<#comment>#comment>Yarın Fransız Ulusal Meclisi'nin "1915 Ermeni soykırımını resmen tanıyan" yasa tasarısını onaylayacağından artık kimsenin kuşkusu yok.
Ankara'da Türk yetkililer de buna hazırlıklı görünüyorlar. Paris'e son iletilen mesajların ve uyarıların sonucu değiştirmeyeceği resmi çevrelerde de kabul ediliyor.
Böylece Fransa, Türkiye'nin bu konudaki duyarlılığını bile bile, Ermenilerin soykırım iddialarını "tarihi bir gerçek" olarak tanıyarak, ilk kez bir "yasa" (karar değil) çıkarmış olacak.Olayın vahim yanı, parlamentonun bu eğilimine Fransız hükümetinin karşı çıkmaması, hatta pasif davranışı ile böyle bir kararın çıkmasını cesaretlendirmesidir.Böyle bir yasanın çıkmasını engellemek konusunda (örneğin ABD'de Kongre karşısında Clinton yönetiminin yaptığı gibi) hiçbir irade göstermeyen Jospin hükümetinden, şimdi çıkacak kararın iptali için Anayasa Mahkemesi'ne başvurmasını beklemek hayalperestlik olur.
Artık Fransa, bu yasanın gölgesinde yaşayacaktır...* * *FRANSA'yı bu yola iten birçok etkenler var. Seçim öncesi Fransa'daki güçlü Ermeni topluluğunun yoğun kampanyası, politikacıların oy kaygısı bir kısım parlamenterin ve kamuoyunun
<#comment>#comment>KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, geçen hafta bu köşede çıkan Kıbrıs'la ilgili yazımız üzerine, yoğun temasları arasında bize görüşlerini açıklamak üzere bir mektup yazmak için vakit ayırdı.
Biz yazımızda Kıbrıs müzakere sürecinin tıkanmasına rağmen, Türk tarafının, pragmatik bir yaklaşımla, "masaya oturmayan taraf" durumuna düşmemesi ve görüşmelere, bulunabilecek yeni bir formül ile, katılma hususunda esnek davranması gerektiğini belirtmiştik.
Denktaş, mektubunda son aracılı görüşmelerde "durma" noktasına yeniden gelinmesinin sadece Genel Sekreter'in ortaya koyduğu görüşlerden kaynaklanmadığına işaret ediyor ve şöyle diyor: "Genel Sekreter'in açıklaması, beşinci turda De Soto'nun bize kabul ettirmek için verdiği uğraşın benimsendiğini göstermiş ve götürülmek istediğimiz köyün minareleri iyice ortaya çıkmıştır. Bu görüşün arkasında AB ve İngiltere de vardır".* * *DENKTAŞ Türk tarafının nereye götürülmek istendiğini şöyle anlatıyor:
"Önümüzdeki koşullara bakınız: AB'ye giriş esas hedeftir. AB normlarına ters düşmeyecek, egemenlikten bahsedilmeyecek (çünkü Kıbrıs Cumhuriyeti'nin egemenliği devam etmektedir), statü konusunu gündeme
<#comment>#comment>AB ile bütünleşme sürecinde önemli adımların atılacağı bir sırada, Türkiye'de AB'ye karşı bir güvensizlik havasının esmeye başladığı görülüyor.Bunun bir nedeni, Avrupa'dan gelen bazı çatlak sesler ve olumsuz davranışlar... Diğer bir nedeni ise, Türkiye'de tüm AB'ye mal edilen önyargılara veya art düşüncelere karşı sergilenen aşırı tepkiler...Bu durumun çeşitli göstergeleri var:
* Son günlerde Türk sivil ve askeri yetkililer, demeçlerinde AB ülkelerinin Türkiye'yi kendi aralarında üye olarak görmek istemediklerini, öne sürdükleri şartlarla işi yokuşa sürdüklerini, zaten çoğunun da aslında Türkiye'ye karşı olduklarını açıkça söylemeye başladılar. Çeşitli platformlarda yapılan bu tür konuşmalar, Türkiye'de Helsinki zirvesinden sonra AB konusunda duyulan heyecanın giderek sönmeye ve yerini bazı kaygıların ve güvensizliğin almaya başladığını ortaya koyuyor...* Gene son günlerde "AB cephesi"nden, Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkan veya onun adaylığına dahi soğuk bakan çevrelerden bazı ters beyan ve davranışlar gelmeye başladı. Nice zirvesinin ve Alman Sosyal Demokrat eski lideri Helmut Schmidt'in demecinin yarattığı düş kırıklığının ardından, şimdi
<#comment>#comment>Çoktandır yapılması gereken işe, şimdi Ankara'nın aklı yatmaya başlıyor...Konu, Türkiye'nin Ermenistan ile "dirsek teması" kurması ile ilgili. Dışişleri Bakanlığı bir çalışma sonucunda, hükümete bu yönde bir tasarı sundu.
Bunda tavsiye edilen şey, Erivan ile ilişkileri "normalleştirme"ye yönelik temasların başlatılmasıdır. Yetkililer bunun Ermenistan ile "diplomatik ilişkilerin kurulması" anlamına gelmediğini özellikle vurguluyorlar. Bu belki ileri bir aşamada gerçekleşebilir. Ama bugün için önemli olan, bir temas sürecinin başlamasıdır.Bu konuda daha düne kadar oldukça çekingen davranan Ankara'nın şimdi böyle bir diyaloğun kurulmasında yarar görmesi, bir tavır değişikliğinin işaretidir.* * *ERMENİSTAN'la temas fikrinin şu sırada - yani Ermeni soykırımı iddiasını yasalaştıracak bir önerinin Fransız Meclisi'nde ele alındığı esnada - gündeme gelmesi, ilginç bir rastlantı.Bazı çevreler Ankara'nın böyle bir "jest"i özellikle Ermeni yanlısı kararı "bloke" etmek için yapmak istediğini öne sürüyorlar. Bu görüşe göre, eğer Türkiye Ermenistan ile ilişkilerini düzeltirse, Erivan Ermeni diasporasını yönlendirip Türkiye aleyhinde bu tür
<#comment>#comment>Korku ve telaş bütün Avrupa'yı sardı. Konu insan sağlığı ile ilgili ve en azından "deli dana" olayı kadar ciddi...
Paniğin nedeni, "Balkan sendromu". İtalya, Portekiz, Belçika gibi ülkelerde kansere yakalanan bazı kişilerin, vaktiyle Kosova'da görev yaptıkları saptanınca, bunun savaş sırasında kullanılan bir tip silahtan kaynaklandığı öne sürüldü. Bu silah, tankların kalın zırhını delmeye yarayan UD mermileridir.
UD, İngilizce "depleted uranium" sözcüğünün kısaltılmışıdır. Türkçeye bu çeşitli şekillerde çevriliyor: "Fakirleştirilmiş", "zayıflatılmış", "sulandırılmış" veya "indirgenmiş" uranyum...
Şimdi bütün dünya UD mermilerinin sebep olduğu radyasyonun insan sağlığı için tehlike arz ettiği izlenimini taşıyor. Gerçi bu "risk ilintisi" henüz tam kanıtlanmış değil. Ama Avrupa ülkelerinin çoğu, 1999'da Kosova'da, 1994 - 95'te Bosna'da bulunan askeri personelden kansere yakalananların hastalığını, UD radyasyonuna bağlıyor.
Ne ilginçtir ki bu büyük duyarlılık sadece Balkanlar'da görev yapmış eski subay ve askerler hakkında gösteriliyor. Ya bu bölgede yaşayan milyonlarca insanın akıbeti? Ya 1991'de Körfez Savaşı'nda kullanılan aynı tür silahların
<#comment>#comment>Irak Kürt Yurtsever Birliği (KYB) lideri Celal Talabani'nin Ankara ziyareti, Türkiye ile Kuzey Irak'taki rakip Kürt güçleri arasında bir "denge ayarı"nın gerçekleşmekte olduğunu ortaya koydu.Ankara öteden beri Irak'ta sınıra yakın bölgeyi kontrol eden Kürt Demokratik Partisi (KDP) lideri Mesud Barzani ile yakın ilişkiler içerisindedir. Özellikle o bölgeye sızan PKK'lılarla mücadelede KDP'ye bağlı peşmergeler, Türkiye ile sıkı işbirliği yapmış, Ankara da Barzani yönetimine çeşitli alanlarda yardım sağlamıştır.
Talabani'nin özellikle PKK karşısındaki tavrı geçmişte bazı kuşkular yaratmış, bu nedenle Ankara ile KYB arasında zaman zaman soğukluk, hatta gerginlik yaşanmıştır.
Son zamanlarda şartların değişmesi sonucu, Celal Talabani Türkiye'ye yaklaşmak ihtiyacını duymuş ve bu arada kendi kontrolündeki bölgeye sızan ve hatta ona meydan okuyan PKK'ya karşı cephe almıştır. KYB, PKK militanları ile giriştiği çatışmalarda Türkiye'nin desteğini istemiş, bu da Ankara ile Talabani arasında yeni bir işbirliği ortamının oluşmasına yol açmıştır.
Böylece şimdi Türkiye, Kuzey Irak'ta kendi ayrı bölgelerine fiilen hakim olan iki Kürt unsuru ile, daha dengeli
<#comment>#comment>Mustafa Akıncı, KKTC'nin saygın ve deneyimli bir politikacısıdır. Sosyal demokrat eğilimli Toplumcu Kurtuluş Partisi (TKP)'nin lideri olan Akıncı halen koalisyon hükümetinde Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı olarak görev yapmaktadır.
TKP her ne kadar Başbakan Derviş Eroğlu'nun hükümetinde koalisyon ortağı olarak yer alıyorsa da zaman zaman "resmi" politikalara ters düşen bir tavır almaktan da çekinmiyor. Özellikle Kıbrıs sorununun çözümü konusunda TKP muhalefette bulunduğu dönemde savunduğu görüşleri koruyor ve fırsat düştükçe bunları dile getiriyor.
Örneğin, geçen ay Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ın artık Kıbrıs "aracılı görüşmeler"e katılmama kararının KKTC Meclisi tarafından onaylanması istendiğinde, Mustafa Akıncı başta olmak üzere TKP milletvekilleri buna karşı oy kullandılar.
Şimdi de, Akıncı müzakerelerin yeniden başlaması için girişimlerin yoğunlaştığı bir sırada, "farklı düşünceler"ini dile getiriyor ve bunları Ankara'ya da iletmeye çalışıyor...* * *AKINCI, Kıbrıs görüşmelerinin 5. turunda BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın Türk tarafınca kabul edilmeyen fikirler ortaya atmasına rağmen, müzakerelerin kesilmesine karşı çıkmasının