ABD'nin "şahinler şahini" Savunma Bakanı Donald Rumsfeld'i ele alalım. Salı günü yaptığı basın toplantısında tam bir "Türk ağzı" ile konuştu. Ülkesindeki yazılı ve görsel medyayı Irak'ta olanları "abartmakla" ve Amerika'nın düşmanlarının ekmeğine yağ sürmekle suçladı. Bu durum Askeriye Camisi'nin bombalanmasından sonra doruğa çıkmış. Rumsfeld, Irak'taki komutanların verdiği bilgilere dayanarak, bu olaydan sonra saldırıya uğrayan Sünni camilerinin sayısının, bazı gazetelerde yazıldığı gibi, "yüzlerce değil" sadece 30 olduğunu, ölenlerin sayısının ise, yine iddia edildiği gibi 1500 değil, 350 olduğunu söyledi. Medyaya saldırmak zorda kalan siyasetçilerimizin sığınağı haline geldi. Bunu son olarak Hamas ziyareti, Unakıtan ve Büyükanıt olaylarında gördük. Ancak, sanılmasın ki bu huy bir tek bizde var. Ardından şunları ekledi: "Bu hatalı bilgiler zinciri, ortamı karıştırarak Irak'ta istikrar görmek isteyenlerin işin zorlaştırmak ve teröristleri cesaretlendirmek amacına dönükmüş gibi görünüyor."Hızını alamayan Rumsfeld, bizde de son günlerde moda olan, "manipülasyon" kavramını şu şekilde gündeme getirdi: "El Kaide'nin, basın organlarının nasıl manipüle edileceğini öğreten bir 'medya
Caferi'ye karşı olan Şiiler ise, dayanışma ruhu nedeniyle, Kürtlerle Sünnilerin bu kampanyasına açık destek vermiyorlar. Ancak, Caferi'den memnun olmadıklarını belli ediyorlar. Özetle, Irak'taki siyasi denklem çok yönlü ve değişken. Kendilerine özerklik sağlamak amacıyla anayasa çalışmaları sırasında işbirliği yapıyor görüntüsü veren Şiilerle Kürtlerin yolları ayrılıyor. Bu kez ortaya bir "Kürt-Sünni ekseni" görüntüsü çıkıyor. Ancak, iş tabii ki bu kadar basit değil. Nitekim, son seçimlerde 25 sandalye kazanan ve laik Şiilerin önde gelen isimlerinden olan eski başbakan İyad Allavi de Caferi konusunda Kürt ve Sünni pozisyonlarına yakın bir tutum içinde. Türkiye ziyareti tartışmalara neden olan Irak'ın geçici başbakanı İbrahim Caferi ile ilgili polemik büyüyor. Kürtlerle Sünniler kendisini yeni hükümette görmek istemediklerini açıkça ortaya koydular. Taha Akyol, bu karmaşayı anlamamıza katkıda bulunan "Mezhep ve siyaset" başlıklı dünkü yazısında, Irak'taki gelişmeleri "arapsaçı"na benzeterek, yeni hükümetin hâlâ kurulamamış olmasının önemli bazı nedenlerini sıraladı.Bu arada, Türkmenlerin de mezhepsel bölünmeden etkilenmeleri, sorunu Türkiye açısından daha da karmaşık kılıyor.
Caferi'nin "Beni Başbakan Erdoğan davet etti, kimseye hesap vermek zorunda değilim" şeklindeki yanıtı ise, "Acaba bu ziyaret de mi zamansız yapıldı?" sorusunu gündeme getirdi. Zira Irak'ta da yeni hükümet henüz kurulmuş değil. Hamas ziyareti gibi, Irak'ın geçici Başbakanı İbrahim Caferi'nin Ankara ziyareti de tartışmalara neden oldu. Irak'ın geçici Cumhurbaşkanı Celal Talabani'nin "Kimden yetki alıp gitti, bilmiyoruz" şeklindeki çıkışı bu ziyaretin olası yararını gölgeledi. Evet, doğrudur. Şiiler, yeni Irak anayasası gereğince kendilerine düşen başbakanlık görevi için Caferi'yi tekrar aday gösterdiler. Ancak, Caferi'nin uzun tartışmalar sonrasında sadece bir oy farkla seçilmesi, Şiilerin arasında da kendisini istemeyenlerin olduğunu gösterdi. Kürtler ile Sünnilerin kendisini istemediklerini ise başta El Cezire olmak üzere, Arap medyasını takip edenler bilir. Nedenlerine gelince, bunlar karmaşık ve Irak'a özel. Burada bu konuya girecek yerimiz de zaten yok. Caferi'yi istemeyen çok Ancak, Haluk Koç tarafından hazırlanan, TRT2'nin başarılı dış politika programı "Büyüteç"i önceki akşam izleyenler, laik Şiilerin önde gelen ve Ankara'da da sevilen- isimlerinden olan eski Başbakan
Ayrıca kızdım. Zira, Hamas ziyaretini "zamansız" diye eleştirenlerdenim. Başka bir ifadeyle, gerektiğinde iğneyi kendimize batırmaktan çekinmeyen bir yazar olarak sık sık aldığım düzeysiz nefret mesajlarında da savrulan bu suçlamanın muhataplarından biriyim. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ü mülayim, makul ve medeni birisi olarak tanırım. Onun için "Türk basınının, gizli servislerin ve diplomatların manipülasyonuna açık olduğunu görüyorum" sözleri karşısında sadece şaşırmadım, hayretler içinde kaldım. Bu nedenle, kurucuları arasında olduğum Diplomatik Muhabirler Derneği'nin (DMD) konuyla ilgili yaptığı açıklamada olduğu gibi, bu suçlamayı ben de reddediyor, Sayın Gül'ü elindeki kanıtları ortaya koymaya davet ediyorum.Burada işaret edilecek önemli bir husus daha var. Türkiye'nin en zor dönemlerinden birinde Dışişleri Bakanlığı yapmış olan İlter Türkmen de, Hürriyet'teki sütununda, Hamas ziyareti konusunda bizimkine benzer eleştiriler getirdi. Yazılarındaki içerik ve perspektif açısından birçok diplomatımızın ilham kaynağı olmaya devam eden Sayın Türkmen de bu durumda kendisini "gizli servislerin ve diplomatların manipülasyonuna" mı kaptırmış oluyor? İlter Türkmen'e kulak verin
Toplam 25 bin kişi üzerinde yapılan araştırmaya göre "Türkiye markası" sonuncu sırada yer almış. Araştırmayı değerlendiren Anholt, bunun nedenini CNN TÜRK'e tek kelimeyle açıklamış: Cehalet. Özetle söylemek gerekirse, dünya Türklerin cahil, tembel, fakir, radikal İslamcı, deli, barbar ve tehlikeli olduklarını düşünüyormuş. Bu yakıştırmaların hepsi tabii ki haksız. Hiçbiri bize yakışmıyor. Ancak, Arap ülkelerinde bile tanık olduğumuz bu yanlış algılamaları beslemek için elimizden geleni yaptığımızı da kabul etmeliyiz. Türkiye'nın sadece Batı'daki değil, tüm dünyadaki imajı gerçekten berbat. Bunu çok gezen biri olarak doğrulayabilirim. Uluslararası Pazarlama Şirketi GMI ve marka uzmanı Simon Anholt tarafından 35 ülkede yapılan yeni bir araştırma da bunu teyit etmiş. Sadece üç dört yıl geriye baktığımızda Avrupa ve dünya kupalarındaki başarılarımız, Eurovision şarkı yarışmasındaki birinciliğimiz, Formula 1'i Türkiye'ye getirmemiz, Londra'daki "Türkler" sergisi gibi yüksek profilli tanıtım başarılarını görüyoruz. Bırakın Avrupa'yı, dünyayla barışık olmayan kimi şahsiyetlerimiz bile bunlardan dolayı gururlanmışlar ve böylece Türkiye'nin imaj meselesinin ne denli önemli olduğunu
Katılımcı listesi üst düzeyli diplomatlar, akademisyenler, sivil toplum örgüt temsilcileri ve gazetecilerden oluşuyordu. Toplantının önemli ismi ise ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Scott Carpenter'dı. Hamas'ın ziyareti de, haliyle, konferansın konusuyla örtüştüğü için, kulislerde çok konuşuldu. Hamas'ın Ankara ziyareti gerçekleşirken TESEV ve Slovak Dış Politika Kurumu (SFPA) tarafından ortaklaşa düzenlenen bir konferans için Bratislava'daydık. Konumuz, "Genişletilmiş Ortadoğu" diye tanımlanan coğrafyada demokrasinin gelişmesi için Türkiye ile Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Macaristan ve Polonya'dan oluşan "Vişegrad Grubu"nun yapabilecekleri katkılardı. Slovakya, Hamas'ın terör örgütler listesinde yer alması için AB'de çaba gösteren ülkelerden biriymiş. Konferansa katılan Polonyalı, Macar ve Çek diplomatlardan da Hamas konusunda fazla olumlu bir şey duymadık. Amerikalılar ise bu ziyaretten duydukları hoşnutsuzluğu açıkça belli ettiler. Öte yandan, Türkiye'de bazı yazarlar "Bu ziyaretin gerçekleşeceğini biliyorduk çünkü Dışişleri kaynakları söyledi" dese de, ziyaretin bu şekilde gerçekleşmesi beklenmiyordu. Doğrudur, Dışişleri ABD, İsrail ve AB ile temaslarında böyle bir ziyaret için
Haber Ankara'ya ulaşır ulaşmaz Dışişleri Bakanı Gül İsrailli meslektaşı Livni'yi arayarak Ankara'nın politikasında bir değişiklik olmadığını vurguladı. Hamas temsilcilerinin Ankara ziyaretleri Dışişleri'nde de beklenmiyordu. Bu nedenle büyük sıkıntı yarattı. Zira Ankara günlerdir bu konuda Avrupa ile birlikte hareket edeceğini hissettiriyordu. Livni memnun değildi tabii. Bu ziyaretin Türkiye'yi de yakından ilgilendiren terörle mücadeleyi zorlaştıracağını hissettirdi. Gül ise, Türkiye'nin Hamas'a terörden vazgeçmesi ve İsrail'i tanıması yolunda güçlü telkinlerde bulunacağını anlatmaya çalıştı. Bu arada, haberin duyulmasının ardından, Amerika'dan Ankara'ya kızgın telefonlar yağmaya başladı. Irak konusunda ağzı yanan Amerikalılar, Türkiye'nin, İran'a karşı AB ile birlikte oluşturmaya çalıştıkları politikaya da ters düşeceğinden endişeleniyorlar. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı nezdindeki daimi temsilcilerini bu hafta Ankara'ya bu yüzden gönderdiler. Dışişleri'nin bu ziyaret öncesinde İran konusunda yaptığı sert açıklama tabii ki Amerikalıları bir nebze rahatlattı. Fakat, Hamas'ın ziyareti kuşkuları tekrar körükledi. Bu nedenle Hamas'ın ziyareti, Washington'da bazılarınca "yeni
Danimarka Büyükelçisi Christian Hoppe, Hz. Muhammed karikatürlerinin neden olduğu sorunları başta anlayamadıklarını teslim ediyor. Ülkesinin isminin özellikle Ortadoğu'da "lekelendiğini" belirterek, ortaya çıkan uçurumun kapatılmasının zaman alacağını belirtiyor. Hoppe, Batı ile İslam dünyası arasında bir köprü olan Türkiye'nin öneminin bu krizle arttığını belirtiyor. Hoppe, Milliyet'in sorularını yanıtladı: İyi bir soru ama bu artık tarihçileri ilgilendiriyor. Günümüzdeki gelişmelerle ilgiliyiz. Birçok Avrupa ülkesi gibi eskiye dayanan hiciv geleneğimiz var. Buna İsa ve Hıristiyanlık konuları da dahil. Karikatürlerin Müslümanları rencide edeceği konusunda bilgi eksikliği vardı. Rasmussen önceki gün "Müslüman Demokratlar" adlı grubu kabul etti. Bu tür görüşmeler başta yapılsaydı belki yaşananlar olmayacaktı. Danimarka meselenin vahametini niçin anlayamadı? İmamlara suçlama Başbakanımız daha işin başında rencide olanların mahkemeye başvurabileceklerini söyledi. Müslümanları temsil eden bir grup bunu yaptı. Konu şu anda başsavcıda. Danimarka'da dine sövmeye karşı yasa var. Başbakanınız buna dayanarak niçin zamanında yatıştırıcı açıklamalar yapmadı? Aslında bunu yapan çok az