Peşmergeler ile TSK mensupları arasında yaşanan son olay da bunu gösterdi. Önce bu olaya bakacak olursak, Genelkurmay ile KYB'nin açıklamaları aslında işin özü itibariyle birbirleriyle çelişmiyor.Genelkurmay, "(Sivil kıyafetli) unsurlarımızın kendilerini tanıtarak etik dışı davranışa gerekli tepkiyi vermesi üzerine, yanlış anlaşılmadan kaynaklandığı değerlendirilen taciz ve silah doğrultma olayı sona erdirilmiştir" diyor.Özetle, söz konusu olan, bölgedeki güvenlik durumu gözetildiğinde normal sayılabilecek bir kontrol sırasında sivil kıyafetli TSK mensuplarına karşı sergilenen densizliktir. Genelkurmay'ın da belirttiği gibi, "yanlış anlaşılmanın giderilmesi üzerine" sorun halledilmiş. Peşmergeler daha dikkatli davransalardı sorun dahi çıkmazdı. Onun için ders herhalde alınmıştır. Ancak yaşanan bu sorunla ilgili gelişmeleri iyi analiz etmek gerekiyor. Kuzey Irak ile ilgili gelişmeler hakkında en doğru sözü, Uluslararası Kriz Grubu'nun Kerkük uzmanı Joost Hilterman, Brüksel Temsilcimiz Güven Özalp'a söylemiş. Gerçekten de "Çok iyi yönetilmesi gereken bir durumla karşı karşıyayız." Türkiye'nin burada olayı şikâyet ettiği merci Amerika'dır. Yani Ankara, Kuzey Irak'taki güvenlik
Hırvatistan "hızlı ray"a yerleştirilirken, Türkiye'nin kasıtlı olarak yavaşlatılmış bir raya oturtulması haksızlık olarak görülüyor. Zira iki ülke arasındaki müzakereler eşzamanlı olarak başlamıştı. Türkiye'nin üyelik başvurusu ise çok eskilere dayanıyor. Peki, bu neden böyle? Çünkü bazı temel ekonomik göstergelere baktığımızda iki ülke arasındaki fark zannedildiği kadar büyük değil. Örneğin, satın alma paritesine göre 13 bin dolarlık kişi başına düşen gelir açısından Hırvatistan Türkiye'nin önünde görünüyor. Gazetemizin dünkü manşeti, Hırvatistan'ın AB müzakerelerinde Türkiye'nin önüne geçtiğini gösteriyordu. Bu ülkenin AB üyesi olmasının fazla zaman almayacağı kesin. Oysa Türkiye için 20 ile 50 yıl arasında bir zaman biçiliyor. Ancak uluslararası kaynaklar Türkiye için aynı rakamın 9 bin dolara yakın olduğunu belirtiyorlar. Yani burada aşılamayacak bir "uçurum" söz konusu değil. Aynı kaynaklara göre Hırvatistan'daki işsizlik oranı yüzde 17'lerdeyken, Türkiye'deki oran sadece yüzde 10 civarında. Öte yandan, Hırvatistan'da okuma yazma oranı yüzde 98 olarak belirtilirken, Türkiye için aynı oran yüzde 86 olarak gösteriliyor. Burada da bir "uçurum" gözükmüyor. Bu örnekleri
Başbakan Erdoğan'ın, "İkinci bir ihlalde Amerikan uçaklarını vururuz" şeklinde yorumlanmaya son derece müsait olan sözler sarf etmesi de gelinen noktayı özetlemeye yetiyor. Yaşar Paşa'nın sözleri Erdoğan'ın sözleriyle yan yana konduğunda, 50 yıldır "hayati" sayılan bir ittifak ilişkisinin şu sıralarda çok farklı ve içinde husumet tohumlarını barındıran bir düzleme taşınmakta olduğunu söylemek yanlış olmaz. Zamanında önemli görevlerde bulunmuş olan emekli askerlerden, Türkiye'nin NATO'dan çıkması yönünde gelen telkinleri ise "boş sözler" olarak değerlendirmemek lazım. ABD karşıtlığının Türkiye'de hemen hemen her kesime sirayet ettiğini düşünürsek, bu yaklaşımda birçok kişi açısından ters bir durum yok. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın ABD'yi "PKK'yı destekleyen Iraklı Kürtleri cesaretlendirmekle" suçlamasının ardından, şimdi TSK ile Amerikan ordusu arasında yaşanan "hava sahası ihlali" gerginliği, Türk-Amerikan ilişkilerinin giderek kötüleştiğini gösteriyor. Buna benzer görüşlerin hâlâ işbaşında olan ve her kademede görev yapan birçok subayımız tarafından paylaşıldığını da tahmin etmek güç değil. Türk-Amerikan ilişkilerinin temelinde esas itibariyle askeri
Bazıları tasarının öncülüğünü yapan Demokratların Türk-Amerikan ilişkilerine daha fazla zarar vermemek için, konuyu sessizce sumenaltı ettiklerini düşünüyor. Ancak son dönemde konuştuğum bazı kişiler bunun hiç de öyle olmadığını söylüyorlar. Bunlardan biri de geçtiğimiz günlerde temaslarda bulunmak için Türkiye'ye gelen ABD'nin eski Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz'di. "Ne oldu tasarıya?" diye sorduğumda, "Türkiye'ye gelmeden önce Demokrat Parti kaynaklarını yokladım. Niyetleri tasarıyı haziranda gündeme aldırmakmış" dedi. Geçen hafta da Sabancı Üniversitesi'nin bünyesinde çalışan İstanbul Politika Merkezi'nin Türk-Amerikan ilişkileri üzerine düzenlediği bir konferansa katıldım. Konuşmacılar arasında ABD'deki son Kongre seçimlerine katılan, ancak kazanamayan, Türk asıllı Amerikalı Osman Bengü de vardı. ABD Kongresi'nde 24 Nisan öncesinde geçmesi beklenen, ancak ses seda vermeyen "Ermeni soykırımı tasarısı"nın akıbetinin ne olduğunu merak edenler var. Zira Washington'dan bu konuda fazla haber yansımıyor. Kendisinden bu konuda edindiğimiz bilgiye göre, hararetli bir Ermeni yanlısı olan Temsilciler Meclisi Başkanı Demokrat Partili Nancy Pelosi, tasarı gündeme geldiğinde bunun
Oğlanın kızı almasını zorunlu kılan bir durum doğar. Baba da bunun üzerine kızla evlendirmek için oğlanı çiftesiyle rahibe sürer. Ortaya "metazori" bir beraberlik çıkar. Ama zevahir kurtarılmış olur.Sadece diplomatlar değil, gerçek sosyal demokrat vatandaşlar da şimdi, "solda" kitle baskısıyla oluşan bu "zoraki" beraberliğin ne anlama geldiğini merak ediyorlar. Bunun seçimlere dönük siyasi değerinin ne olacağını sorguluyorlar. Bir Batılı diplomat arkadaşım, bizde "sol" diye geçinen partilerin birlikte hareket etme kararlarını "shotgun wedding"e benzetti. "Shotgun wedding"in çevirisi (av tüfeği anlamında) "çifte evliliği"dir. Bir de CHP'nin ağzından düşürmediği "sosyal demokrasi" ifadesi var. Bugüne kadar hiç de sosyal demokrat bir görüntü vermeyen CHP bu iddianın içini nasıl dolduracak?"Sosyal demokrasi" siyaset sözlüklerindeki tanımına göre, "Vahşi kapitalist düzenden insana değer veren hümanist sosyalist düzene geçmeye olanak sağlayan barışçıl değişim sistemidir." Amacı din, dil, ırk, köken ayrımı yapmadan insana hizmet etmektir. Bu yüzden de bu ayrımları yapmayan bir vatanseverlik anlayışını benimser. Bu ayırımlar üzerine kurulu olan milliyetçiliğe ise özü itibariyle sıcak
İngiliz hükümetlerinin her zaman ciddiye aldıkları Chatham House'a göre, Bağdat'taki yönetimin de bu aşamada fazla bir kıymeti harbiyesi kalmadı. Zira Irak'taki gelişmeler artık kendi dinamikleri içinde ve kontrol dışında bir seyir izliyor. Söz konusu olan da, "savaş içinde bir dizi küçük savaş." Nispeten güvenli sayılan Kuzey Irak'ın Mahmur kentinde birkaç gün önce patlayan ve 50 kişinin öldüğü belirtilen intihar saldırısı ise karışıklığın ülkenin her yerine yayılma eğiliminde olduğunu gösteriyor. İngiltere'nin en önemli dış politika düşünce kuruluşu Chatham House, yeni yayımladığı bir raporda -aslında herkesin bildiği bir gerçeği etkin bir şekilde telaffuz ederek- Irak'ın dağılma aşamasına geldiğini belirtiyor. Chatham House'ın "savaş içinde savaş" teorisini besleyen unsurlar arasındaysa, Kürt kaynakların Mahmur'daki saldırının "Ankara güdümündeki Irak Türkmen Cephesi'ne bağlı eylemciler tarafından düzenlendiğini" yaymaları gibi faktörler de var. Chatham House'ın, Irak'taki istikrarsızlığın artmasında komşu ülkelerin şu veya bu şekilde bir parmağı olduğunu açık açık ima etmesi ise bu tür kanıtlanmamış iddiaların savrulması için uygun bir ortam sağlıyor. Türkiye açısından
Turan'ı, rahmetli babalarımızın mesleği nedeniyle 1960'lı yılların başında birlikte bulunduğumuz Belgrad'dan bu yana tanırdım. Kaderlerimiz de farklı değildi. İkimiz de yabancı ülkelerde doğduk. İkimiz de üniversitede aynı şeyleri okuduk. İkimiz de sonunda baba mesleği olan hariciyecilik yerine gazeteciliği seçtik. Dün toprağa verdiğimiz Turan Yavuz sadece sevdiğim ve takdir ettiğim bir meslektaşım değildi. Aynı zamanda çocukluk arkadaşımdı. Hatta kardeşimdi. Ailelerimizin çok yakın olması nedeniyle iç içe sayılırdık. Sevgili annesi Nilüfer Teyze benim için bir ikinci anne, ablası Necla da olmayan ablam gibiydi. Hâlâ da öyleler. Turan son derece düzgün ve dürüst bir insandı. Dostlarına karşı kendisine zarar verecek ölçüde cömert olan biriydi. Gazeteci olarak da hem kaynaklarında hem de okurlarında güven hissi uyandırırdı. Abartı, sansasyon, kendi reklamını yapma gibi şeylerin peşinde değildi. Bazıları gibi arsızca para pul peşine düşseydi, banka hesabı herhalde çok daha kabarık olurdu. Turan sadece tutkuyla bağlı olduğu işini iyi yapmak isterdi. Bu onun için yeterliydi. Çok iyi bir gazeteci olması da zaten, pahalı otel lobilerinde, özel yatlarda, orada burada kurulan yılışık
Örneğin İngiltere, Fransa ve Hollanda'da referandum yoluyla reddedilen anayasa taslağının yeniden canlandırılmasına karşı. Polonya ise ulusal egemenlik haklarını fazla sulandırmayan basitleştirilmiş bir metin istiyor. Fransa'ya gelince, reddedilen ilk metni değişik bir isim altında bu kez kabul edecek gibi. Ancak Brüksel'den yansıyanlara bakılırsa, yeni Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy buna önemli bir önkoşul getirmeye hazırlanıyor. Yapılan çeşitli açıklamalar Sarkozy'nin anayasa taslağında Avrupa'nın sınırlarının açık bir şekilde belirtilmesini istediğini gösteriyor. Türkiye'nin bu sınırların dışında kaldığını tahmin etmek ise güç değil. Almanya'nın en büyük arzusu, AB dönem başkanlığı sırasında ölmüş gibi görünen "Avrupa Anayasası"nı yeniden canlandırmak. AB içinde bu konudaki görüşler ise muhtelif. Kendisi zaten seçim kampanyası sırasında -ve çok öncesinde- Türkiye'yi Avrupalı bir ülke olarak görmediğini, bu yüzden de AB'ye üye olamayacağını net bir şekilde duyurdu.Bu yüzden, işbaşına geldikten sonra Sarkozy'nin, Almanya Başbakanı Angela Merkel gibi, Türkiye'ye aleyhindeki söyleminin tonunu düşüreceğini belirtenler ciddi bir yanılgı içindeler. Zira kendisi, Türkiye karşıtlığını