<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
IRAK Kürdistan Yurtseverler Birliği lideri Celal Talabani'nin "bağımsız Kürdistan rüyası" konusunda son söyledikleri, bize yıllar önce Kıbrıs Rum lideri Makarios'un "Enosis" ile ilgili sözlerini anımsattı.
Başpiskopos Makarios'un çeşitli vesilelerle kendisiyle yaptığımız söyleşilerde Yunanistan'la "ilhak" ile ilgili sorumuza verdiği yanıt şöyle idi: "Enosis arzu edilen (desirable), ama gerçekleşmesi olanaksız (not feasable) bir rüyadır"...
Nitekim bu arzu, o dönemde pek çok Kıbrıslı Rumun - ve de Yunanlının - gönlünde yatmakla beraber, bir türlü gerçekleşme yoluna girmedi. Bu fikrin şampiyonu olan Makarios da zaten, söyleşilerimizde belirttiği gibi, bunun yaşama geçirilmesinin imkansız olduğunu anladı ve neticede "Enosis" hayali de uçup gitti...
***
CELAL Talabani'nin son demeci de, aynı doğrultuda görünüyor. Tokyo'da konuşan Kürt liderin şöyle dediği bildiriliyor: "Bağımsız Kürt devleti rüyası ölmedi, ama bu şu anda imkansız ve de gündemde değil"...
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
BİRİNCİ Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan'ın geçen hafta gazetecilerin ayaküstü sordukları Irak'a asker gönderilmesine ilişkin bir soru üzerine verdiği yanıt, ilginç bir tartışmaya yol açtı.
Çetin Doğan Paşa Irak'a asker gönderilmesine soğuk baktığını şu cümle ile ifade etmişti: "Mehmetçiğin kanını Galiçya'da, Yemen'de akıttık. Niçin akıttığımızı hala soruyoruz"...
Paşa'nın bu sözlerine bazı tepkiler geldi. Kullanılan başlıca argüman da şu: Mehmetçiğin savunduğu ve uğruna kan verdiği yerler, vatan toprakları idi. Dolayısı ile Türk askeri böyle kutsal bir amaç için canını vermiştir...
Bu argümana destek olarak öne sürülen bir "tarihi gerçek" de, şu: Osmanlı döneminde Türk askeri vatanı korumak için, gerektiğinde çok uzak yerlere kadar (hatta Burma'ya kadar) gitmiştir. Bütün büyük devletler (Fransa, İngiltere gibi) eski kolonilerine asker göndermekte hiç tereddüt etmiyorlar. Türkiye de büyük ve güçlü devlet olmak istiyorsa, öyle hareket etmelidir...
***
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
BİR devletin kendi askerini bir başka ülkeye gönderip göndermeme konusunda kararını vermeden önce "oranın halkı buna nasıl tepki gösterir" ve "komşu ülkeler ve başkaları buna ne der" gibi sorular üzerinde bir araştırma yaptığı, herhalde hiç görülmemiştir.
Türkiye bu bağlamda bir "ilk"i gerçekleştiriyor. Ankara Irak'a asker gönderme yönünde kesin kararını almadan önce, bir yandan Irak halkının nabzını yoklamaya, diğer yandan da bölge ülkeleri ve diğer dostları ile temas kurmaya çalışıyor.
Aslında böyle bir araştırma yapılması çok sağlıklı. Ankara son analizde asker göndermeye karar verecekse dahi, hiç olmazsa gerek Irak'ta gerekse uluslararası platformda karşılaşabileceği sorunları önceden saptamış olacak ve ona göre bir hareket tarzı da belirleyip riskleri asgariye düşürebilecek.
***
KISACA "Irak halkı nasıl tepki gösterir" şeklinde ifade edebileceğimiz esas soru üzerinde çalışmalar hemen başlıyor. Önümüzdeki günlerde bir yandan Türkiye'den bunu araştıracak heyetler Irak'a gidecek, diğer yandan da Irak'tan bazı aşiret temsilcileri Ankara'ya gelecek.
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
BUNDAN 15 yıl önce Londra - New York seferini yapan "Pan American"ın 103 sayılı uçağı İskoçya semalarında infilak ettiği zaman, dikkatler o dönemde çeşitli terör eylemlerinin arkasında olan Libya lideri Kaddafi'nin üstünde toplanmıştı. Çoğu Amerikalı, 270 kişinin hayatına mal olan bu eylem üzerinde yapılan soruşturma, çok geçmeden Libya'nın bunda parmağı olduğu kuşkusunu güçlendirmişti.
Tabii Albay Kaddafi, benzer olaylar nedeni ile kendisine karşı yöneltilen bütün suçlamalar gibi, bu iddiayı da kesinlikle reddetmiş ve bunları "Batılı emperyalistlerin uydurmaları" diye nitelendirmişti.
Pan - Am faciası, ABD ve İngiltere ile birlikte uluslararası camianın da Libya'ya karşı harekete geçmesine yol açtı. BM Güvenlik Konseyi 1992'de Libya'ya karşı ekonomik ve askeri yaptırım kararı aldı. ABD başta olmak üzere birçok ülke Libya'yı "terörist devlet" olarak nitelendirdi.
Yoğun baskılar sonunda Kaddafi 1999'da uçağa karşı sabotajın sorumlusu sayılan iki Libyalı ajanı yargılanmak üzere İngiltere'ye teslim etmeye razı oldu. Bu sayede yaptırımlar hafifletildi. Bu arada iki ajan yargılandı ve biri yaşam boyu hapse mahkum edildi. Bu mahkumiyet, Kaddafi rejiminin
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
ABD'nin önümüzdeki günlerde BM Güvenlik Konseyi'nden Irak'la ilgili bir karar çıkartması halinde, birçok ülkede tartışılan "meşruiyet" meselesinin de bir hal yoluna girmesi mümkün olabilir. O zaman, BM şemsiyesi altında Irak'ta barışın kurulmasına ve ülkenin yeniden yapılandırılmasına diğer ulusların da katılması kolaylaşabilir.
Güvenlik Konseyi'nden nasıl bir karar çıkacağını henüz bilemiyoruz. Ancak ABD'nin bu konudaki girişimine Konsey üyelerinin çoğunun sıcak baktığı anlaşılıyor. ABD'nin Irak'a karşı savaşa girişmesine karşı çıkan Fransa, Rusya gibi ülkeler dahi şimdi, "barışı kurma ve koruma" misyonunun uluslararası bir çerçeveye oturtulmasından yana.
Diğer bir deyişle birçok ülke, artık Irak sorununa katı bir "yasallık" ve "oydaşma" kavramı ile değil, daha esnek ve pragmatik bir yaklaşımla eğiliyor...
***
BM Güvenlik Konseyi'nin Irak'taki yabancı askeri varlığı meşrulaştıracak bir karar alması, kuşkusuz Türkiye'nin de asker gönderme konusundaki tereddütlerinden birini ortadan kaldıracak.
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
BAŞKAN Bush'un Irak Savaşı'nın sona erdiğini resmen ilan etmesinden bu yana 100 gün geçti. Altı hafta süren savaş durumundan sonra bunun, 100 "barış günü" olacağı umuluyordu. Saddam rejiminin devrilmesinden sonra Irak'a özgürlük ve huzur gelecekti. Yıllarca ambargo nedeni ile büyük sıkıntı çeken Irak halkı artık rahatlayacak, daha iyi yaşam koşullarına kavuşacaktı...
Oysa bunların hiçbiri olmadı. Savaş sonrası ilk 100 gün, barış değil, güvensizlik, huzursuzluk getirdi; günlük yaşamda iyileşmenin değil, yeni sıkıntıların işaretini verdi...
Kısacası bu 100 "bezdiren gün" oldu! Hem durumu düzeleceğine kötüleşen Irak halkı için, hem de giderek bir gerilla savaşına hedef olan Amerikan askerleri için...
***
WASHINGTON Saddam'ı alaşağı etmek için askeri planlarını çok iyi hazırlayıp uygulamayı bildi, ama belli ki savaş sonrası dönemi için vaat ettiği barışı ve yeniden yapılanmayı planlayamadı.
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
DOĞUM epey sancılı ve eksik oldu... Türkiye - KKTC Ortaklık Konseyi'nden beklenen şey, daha önce bildirildiği gibi, iki taraf arasında bir Gümrük Birliği anlaşmasının imzalanması idi. Bunun için bütün hazırlıklar yapılmış, bu arada 4 bakan da Girne'ye gitmişti. Ama son dakikada Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener'in teknik çalışmaların henüz tamamlanmadığına ilişkin sözleri, bazı ciddi pürüzlerin varlığını yüzeye çıkardı. Bu arada Türkiye'den gelen temsilcilerin kendi aralarında ayrı bir toplantı yapmaları da, KKTC heyetinin dahi kafasını karıştırdı...
Neyse ki sonunda bir çıkış yolu bulundu ve bir "çerçeve" anlaşmasına imzalar atıldı. Bu aslında beklenen ve arzulanan esas Gümrük Birliği anlaşması değildi. Nitekim parafe edilen belge, petekleri sonradan doldurulacağı bildirilen bir çerçeveden ibaretti.
Bu hali ile yeni varılan anlaşmaya "içi boş bir çerçeve" olarak bakmak mümkün. Daha iyimser bir yaklaşımla, gerçek Gümrük Birliği'ni yakında hayata geçirecek olan bir doküman olarak da...
***
ORTAKLIK Konseyi görüşmelerinin bu kadar zorlu geçmesi ve bazılarına "dağ fare doğurdu" dedirten bir çerçeve ile yetinilmesi daha çok Ankara'dan kaynaklanan
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
TÜRKİYE ile KKTC arasında "ekonomik entegrasyon"dan öteden beri söz edilir. Ecevit hükümeti döneminde, Kıbrıs meselesinde bir çözüme varılamaması halinde, Türk kesiminin Türkiye ile bütünleşmesi yönünde gerekli bütün adımların atılacağı açıkça beyan edilmişti. KKTC Başkanı Rauf Denktaş da birçok vesile ile ve özellikle AB'nin sadece Rum kesimini üye olarak kabul edeceğini duyurduğu hallerde, KKTC'nin anavatanla entegrasyona gideceğini söylemiştir.
Anlaşılan şimdi bu beyanların hayata geçirilmesi noktasına geliyoruz.
Nitekim Türkiye - KKTC Ortaklık Konseyi'nin hazırladığı bir gümrük birliği anlaşmasının Ankara'dan adaya giden 4 bakanın da katılacağı bir törende bugün imzalanması bekleniyor.
Bu, TC - KKTC ekonomik bütünleşmesi yolunda şimdiye kadar atılan en önemli adım olacak.
* * *