Başbakan Erdoğan'ın resmi ziyareti için bulunduğumuz 20 milyon nüfuslu Yemen, Arapların bu konudaki hissiyatını anlamak açısından iyi bir konumda bulunuyor. Yemen'in, Irak krizi nedeniyle bölgenin geçirmekte olduğu bu zorlu dönemde Amerika ile yakın ilişkiler sürdürüyor olması ise bu konudaki bulguları daha da ilginç kılıyor. Saddam Hüseyin'in nihayet yargılanıyor olması Kuveyt, İsrail ve İran'da malum nedenlerden dolayı sevinçle karşılanmış olabilir. Ancak, aynı şeyin Arap dünyasının büyük bölümü için geçerli olduğunu söylemek pek mümkün değil. Burada İngilizce olarak yayımlanan Yemen Observer gazetesi, konuyla ilgili olarak yaptığı bir araştırmayla, çeşitli sınıflara mensup Yemenlilerin görüşlerini aslında net bir şekilde orta koymuş. Bizim de burada ayaküstü yaptığımız konuşmaları doğrulayan bu araştırma Washington'un hiç de hoşuna gitmeyecek bazı gerçekleri ortaya koyuyor.Söz konusu araştırmaya göre, sınıfları ne olursa olsun, Yemenlilerin büyük bölümü Saddam'ın bu koşullarda yargılanıyor olmasını, "Arap âlemi açısından bir hakaret ve aşağılama" olarak algılıyor. Tabii buna katılmayanlar da var. Daha çok "okumuş" kesime mensup olan bu Yemenliler, Saddam'ın yargılanıyor
KUVEYT YOLUNDA ERDOĞAN'DAN ÇARPICI MESAJLAR Başbakan Erdoğan, Kuveyt'e giderken uçakta gazetecilerin çeşitli sorularını yanıtladı. Başbakan Erdoğan, Müsteşarı Ömer Dinçer'in akademisyen olarak mesleğinden YÖK tarafından men edilmesini "rektörlerin misillemesi" diye yorumladı. Erdoğan, rektörlerin Van'a yaptıkları toplu ziyareti de "yargıya müdahale" ve "çirkin" olarak değerlendirdi. Erdoğan, MGK'nın önceki gün onayladığı Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nin (MGSB) içeriği hakkında "gizlilik gerekçesiyle" bilgi vermedi. Belgenin 2001'den bu yana ilk kez değiştirildiğini belirten Erdoğan, "Belge niçin gizli?" sorusuna, "Komşu ülkeler ve komşu olmayan ülkelerin adı geçiyor. İç ve dış politikaya yönelik yerler var. Onları rahatsız edebilir. Ülkenin çıkarları açısından gizli olması gerekir" diye konuştu.MGK üyelerinin oruçlu olup olmadıklarına ilişkin bir soruyu da yanıtlayan Erdoğan, toplantı sırasında herhangi bir yiyecek veya içeceğin tüketilmediğini belirtti. Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök'ün oruçlu olduğunu da açıkladı. Gizli belge Erdoğan, toplantıya katılan DSİ ve Enerji Bakanlığı yetkililerinin MGK'ya ne tür bilgiler verdiklerine ilişkin bir soruyu da
Ancak, bu stratejinin sağlıklı bir şekilde oluşturulabilmesi için, bazı temel soruların da yanıt bulması gerekiyor. İspanyol uluslararası araştırmalar kurumu CIDOB ile Barcelona Üniversitesi'nin ortaklaşa düzenledikleri iki günlük "Türkiye ve AB" konferansından işte bu tür sorular çıkıyor. Burada yapılan konuşmalardan, İspanya'nın son 25-30 yıl zarfındaki gelişme sürecinin Türkiye açısından bir "model" niteliğinde olduğunu da net bir şekilde görüyoruz. Franco diktası altına onlarca yıl Avrupa'nın "istenmeyen kuzeni" olan bu ülke, konuştuğum orta yaşlı İspanyolların açıkça itiraf ettikleri gibi, "sessiz devrim" niteliğindeki bir değişimden geçmiş. AB için büyük düşünmek gerekiyor. AB üyeliğinin getireceği köklü değişimin ülkenin yararına olması için bu gerekli. Çünkü, Türkiye'nin bugünden yarına veya seçimden seçime işleyen değil, uzun vadeli çıkarlarını gözeten bir stratejiye ihtiyacı var. Bu değişim ortamında İspanya'nın önüne çıkan temel bazı sorular ise hiç de öyle kolay yanıtı olan türden sorular değilmiş. Ancak bu yanıtlar bulunmuş ve aşılamaz sanılan sorunların üstesinden gelinerek, son 30 yıl zarfında ülke gerçekten de gıpta edilecek bir sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasi
Katılımcılar arasında her iki ülkeden büyükelçiler, akademisyenler ve gazeteciler var. Hepsi "kalibresi yüksek" kişiler. Bu tür konferanslarda özellikle 3 Ekim sonrasında tam bir enflasyon yaşanıyor. Bunun, müzakere süreci çerçevesinde daha da artacağı ve Türkiye'nin hemen hemen her açıdan mercek altına alınacağı daha şimdiden görülüyor. Bu süreçte Avrupalılar kuşkusuz Türkiye hakkında bilmedikleri çok şeyi öğrenecekler. Öğrendikçe de Türkiye'ye dönük eleştirileri daha sağlam zeminlere oturacak. Öte yandan Türklerin de bu süreçte öğrenecekleri çok şey var. Bunu da burada daha iyi görüyoruz. İspanya'nın "otonom cumhuriyetlerinden" Katalonya'nın başkenti Barcelona'dayız. İspanyol uluslararası araştırmalar kurumu CIDOB ile Barcelona Üniversitesi'nin ortaklaşa düzenledikleri "Türkiye ve AB" konferansına konuşmacı olarak katılıyoruz. Örneğin, bizde Avrupa'ya bir blok olarak bakıp "Bizi aralarında istemezler" diyenlere, fırsat bulurlarsa İspanya'ya gitmelerini veya en azından Türkiye'ye gelen İspanyollarla temas kurmalarını salık veririm. Bunun ne denli bir "Türk önyargısı" olduğunu o zaman daha iyi anlayacaklar.İster akademisyen, ister memur, ister gazeteci olsunlar, burada konuştuğum
CHP'nin "sosyal demokratlığını" sorguladığım yazımda, "Onur Öymen veya Şükrü Elekdağ'ın, AP'deki sosyal demokratlarla bir Kürt veya Kıbrıs sorununu tartıştıklarını, bir Ermeni meselesini ele aldıklarını düşünebiliyor musunuz? Daha ağızlarını açar açmaz, siyasi yelpazenin 'sosyal demokrat' kanadında yer almadıkları ortaya çıkacaktır" diye yazmıştım. 'CHP bir masalı yaşatmakta ısrarlı' başlıklı son yazıma, partinin önde gelen milletvekilleri Onur Öymen ve Şükrü Elekdağ'dan yanıt aldım. Başka bir ifadeyle, CHP'nin Avrupa'daki "yoldaşları" ile ne denli "içli dışlı olduklarını" sorgulamaya çalışmıştım. Avrupa Parlamentosu'nda aktif olup olmadıklarını değil. Takdir tabii ki okurun. Sayın Öymen ve Sayın Elekdağ'ın ortak mektupları ise şöyle: "Sayın Semih İdiz,Yazınızı hayretle okumuş bulunuyoruz. İfadelerinizden, bizlerin Avrupalı parlamenterlerle Ermeni meselesi ve Kürt sorunu gibi konularda konuşmadığımız gibi bir izlenim sahibi olduğunuzu anlıyoruz. Gerçek bunun tam tersidir. Türkiye Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu'nda ve TBMM Avrupa Birliği Uyum Komisyonu'nun yurtiçinde ve yurtdışında yabancı parlamenterlerle ve devlet adamları ile yaptığı toplantılarda her ikimiz de
Bu "doğrulardan" birini ortaya koyarken de, CHP'nin AB konusundaki tutumunu eleştirdi. "Bu davayı ileri götürmek en çok bize yakışırdı. Mevcut görüntü bu yüzden bize hiç yakışmıyor" dedi. İnal Batu, CHP'nin önde gelen ancak mevcut parti yönetimi tarafından dışlanmış olan isimlerinden biridir. Cuma günü Haber Türk'e konuşan "CHP emektarı" Batu, "yaşı gereğince artık kimseden çekinmediğini" ve "bildiği doğruları söylemeye devam edeceğini" belirtti. Emekli bir büyükelçi olan, "Kıbrıs kahramanı" Batu, Lüksemburg'da alınan sonucun ideal olmadığını teslim ediyor. Ancak, Türkiye'nin 3 Ekim'de "sınıf atladığını" altını çizerek söylüyor. Kısacası Batu, elde edilen sonuca CHP içinde "sevinebilenler" arasında bulunuyor. "Sevinemediği" şey ise CHP'nin tutumu. O kadar ki, uluslararası düzeyde bu kadar çok ilişkisi olmasına karşın, CHP'nin bunları AB konusunda Türkiye adına kullanmamasından yakınıyor. Gerçekten de CHP'nin Lüksemburg öncesinde, özellikle Sosyalist Enternasyonal'deki temaslarını kullanarak, sıkı bir "Türkiye lobisi" yaptığını söylemek güç. CHP gücünü kullanmadı Bu dönem zarfında Deniz Baykal ne Tony Blair ile, ne Gerhard Schröder ile, ne de başka bir sosyal demokrat liderle
1- AB perspektifi Türkiye için ciddi bir sosyoekonomik değişim anlamına gelecektir. Muhafazakâr gözlüklerden bakıldığında "değişim" antipati yaratan bir kavramdır. Ancak, işsizlik, bölgesel dengesizlik ve gelir dağılımındaki eşitsizlik gibi faktörleri düşünecek olursak, Türkiye açısından değişimin gereği ortadadır. Türkiye'yi "Avrupalı" yapan başlıca husus, Avrupa'nın geçtiği sosyolojik süreçlerden geçiyor olmasıdır. Burada kentlere dönük kitlesel göç, geleneksel aile yapısından çekirdek aile yapısına dönüşüm, kadınların, sadece tercih olarak değil, ekonomik nedenlerden dolayı çalışmak zorunda kalmaları gibi unsurlardan söz ediyoruz. Son yazımızda serbest dolaşımla ilgili sorunlara işaret ederek, birçok kişinin "O zaman bu AB işinden ne anladık?" sorusunu sorduğunu belirtmiştik. Bu konuda genel hatlarıyla şunlar söylenebilir: Bu gelişmeler karşısında çağdaş bir toplumsal, siyasal ve ekonomik altyapı oluşturulamazsa yakın gelecekte ciddi sorunlarla karşılaşacağımız kesin. AB işte bu altyapının oluşturulması açısından bir "katalizör"dür. Bunun sonuçları ise daha müzakere sürecinde görülecektir.2- AB perspektifi, salt "yasalara" değil, "adalet" anlayışına dayanan bir "hukukun
Onun için AB'nin Kıbrıs'ta barışa katkıda bulunamayacağını düşünmek son derece hatalıdır. Daha önceki yazılarımızda AB'nin Kıbrıs konusunda taraf olduğunu, bu nedenle konunun kesinlikle BM platformundan AB platformuna çekilmemesi gerektiği belirtmiştik. Bu elbette ki AB'nin sorunun çözümüne katkıda bulunamayacağı anlamına gelmez. Birçok şeyin yanı sıra AB aynı zamanda bir barış projesidir. Kökeninde Almanlarla Fransızları barıştırma fikri yatar. 1870'den başlayarak üç kez savaşan ve Avrupa'da milyonlarca insanın ölümüne neden olan bu iki ülkenin savaşları böylece tarih sayfalarında kalmıştır. Bugün tekrar savaşabileceklerini düşünmek bilimkurgu gibi bir şeydir. Nitekim son günlerde yapılan açıklamalara bakılacak olursa, AB yetkilileri de bu sorunun BM çerçevesinde çözülmesi gerektiğine inandıklarını ortaya koyuyorlar. Bu da normal. Zira hiçbir AB yetkilisi bu çetrefil sorunun Birliğin kucağında kalmasını istemez.Kaldı ki AB, yayımladığı Kıbrıs konusundaki "Karşı Deklarasyon"da zaten bu sorunun çözüm yerinin BM olduğunu vurguluyor. Bu, Türk tarafı için bir kazanımdır. Zira Rum yönetimi meseleyi kendisini güçlü hissettiği AB'ye çekmeye çalışıyordu. Bunu yapması şimdi zorlaşmıştır.