılmaz Ateş, hocaları uğurlar uğurlamaz hemen Adalet Bakanı Cemil Çiçeki aradı, durumu anlattı. Aldığı yanıt:"Hocalar yerden göğe kadar haklı Yılmaz Bey. Ama ben bu maddenin yanlışlığını Genel Kurulda bizim AKPli üyelere bir türlü anlatamadım." Ankarada 3 büyük dişçilik fakültesinin dekan yardımcıları, TBMMde ziyaretlerde bulunuyorlar. CHPli Meclis Başkan Vekili Yılmaz Ateşe de uğruyorlar. Dertleri mi? 1 Nisan 2005te yürürlüğe girecek olan yeni Ceza Yasasının 90. maddesinin değiştirilmesini istiyorlar... Dedikleri: Hükümette,

Yazının Devamı

Şartlar şurtlar...

30 Aralık 2004

Bu kararlarda, Türkiyenin ABye diğer üyelerle eşit koşullarda alınacağı bildiriliyor.Ne var ki, Brüksel kararında, "Türkiyenin Kıbrısı tanıması" önkoşul olarak dayatılmaktadır.Kazım Kolcuoğlu, "Ucu açık" görüşme modelinin ve kalıcı kısıtlamaların da eşit üye ilkesine aykırı olduğunu anımsatıyor.***Başbakan Tayyip Erdoğan, Ankara Anlaşmasının 10 ülkeye teşmil edilmesinin, Kıbrısı tanıma anlamına gelmeyeceğini sık sık söylüyor. Ankarada verdiği sözleri üç gün sonra Brükselde tutamayan Erdoğan, bugün verdiği sözleri 2005 Ekiminde tutabilecek mi?Diyelim ki, Ankara Anlaşmasını 10 ülkeye teşmil ettik. Ama Güney Kıbrısı tanımadık. Papadopulos, Ankarada büyükelçilik açacağını bildirdi. Kabul etmedik. Rumlar görüşmelerde Türkiyeyi veto haklarını kullanmayacak mı?AB ülkeleri, doğal olarak kendi üyeleri olan Rumları tutmayacak mı? İstanbul Barosu Başkanı Kazım Kolcuoğlu, dün yayımladığı bildiride, ABnin 1999 Helsinki ve 2002 Konsey Kararını anımsatıyor. Başbakan Erdoğanın, "Sürpriz düşünüyorum" dediği asgari ücret, 350 milyon lira olarak açıklandı. Sürpriz oldu nitekim... Açlık sınırının 1.5 milyar lira olduğu bir dönemde... Bir sömürü belgesi olan 1838 tarihli Baltalimanı Antlaşmasını,

Yazının Devamı

Starzedeler...

29 Aralık 2004

Gelelim Starzedelere...TMSF, Star gazetesine ve televizyonuna el koyduktan sonra, 380 gazeteci ve televizyoncunun işine son verilmişti. Sebepsiz yere işten çıkarılan meslektaşlar, yargıya gittiler. Birçoğu açtığı tazminat davasını kazandı. Star grubu, tazminat için kapıya dayanan bu meslektaşlara, "Biz ödemeyiz, Cem Uzandan alın" diyor. Ancak bu arada gazeteden ayrılan bir yazarın tazminatını ödemiş bulunuyor. Yani istediğine ödüyor, istemediğine ödemiyor. TMSFnin bu konuda hortumcu banka gibi davranmaya hakkı var mı? TMSF, Star gazetesi ve televizyonunu yeniden yapılandırıyor. Yayınların başına, STV Ankara Büro Şefi Haluk Örgün getirildi. Milletvekili Emin Şirine göre, böylece Star, Gülen cemaatinin yönetimine verildi. Türkiye, ABye verdiği notada, "kalıcı sınırlamaları" kabul etmeyeceğini bildirmiş. Bunu Brükselde adamların gözünün içine bakarak söylemek, o kadar zor muydu? Aktüel dergisi, Mülkiyenin kuruluşunun 145. yılı nedeniyle bir yazı hazırlıyordu. Bizden görüş aldılar. Dekan Celal Göle ve yardımcılarından da görüş almışlar. Elbet hepsi olumluydu. Ne var ki, dergide tam tersine, Mülkiyeyi küçültücü bir yazı yayımlandı. Yazının başlığı "Mülkiye yaşayan bir müzeye

Yazının Devamı

Avrupa gülecektir

28 Aralık 2004

Derken birkaç gün sonra Dışişleri Bakanlığının Brüksele verdiği nota açıklandı.Notada Türkiyeye uygulanan "serbest dolaşım, bölgesel kalkınma ve tarım" daki kısıtlamaların başka hiçbir ülkeye uygulanmadığı ve ABnin ruhuna aykırı olduğu anlatılıyor, kaldırılması isteniyordu. Böylece, Türkiyeye "kalıcı kısıtlama" konulduğu Ankara tarafından ilan ve itiraf ediliyordu.Kalıcı kısıtlamalar var olduğu sürece tam üyeliğin söz konusu olmayacağı da cümle âlem tarafından biliniyordu.Peki 17 Aralıkta Türkiyede neyin bayramı yapıldı? Brüksel dönüşü Ankarada davullar zurnalar neyin şerefine çaldı?Herhalde söylenen yalanların...Durum bizim açımızdan hazin... AB diplomat ve siyasetçileri ise bıyık altından çok gülüyor olmalılar. Zirve kararında anlaşılması hiç de zor olmayan bir paragrafın anlamını bir hafta sonra fark eden bir siyasi kadronun haline siz olsanız gülmez misiniz? Bu kadroyla her oturduğunuz pazarlıktan kârlı çıkacağınızı görüp keyiflenmez misiniz?Son söz: ABye tam üyelik bir aldatmacadır. Türkiyenin başına açılacak çok büyük dertlerin kamuflajıdır. Tayyip Erdoğan - Abdullah Gül ikilisinin, 17 Aralıkta Brükselde yaptıkları "kahramanca macadele!" sonucu "serbest dolaşımda, tarımda ve

Yazının Devamı