Gerçek gezginler ve outdoor tutkunları için seyahatin, gezmenin zamanı yoktur ama nereye ne zaman gidilir diye bir takvim yapar herkes kafasında. Ama zaman zaman o takvimdeki rotadan da çıkmak inanılmaz bir maceraya dönüşebilir.
Örneğin Karadeniz, hele hele Doğu Karadeniz dendi mi, hemen hemen herkesin aklına oldukça kısa süren bir mevsim gelir. Oysa gerçek öyle değildir, özellikle de Türkiye’de her yere her zaman gidilebilir. Yeter ki siz ne için gidebileceğinizi iyi bilin. Karadeniz deyince belki aklına yaylalar gelenlere de hemen hatırlatalım, aman, yaylalardan haziran ayına kadar uzak durun. Bazılarına gidilebilse de, unutmamalı ki, şimdilerde karlar erirken, olduğundan da zorlu yerlere dönüşür yaylalar. Güneşi beklemek lazım. Yılın 12 ayı sizi sürprizlerle karşılayacak bir yer biliyorum Karadeniz’de. Dünyada koruma öncelikli 200 ekolojik bölgeden biri olan Fırtına Vadisi.
Baharda renk şöleni
Şimdilerde her yer yeni yeni canlanırken, tabiat uyanmaya, Karadeniz’in o meşhur sayısız tondaki yeşilliği yavaş yavaş ortalığı kaplamaya başlar. Sarı, mor renkli orman gülleri açar.
Sevgili meslektaşım Alp Demirkaya’dan çiçeklerle ilgili öğrendiğim bilgiler belki sizin de ilginizi çeker.
kdeniz’in en doğusundaki paha biçilmez inci, dünyanın beşiği kabul edilen, tarih boyunca kadim uygarlıkları, farklı kültürleri ve inançları bir potada eritip harmanlayan, öte yandan tarihin en acı dolu iç savaşlarının yaşandığı, UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan pek çok kıymetli yapıya ve esere sahip olan, dünya edebiyatının en iyi yazarlardan kabul ettiği Halil Cibran ve Amin Maalouf’u dünyaya kazandıran, Ortadoğu’nun belleği Lübnan’ın iç savaşlar sonrası küllerinden yeniden doğan, alışverişin, eğlence hayatının merkezi başkent Beyrut’tayız bu hafta.
İç savaşlar öncesinde Ortadoğu’nun Paris’i olarak adlandırılan Beyrut, geçirdiği sıkıntılı dönemlerin ardından son yıllarda müthiş bir toparlanma hareketi içinde buldu kendini. Savaşta harap edilmiş olan yapıların kimi savaş izlerinin görülebileceği bir şekilde onarıldı, kimisi ise olduğu gibi bırakılıp karşılarına yapılan yapıların üstleri camla kaplandı ve savaşta harabeye dönen bu yapılar o camlara yansıtıldı. Burada amaç yaşanan savaşların unutulmaması ve belki de ders alınması.
Görülmeye değer yapılar
2 milyona yaklaşan nüfusu, Akdeniz kıyısında son derece güzel, dillere destan gece hayatıyla hareketli, ülkedeki tüm
Gaziantep’e giden herkes mutlaka Zeugma Müzesi’ni gezmiş ve hayran kalmıştır. Gitmeyenler ise mutlaka adını duymuştur. Yıllarca Gaziantep Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen dünyanın en nitelikli mozaik koleksiyonu uzunca bir süredir dünyanın en büyük mozaik müzesi unvanını kazanmış olan bu yeni evinde misafirlerini ağırlıyor.
Müzeler tarihi eserlerin korunması için en önemli yerlerdir, sergi alanlarıdır, depolarında çok sayıda koruma altında tutulan, temizlenen, restore edilen eserler vardır ve dünyanın her yerinden misafir ağırlarlar.
Bu nedenle dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir tarihe ve hazineye sahip Türkiye gibi bir ülkede müzelerin çoğalması, tarihi eserlerin bilinçli şekilde kayıt ve koruma altına alınması çok önemlidir.
Önemli bir geçiş noktası
Bugün Zeugma Müzesi’nde sergilenen o muhteşem eserler daha önce neredeydi? Bazı antik çağ yazarlarına göre Büyük İskender’in Fırat Nehri’ni geçtiği nokta (bazılarına göre de değil), Seleukos Kralı III. Antiokhos’un Mithridates’in kızı Laodikeia’yla evlendiği, dünyaca meşhur “Çingene Kızı” mozaiğindeki kızın bakışlarındaki hüznün sulara gömüldüğü yerde, Zeugma’da.
Gaziantep’e yolunuz düşerse mutlaka gitmeniz, görmeniz gereken bir yer
Gaziantep’e yolunuz düşerse civarda sizi rotadan çıkmaya davet edecek çok sayıda ilginç ve az bilinen yer vardır. Gaziantep’in İslahiye ilçesine bağlı Yesemek köyü yakınlarında Eski Önasya Dünyası’nın bugüne kadar saptanmış eşi benzeri olmayan en büyük heykel atölyesi bulunuyor: Yesemek. 19. yüzyılın sonlarında keşfediliyor ve daha sonra değişik dönemlerde Prof. Dr. U. Bahadır Alkım, İlhan Temizsoy gibi önemli isimler tarafından kazılıyor.
Yesemek nefes kesecek güzellikte bir açık hava müzesi. Ören yeri bu atölyede çalışmış olan heykel ustalarının yapmaya başlayıp bitirmeden bıraktıkları yüzlerce eserle dolu.
Yesemek heykel atölyesi ve yakınlarında bulunmuş eserlerin hemen hepsi belli bir aşamadan sonra işlenmesi bilinçli şekilde durdurulmuş (yarım işlenmiş) taslak eserlerdir. Büyük ihtimalle heykelin alacağı son durum için gerekli olan ince yontu işler eserin konacağı yerde yapılıp heykel tamamlanıyordu.
İlginç kabartmalar var
Heykel işleme alanı olan bugünkü ören yerinde en çok bulunan eser türü, çeşitli ve farklı aslan tasvirleri, sfenksler ve dağ tanrısı kabartmalarıdır. Aslan heykelleri kentleri korumak için yapılırdı ve özellikle sur kapılarına karşılıklı ikişer tane konurdu.
Köklü bir kültürün mirasçıları olan eski Mezopotamya halklarının, yani günümüzde dünyanın değişik bölgelerinde dağınık bir şekilde yaşamakta olan ve toplu halde Hıristiyanlığı kabul eden ilk Hıristiyan topluluk olan Süryanilerin yurdudur burası: Turabdin.
Turabdin; Mardin, Hasankeyf, Dara, Nusaybin ve Cizre’nin arasında 200 km uzunluğundaki dağlık bölgeye verilen isimdir ve “Tanrı’ya inananların dağı”, “Tanrı’nın hizmetkarlarının dağı” anlamına gelir. Tam ortasında yer alan ve varlığı Asur döneminden bu yana bilinen Midyat, çağlar boyu önemli yollardaki konumuyla istasyon ve kavşak görevi görmüştür. Buraya biraz zaman ayırmakta fayda vardır.
Midyat’taki ziyaretlerinize Mor Gabriel (Deyrulumur) Manastırı ile başlamanız en doğrusu olacaktır. Böylece Midyat’ı, hatta birkaç köyü gezebilecek zamanınız da kalır. Eğer kış mevsimi değilse, yani günler uzunsa, buraya kadar gelmişken Hasankeyf ziyaretinizi de Midyat ile birleştirebilirsiniz.
Manastırın hikayesi
Mardin’de geceliyorsanız ve oradan gelip Midyat ve yöresini ziyaret edecekseniz, Mor Gabriel Manastırı’na ulaşmak için bir buçuk saate yakın bir yol gitmeniz gerekecektir. Bu nedenle yola erken çıkmakta fayda var. Midyat’ta
İnsanlık tarihinin başlangıcında rol sahibi olmuş birçok kavimin, etnik grubun ve dinsel cemaatin yurdu, geçiş ve kavuşma noktası Mardin’e nereden girerseniz girin, bir şekilde kucaklar sizi ama gene de özellikle güneyden görünüşü çok etkileyicidir.
Çağlar boyu gelmiş geçmiş bütün gezginleri etkilemiş olan bu görüntü, sizin için belki ilk intiba, belki yeniden kavuşmanın heyecanı. Şehre yaklaştıkça birazdan bir şeyler olacağını hissedersiniz. Birazdan alıp götürecek sizi bu sehir... Kalbinizi ve ruhunuzu orada bırakmaya hazır olun!
Eski çağlarda Diyarbakır yönünden gelen kervanların çıktığı yolda yavaş yavaş ilerlerken, heyecan da sizinle birlikte tırmanır. Mardin’e ilk gelişinizse hemen şehre girmeyin. Önce biraz uzaktan bakmanız gerekir. Mardin nazlıdır, kırılgandır, sizi tartacaktır. Bakalım sırlarına dokunmanıza, nefesinizi nefesine değdirmenize izin verecek mi?
Sesini dinleyin
Uzaklardan bile heybetini belli eden kalenin eteklerinden, birbiri üzerine yükselen teraslar halinde tepenin güney yamacına yerleşmiş olan Mardin evleri önlerinde uzayıp giden ve bir denizi andıran Mezopotamya Ovası’nı seyreder gibidirler. Şehir sizi bu manzarayla selamladığında biraz durun. Havayı
Harran... Herkes orayı meşhur konik evleri ile bilir. Güneydoğu Anadolu ve kuzey Suriye’de (malzemeleri ve yapılışları Harran’dakilere göre biraz farklılık gösterse de) bazı köylerde görülen konik örtülü evlerin en anıtsalları Harran’dadır.
Kuzey Mezopotamya’dan gelip batı ve kuzeybatıya bağlanan önemli ticaret yollarının kesiştiği bir noktada bulunan Harran, tarihte Asurlu tüccarların da önemli uğrak yerlerindendi. Anadolu ve Mezopotamya arasındaki karşılıklı ticaret binlerce yıl hep Harran üzerinden yapıldı.
Harran’da bulunan höyükte yapılan kazılardan elde edilen buluntular M.Ö. 6000’li yıllara geri gidiyor, yani Halaf dönemine.
Erken Tunç Çağı’nın önemli dini merkezlerinden biri olan Harran bu özelliğini Asur döneminde de korumuştur. Harran’da bulunan Ay Tanrısı Sin’in Tapınağı’nda Hititler ve Mitanniler arasında Güneş Tanrısı Şamas adına bir antlaşma imzalanır.
Belki buraya kadarını biliyordunuz. Bundan sonrası ilginizi çekecek mi bakalım?
Bahsi geçen bu tapınak Akatça E-HUL-HUL (Tanrının evi) diye adlandırılır. Günümüze gelen belgelerden Asur kralı Asarhaddon’un şehre kendisinin ve iki veliahtının heykellerini diktirdiğini öğreniyoruz. Asurbanipal ise küçük kardeşlerinden birini
Merhaba! Sırt çantam ve ben yola çıkıyoruz. Gönlüm ve rüzgar bizi nereye savurursa... Karşıma çıkan tüm kapıları çalacağım çünkü bilirim ki her kapının ardında bir hikaye vardır. Her hikayeyi de sırt çantama atıp yola devam edeceğim.
Siz de gelin benimle. Türkiye’nin ve dünyanın az ya da hiç bilinmeyenlerini birlikte keşfedelim. Gezerken alışılmışın dışına çıkalım, rotadan sapalım. Hikayeler, efsaneler, sözlü tarih, somut ve somut olmayan kültürel miras, kaybolmaya yüz tutan sanatlar, zanaatlar, müzikler, fotoğraflar, kısacası her şey yol göstersin bize.
Kapı deyince... İstanbul’da Sultanahmet Meydanı’nda, Kanuni Sultan Süleyman’ın sadrazamı Pargalı İbrahim Paşa’nın sarayı vardır. Bugün ayakta kalan bölümlerinin içinde birbirinden kıymetli eserlere ev sahipliği yapan Türk ve İslam Eserleri Müzesi.
Müzenin en kıymetli eserlerinden biri Cizre Ulu Camii kapısıdır. Haydi o kapıyı aralayıp yolculuğumuza başlayalım.
Muhteşem bir yapı
Mezopotamya... Kadim uygarlıkların beşiği, her şeyin başladığı topraklar, ilklerin coğrafyası... Cizre de tam bu toprakların orta yerinde eşsiz tarihi ve gizemleriyle yer alır. Ortaçağ’ın ünlü seyyahı İbn Battuta, Cizre’den “Güzel bir çarşısı ve mahirane bir