Geçen hafta Meclisten geçmesi beklenen Türk Ceza Kanununun zinayla ilgili madde nedeniyle geri çekilmesi ve Başbakan Erdoğanın "Biz Türküz, Avrupa Birliği (AB) iç işlerimize karışamaz" mealindeki çıkışı bir kriz ortamı yarattı ama Başbakan Erdoğanın Brüksel ziyaretiyle bu ortamdan çıkıldı. Böylece bir kriz yaşanmadı ama provası yaşanmış oldu. Benim değerlendirmeme göre, krizden uzak ortamlarda kolay alınamayacak, önemli derslerle dolu bir prova oldu bu. Bu derslerden başlıcaları şunlardı: 2002de genel seçimi kazandığı günden itibaren AB yolunda attığı adımlarla Türkiyedeki meşruiyet tabanını genişleten AKPnin AB ile bütünleşme misyonunu terk ettiği anda bu tabanı derhal kaybedeceği anlaşıldı.AKP iktidarına toleranslı bakan kesim için AKPnin AB referansının ne kadar belirleyici olduğu ortaya çıktı.Türkiyeyi AB ile bütünleşmeye bu kadar yaklaştırabilen partinin neden AKP olduğu da bu vesileyle daha iyi anlaşılmış oldu. AKP, ancak dıştan destekle iktidarını sağlamlaştıracağını gördüğü için ABye sarılmıştı.Başbakan Erdoğan, yaptığı çıkışın gerekçesi ne olursa olsun, olayın şakaya gelir yanı olmadığını kavradığı anda attığı adımla pragmatik siyasetçi kimliğini bir kez daha ortaya
Finansal liberalleşmenin mali piyasalarda büyük çalkantılara yol açtığı ve krizlere neden olduğu son 20 yılda özellikle Latin Amerikada yaşanan dramatik sürecin bizim için önemli derslerle dolu olduğunu belirten Dr. Akyüz, başlıca kaygısını hemen dile getiriyor, "Türkiye, Latin Amerikanın düştüğü tuzağa düşmemeli", diyor. Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Örgütü (UNCTAD), küreselleşmenin ve kalkınma sürecinin sorunlarına, bu sorunları yaşayan ülkelerin perspektifinden bakabilen, IMF ve Dünya Bankasının standart yaklaşımlarına eleştiri getirebilen bir kuruluş. 1984den beri UNCTADda görev yapan ve bu kuruluşun başekonomisti iken bu yıl emekli olan Dr. Yılmaz Akyüzün Türkiyede bulunduğunu, konuşmacısı olduğu bir toplantının davetiyesini alınca öğrendim. Toplantıyı düzenleyen İşletme ve Finans dergisinin yılmaz yayıncısı Ali Bilgenin yardımıyla da kendisiyle buluşmak ve son 20 yıllık deneyiminin ışığında Türkiye ekonomisinin durumunu ve sorunlarını konuşmak fırsatını buldum. Dr. Akyüze göre birçok Latin Amerika ülkesi döviz kuruna dayalı istikrar programlarıyla enflasyonu düşürmeyi başardı ama bu başarı, borç sorununu çözmeye, reel faizleri istenen düzeye indirmeye, kalıcı
İddialı süper gücün ekonomisi taşıma suyla dönüyor Tek başına dünyaya hükmetme iddiasındaki ABDnin ekonomisi taşıma suyla dönüyor, ABD doları dışarıdan sağlanan finansman desteği sayesinde ayakta durabiliyor. Uluslararası Para Fonunun (IMF) geçen hafta yayımlanan "Global Financial Stability" (Küresel Finansal İstikrar) raporunda yer alan veriler üretim değeri bazında dünyanın en büyük ekonomisine sahip olan ABDnin giderek büyüyen tasarruf açığı ve dış açığı nedeniyle büyük ölçüde dış kaynağa bağımlı hale geldiğini gösteriyor. 1. NOLU grafikte de görüldüğü gibi dünya sermaye pazarlarına arz edilen sermayenin % 71.5ni tek başına ABD kullanıyor. IMF verilerine göre 2003 yılında dışarıdan ABDye toplam sermaye akışı 829 milyar doları bulmuş. Ancak bu toplamın içindeki doğrudan yatırım payı yalnızca 40 milyar dolar. 2000 yılında 321 milyar dolara kadar tırmanan ve ABDye dış kaynak girişinin % 31ini oluşturan doğrudan yatırım sermayesi akışının büyük çapta gerilemesi ABDyi giderek büyüyen miktarlarda borçlanmaya itiyor. ABD, dev boyutlara varan cari işlemler dengesi açıklarını finanse edebilmek için artan boyutlarda kamu kağıdı ihraç etmek zorunda kalıyor.Sermaye fazlasını ihraç ederek
Kendisini iktidara taşıyan 2002 seçimlerinin sonuçlarının alındığı andan itibaren Avrupa Birliği (AB) tam üyeliği hedefine kilitlenen AKP hükümetinin, tam da bu hedefe yaklaşıldığı noktada, futbol deyimiyle "uzatmalar oynanırken" kendi kalesine attığı inanılmaz gol herkesi fena halde şaşırtmış durumda. Özellikle Avrupada ve dış dünyada Türkiyenin tam üyeliğine destek vermeye ikna olan ve bu yönde görüş belirten çevrelerde tam bir şok yaşanıyor. Bu desteğin sağlanması için uzun süredir yoğun çaba harcamış olanlar ise "şok" deyiminin bile karşılayamayacağı bir ruh halinin etkisinde. AB ile ilgili gelişmeleri en yakından izleyen gazetecilerden biri olan Zeynep Göğüş, "Bugün Brükselde ve Avrupa başkentlerinde Türkiyenin ABye alınması için canını dişine takıp çalışanlar çıldırmak üzereler. Seyrettikleri Türk filminden hiç bir şey anlamıyorlar" diyerek ifade etmiş bu durumu. (Hürriyet, 18 Eylül 2004). Yıllardır Brükselin nabzını tutan Hadi Uluengin ise, 6 Ekimde açıklanacak olan "Türkiye Raporu"nun taslağının bile henüz ortaya çıkmadığını belirterek şunları yazmış: "Türkiye Raporu hem yazılırken, hem de tartışılırken AB Komisyonu kanlı bıçaklı kavgalara sahne olacak. Hatta önemli bir
Türkiyenin gerçekleştirdiği bu çarpıcı büyüme performansının ithalattaki sıçramadan etkilendiği ve büyümeyle sağlanan gelir artışının toplumsal tabana yeterince yansımadığı yolundaki saptamalar, gerçeği yansıtsa bile büyümedeki başarıyı hafife almamızı gerektirmiyor. Bu büyüme performansının Türkiyenin dinamik özel sektörünün atılımıyla ortaya çıkması ve bu yılın ikinci çeyreğinde özel sektör yatırımlarının sabit fiyatlarla % 45, özel sektör makine - teçhizat yatırımlarının % 76 artmış olması hiç kuşkusuz etkileyici gelişmeler. Bu yılın ikinci çeyreğinde GSYİH bazında % 13.4lük bir büyüme hızına erişen Türkiye ekonomisi bu performansıyla, aynı dönemde % 13.6lık bir büyüme kaydeden Venezüelladan sonra, dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisi. Geçen yılın ikinci çeyreğinde % 9 dolayında küçülen Venezüella ekonomisinin bu yılın ikinci çeyreğindeki yüksek büyüme rakamının kısmen bu düşük baz etkisini, kısmen de yüksek petrol fiyatının etkisini yansıttığı hesaba katılırsa Türkiyenin performansı daha da çarpıcı görünebilir. Türkiye yatırım ve üretim cephesindeki bu performansıyla Asyanın "mucize ekonomileri"ni anımsatan bir tablo sergiliyor. Ancak bu ülkelerle Türkiye arasında çok önemli
Türkiye ekonomisinden söz etmiyor2004 rakamını yanlışlıkla kullandıTürkiye için korkunç bir felaket senaryosu geliştirdiAklını kaçırdı Doğru cevap bunların hiçbiri değil. Daha doğrusu bu soruların muhatabı ben değilim çünkü Türkiye ekonomisinin 2004te % 4.5 küçüleceği iddiası benim öne sürdüğüm bir iddia değil. Benden çok daha iddialı birilerinin, dünyaca izlenen bir yayında ortaya attığı bir iddia bu. Türkiye ekonomisinin 2004 yılının ilk yarısında GSYİH bazında % 11.9luk, GSMH bazında % 13.5lik çarpıcı bir büyüme hızı yakaladığının açıklandığı sırada, "Ekonomimiz 2004te nasıl % 4.5 küçülecek?" sorusunu soran biriyle ilgili olarak akla gelebilecek olasılıkların bazıları şunlar: Türkiye ekonomisinin 2004 yılında % 4.5 küçüleceği iddiası, yıllardır beğeniyle okuduğum The Economist dergisinin 2003 kasımında piyasaya çıkan The World in 2004 (2004te Dünya) adlı yıllık özel sayısında yer aldı. Ben de 23 Kasım 2003te bu köşede yer alan yazımda, The Economistin yıllığında yer alan ve 2004 yılının Türkiye için tam bir felaket yılı olacağını öngören senaryoyu özetleyerek bu senaryonun hangi bilgilere dayandığını sorguladım. The Economistin yıllığındaki senaryoya göre: 2004 baharındaki
Doping gölgesindeki olimpiyatların gündeme getirdiği felsefi soru Türkiyenin yaşadığı Süreyya Ayhan şoku Atina 2004 Oyunlarının ev sahibi Yunanistanın yaşadığı şokun yanında hafif kaldı. Yunanistanın en çok umut bağladığı iki sporcunun, olimpiyat madalyalı kadın sprinter Katerina Tanu ile açılış gecesi olimpiyat meşalesini ateşlemesi beklenen olimpiyat şampiyonu sprinter Kostas Kenterisin doping kontrolünden kaçtığı ve bu nedenle oyunlara katılamayabileceği haberi Atina Oyunlarının görkemli açılışı öncesinde gündemi değiştirdi. Atina 2004 Oyunlarının her bakımdan mükemmel olması için hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan Yunanistanın gözbebeği olan iki sporcunun, bir kara bulut gibi oyunların üzerinde dolaşmakta olan doping iddialarının son kurbanları olarak oyunlar dışında kalması Yunanistanı sarsmakla kalmadı, "olimpiyat ruhu"nun daha oyunlar başlamadan yara aldığı yorumlarını da beraberinde getirdi. Neydi bu "olimpiyat ruhu?" Olimpiyatların, dünyanın dört bir yanından gelen sporcuların, kardeşlik ve dostluk ortamında yarışması için düzenlenen bir şölen olmasını öngören "olimpiyat ruhu"nun, giderek yaygınlaşan doping skandallarıyla gölgelenmesi neyin göstergesiydi? Hayatın her
"Cari açık sorunu" bilincinin bürokrasiden tabana doğru yayılması çok önemli bir gelişme bence. Benzer biçimde, ekonominin hedeflenenin çok üzerinde bir hızla büyümesinin ya da kısa vadeli sermaye girişinin hızla artmasının aslında sevinilecek bir şey olmadığını kavrayanların sayısındaki artış da sevindirici. Ben 2000 yılının ağustos ayında, gene izine çıkmadan önce, olası riskleri irdeleyen birkaç yazı yazdığımda, kaygılarımı çok dar bir kesimde paylaşabilmiştim. Ülkeyi 2001 krizine sürükleyecek olan Ecevit hükümeti de ekonomide işlerin yolunda gittiğini düşünüyordu o günlerde. Her zaman uğradığım şarküteride farklı bir İtalyan makarnası türü gözüme takıldı geçen gün. "Yeni mi geldi bunlar?" diye sorduğumda dükkan yetkilisi, ilk gelen partinin kısa sürede tükendiğini, ikinci partiyi gümrükten çekmenin ise uzun süre aldığını, bu nedenle daha önce görmemiş olabileceğimi söyledi. Ben de malı gümrükten çekmenin neden uzun sürdüğünü sordum. Aldığım cevap ilginçti: "Şu cari açık sorunu var ya, o nedenle ithal ürünlerin gümrükten çekilmesinde çeşitli zorluklar ve gecikmeler yaşanabiliyor." Kısaca "dış açık" olarak da ifade edebileceğimiz, dış ödemeler gengesi cari işlemler hesabı