İnsan yaşamının önemi

14 Eylül 2009

Hangi birinin öyküsünü anlatmalı. Kapalı servis aracının içinde çırpına çırpına boğularak ölen 7 işçi kadından her birinin ayrı bir dramı var. Hepsi yoksul. Hepsi asgari ücretle bazan günde 15 saat, haftada 7 gün çalışarak evlerine para getirmeye çalışıyor. Hepsinin bakmak zorunda olduğu aileleri var.
Yitirilen 32 yaşamın hesabını kim verecek? Bunlar önlenemez miydi?
Bu sorulara yanıt vermek için birkaç yıl önceye gitmek gerekiyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi 1997’de yeni bir imar planıyla, Ayamama Deresi’nin geçtiği alanları yüksek yoğunluklu ve çok katlı yapılaşmaya açıyor. Mimarlar Odası bir rapor hazırlayarak bu yapılaşmanın tehlikelerini yetkililerin dikkatine getirmeye çalışıyor. Raporda “Kent-leşme ile birlikte doğal felakatlere davetiye çıkarılmış olacak” deniyor. Ancak rapor dikkate alınmıyor. Bunun üzerine Mimarlar Odası 1998 yılında İdare Mahkemesinde dava açıyor. Mahkeme önce yürütmenin durdurulmasına, sonra işlemin iptaline karar veriyor.
Ancak aradan gecen süre içinde olan oluyor. Yapılaşma ve kaçak yapılaşma hızla gerçekleşiyor. Büyüksehir Belediyesi yargı kararlarına uysa belki bugünkü felaket ortaya çıkmayacaktı.
Çöplük faciası ve AİHM
Bundan

Yazının Devamı

Özgürlük vergisi

11 Eylül 2009

Maliye Bakanlığı, Doğan Grubu’na 3.7 milyar TL (2.5 milyar dolar) ceza kesti. Doğan Grubu’na bağlı şirketlerin değeri 3.3 milyar dolar. Kesilen cezanın yasalara uygun olmadığını vergi uzmanları söylüyor. Bunu bir yana bıraksak bile, cezanın orantısızlığı, adaletsizliği amacın iktidarı eleştiren basını cezalandırmak olduğunu gösteriyor.
Ortada çok ciddi bir basın özgürlüğü sorunu var. Türkiye’de basın özgürlüğü çetin mücadeleler, büyük özveriler sonunda kazanılmış bir özgürlük. Demokrat Parti döneminde, 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde basının verdiği özgürlük savaşı belleklerden silinmedi.
Anlaşılan o ki, 2009 Türkiye’sinde basın özgürlüğü için yeni bir savaş sürdürmek gerekiyor. Yaşadığımız dönemi geçmiş dönemlerden ayıran özellik, basın üzerindeki siyasal baskının niteliği. Bu kez, yazılar sansüre uğramıyor ya da gazeteciler hapse atılmıyor. İktidarın gazete sahibine işten çıkarılmasını istediği gazetecilerin listesini gönderdiği söyleniyor. Gereği yapılmazsa, iktidarı eleştiren basının ortadan kaldırılması söz konusu.

Demokrasinin gereği: basın
Siyasal iktidarların, basını susturmak istediklerinde, ellerinde birkaç etkili araç var. Bunu ceza yasaları yoluyla, polisi ve

Yazının Devamı

Yargı reformunda yargı bağımsızlığı (2)

7 Eylül 2009

Sayın Adalet Bakanı 5 Eylül Cumartesi günü basın mensuplarıyla bir toplantı yaparak Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nda (HSYK) yapılması tasarlanan değişikliklerle ilgili ayrıntıları açıklamış. Toplantının amacının, kamuoyunda bu konudaki kaygıları gidermeye yönelik olduğu anlaşılıyor.
HSYK ile ilgili reform tasarısı birçok olumlu adımı içeriyor. HSYK’nın ayrı bir bütçesi, binası, sekreteryası olması, yargıçların teftişinin Adalet Bakanlığı’ndan alınarak HSKY’ya bağlanması bunlar arasında. Sayın Bakan’ın basın toplantısında, HSYK’nın yeni oluşumunda üyelerin çoğunluğunun yargıdan olacağını belirtmesi de olumlu bir gelişme. Ancak bütün bunlar HSYK bağımsız bir statüye kavuşursa bir anlam taşıyacak. Yoksa, bağımsız olmayan bir HSYK’nın yargıçları denetleme yetkisine ya da ayrı bir bütçeye sahip olmasının hiçbir anlamı yok.
Bu uyarılar önemli
Sayın Bakan toplantıda, basın mensuplarına Avrupa Yargıçlar Konseyi’nin 2007 raporundan ve Venedik Komisyonu’nun bu rapora katkıda bulunmak amacıyla hazırladığı rapordan bazı bölümler dağıtmış. Kanımca asıl şu bölümlerin dağıtılması yararlı olurdu:
Yargıçlar Konseyi Raporu paragraf 31: “Avrupa Yargıçlar Konseyi, parlamento ya da

Yazının Devamı

Yargı reformunda yargı bağımsızlığı

4 Eylül 2009

Türkiye’de yargı reformuna duyulan gereksinme açık. Bu amaçla, Adalet Bakanlığı önce bir “Yargı Reformu Stratejisi”, arkasından bir Eylem Planı hazırladı. Strateji belgesinde, yargı reformunun amaçları arasında yargı bağımsızlığının güçlendirilmesi hedefi de var. Üzerinde durulması gereken, önerilen reformların ne ölçüde bu amacın gerçekleşmesine hizmet edeceği.
Strateji belgesinin başındaki kaynaklar listesinde Avrupa Yargıçlar Konseyi’nin, Yüksek Yargı Kurulları’na ilişkin olarak 2007 Kasım ayında kabul ettiği 10 sayılı görüş belgesinin bulunmaması şaşırtıcı. Reform tasarısını hazırlayanlar bu konuda Avrupa’daki en yetkili organın görüşlerini dikkate almış olsalardı, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na (HSYK) ilişkin öneriler belki daha değişik olurdu.
Avrupa Yargıçlar Konseyi (AYK) söz konusu raporu Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin istemi üzerine hazırladı. Raporun hazırlanmasında üye devletlerin görüşlerinden, Venedik Komisyonu’nun raporundan yararlandı.

Üye sayısı ve üyelerin durumu
Adalet Bakanlığı’nın Eylem Planı’nda, yargı bağımsızlığının anahtarı olan HSYK’ya ilişkin reformlar ile AYK raporunu karşılaştırdığımızda şunları görüyoruz:
HSYK’nın oluşumu:

Yazının Devamı

Kürt sorununa çözüm arayışları

17 Ağustos 2009

Kürt sorununa çözüm arama sürecinin başlaması olumlu bir gelişme. Bu sürecin tetiğinin çekilmesinde dış etkenlerin rolü de olsa, AKP’nin bir ulusal mutabakat arayışı içine girmesinin nedeni kendisi için riskli olan bir konuda sorumluluğu paylaşma isteği de olsa, önemli olan böyle bir sürecin baslamış olması.
Başlayan süreçle ilgili birkaç noktaya değinmek istiyorum.
Birincisi Büyükelçi Ümit Pamir’in “referandum” önerisi. Kürtlere, “Ayrışmadan mı yanasınız, yoksa birlikte yaşamak mı istiyorsunuz?” sorusunun sorulması. Böyle bir referandum ‘kendi kaderini kendi tayin etme’ (self-determination) hakkının tanınması anlamına geliyor.

Kaderini tayin etme hakkı
Uluslararası hukukta, bir devletten ayrılma hakkı diye bir hak tanınmıyor. Kendi kaderini kendi tayin etme hakkı ise sadece sömürge yönetimi altında yaşayan halklar için söz konusu. Bu hakkın genişletilmesi hiçbir zaman kabul edilmedi. BM belgeleri de bunu kanıtlıyor. 1993 Dünya İnsan Hakları Konferansı’nın bildirisinde, kendi kaderini kendi tayin etme hakkı sömürge halkları için kabul ediliyor. Ancak, bu hakkın, halkını temsil eden bir hükümete sahip olan devletlerin toprak bütünlüğünü ya da siyasal birliğini bozacak ya da

Yazının Devamı

Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı

10 Ağustos 2009

Bir dostum bana e-posta ile mesaj göndermiş. Mesajında, “Hep yargı bağımsızlığından söz ediyorsun. Oysa Türkiye’de asıl sorun yargının tarafsız olmayışı. Tarafsız olmayan yargıçlar nasıl bağımsız olacak?“ diyor.
Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı iki ayrı fakat birbirini tamamlayan kavramlar. “Bağımsızlık” yargının hiçbir devlet organına, özellikle yürütmeye tabi olmaması anlamına geliyor. Yargının bağımsızlığı hukuk devletini oluşturan en önemli koşul. Yargı bağımsızlığı, yargıcın ve yargı erkinin bağımsızlığı şeklinde ikiye ayrılıyor. Yargıcın bağımsızlığından, yargıcın karar verirken dış baskılardan etkilenmemesi, kararını salt önündeki olgulara ve yasaya dayandırması anlaşılıyor. Bunun için yargıcın, bağımsızlığını sağlayacak güvencelere sahip olması gerekli. Bu güvenceler AİHM kararlarında belirtiliyor. Yargıçların atamaları, görev süreleri, dış baskılara karşı korunmaları bu güvenceler arasında.

Dış baskılara karşı duvar
Yargı erkinin kurumsal olarak yürütme ve yasamadan bağımsızlığı ise, yargının dış baskılara karşı koruyucu bir duvarla çevrilmesi amacını taşıyor. Bunun için yargı, idari yönden bağımsız bir biçimde yönetilmeli. Yürütmenin kararlarına tabi

Yazının Devamı

Karaada ve bitmeyen öykü

8 Ağustos 2009

Doğu Ege adaları ve 12 adanın öyküsü eski ve uzun bir öyküdür. 1976’dan bu yana Türkiye ile Yunanistan’ı savaşın eşiğine getiren krizler zincirine ve en son Karaada olayına bakarsak, henüz bitmemiş bir öyküdür.
Ege, 1820 Yunan isyanına dek bir Osmanlı gölü idi. Trablus Savaşı’nda İtalyanlar 12 Ada’yı, Balkan Savaşı’nda Yunanlılar Doğu Ege adalarını işgal ettiler.
1923 Lozan Antlaşması Ege’nin hukuksal statüsünü belirledi. Antlaşmanın 12. maddesi Doğu Ege adalarının (Limni, Semadirek, Midilli, Sakız, Sisam, Nikarya) egemenliğini, silahsızlandırılmaları koşuluyla, Yunanistan’a verir.
Türkiye’nin 3 mil karasuyu içindeki Bozcaada, Gökçeada ve Tavşan adaları ise Türkiye’nin egemenliğinde kalır. Lozan Antlaşması ile Türkiye, 3 mil karasuyu dışında kalan adalar üzerindeki egemenliğinden vazgeçmiştir.
Atina, silahsızlığa uymadı
Lozan Antlaşması’nın 15. maddesi gereğince, Rodos, 12 Ada ve Meis Adası İtalya’ya bırakılır. Lozan’da Karaada’dan söz edilmiyor. Karaada, 1932’de Türkiye ile İtalya arasında yapılan, 12 Ada ve Meis Adası ile Türkiye kıyıları arasındaki deniz sınırının çizilmesi anlaşmasında geçer. Bu anlaşmada aynı zamanda bazı ada ve adacıkların aidiyeti de saptanır. 4

Yazının Devamı

Meslek liseleri tartışması

3 Ağustos 2009

Türkiye’nin sorunlarına ideolojik pencereden bakmaktan vazgeçtiğimiz zaman akılcı, makul çözümler bulmamız olanağı doğacak. Meslek lisesi mezunlarına üniversite giriş sınavlarında uygulanacak katsayı bunun bir örneği. Gerek eski katsayının, gerek yeni katsayının hedefinin İmam-Hatip lisesi mezunları olduğu bilinen bir gerçek. İmam-Hatip liseleri Türkiye’deki meslek liselerinden sadece biri. Ama İmam-Hatip mezunları üzerinden yapılan ideolojik kavga, bütün meslek lisesi mezunlarını etkiliyor.
Oysa, konuyu İmam-Hatip sorunu olarak değil, meslek lisesi sorunu olarak görebilsek, eğitim reformu çerçevesinde ele alınması gereken teknik bir konu niteliğini kazanacak. 

Teknik eğitimin önemi
Meslek liseleri, belirli bir meslekle ilgili olarak uygulamaya dönük, akademik nitelikte olmayan eğitim vermekte. Günümüzde pazar ekonomileri büyüyüp geliştikçe, teknik uzman elemanlara duyulan gereksinim artıyor. Birçok ülkede teknik eleman sayısının talebi karşılamaması, ekonominin işlemesinde aksaklıklar yaratıyor. Bu nedenle

Yazının Devamı