Peki, Lozan'ı Türkiye ihlal etmiyor mu?

28 Kasım 2005

"Lozan hassasiyetimiz" böylece bir kez daha görülmüş oldu. Türkiye ile AB ilişkilerinin "yumuşak karnı" da daha netleşmiş oldu. Ancak, Kretschmer'in sözlerini bir yana bırakıp, Lozan'ı nasıl yorumladığımıza baktığımızda ortaya ilginç bir durum çıkıyor. AB Komisyonu Türkiye Temsilcisi Hansjörg Kretschmer ile hafta içinde yaptığımız söyleşi tepki topladı. Lozan'ın azınlıklar konusunda Türkiye tarafından "dar anlamda" yorumlandığını, AB üyeliği yolunda bu durumun değişmesi gerekeceğini belirten Kretschmer topa tutuldu. Örneğin, "Batı Trakyalı Türklerin azınlık haklarının ihlal edilmesinden" söz ederiz. Bu hakların ihlal edildiği de zaten kuşku götürmez. Ancak, daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi, salt Lozan açısından bakıldığında, bu azınlığın "Türklükten" doğan değil, "Müslümanlıktan" doğan hakları ihlal ediliyor. Çünkü Lozan'da Batı Trakya'daki "Türk azınlıktan" değil, "Müslüman azınlıktan" söz ediliyor. AB üyesi olmasına karşın, Atina'nın niçin "Azınlıkların Korunması Çerçeve Anlaşması"nı onaylamadığı da böylece anlaşılıyor. Zira, bunu yaparsa, Yunanistan'daki Türklerin "dini" değil "etnik" kimliklerinden kaynaklanan haklarının ön plana çıkacağını biliyor. "Kürt

Yazının Devamı

Özker Özgür gerçekten hain miydi?

26 Kasım 2005

Burada, hafta başında vefat eden eski Cumhuriyetçi Türk Partisi başkanı Özker Özgür'den söz etmek istiyorum. Adı gibi yaşamaya alışık olan "eski tüfek" Özgür, "Kıbrıs Kıbrıslılarındır" ve "Türkiye iç işlerimize karışmasın" çıkışları nedeniyle hem Ankara'da hem de KKTC'deki milliyetçi çevrelerde "hain" olarak görülen bir siyasetçiydi. Kıbrıs sorununa çözüm arayışları "derin dondurucuda" olabilir. Ancak adada, Türkiye'de yakından izlenmesi ve doğru değerlendirilmesi gereken önemli gelişmeler oluyor. Bu çerçevede Kıbrıslı Türklerin sadece "Türk" olarak değil, "Kıbrıslı" olarak da kimliklerini koruma çabasında oldukları gözleniyor. Rum kesimindeki partilerin liderlerinin neredeyse hepsinin cenazesine katılmaları, AKEL lideri Hristofyas'ın ise Özgür'ün toprağa verilmesi sırasında gözyaşlarını tutamaması, bazıları tarafından kuşkusuz "Bu ihanetin teyidi" olarak görülecektir.Oysa, burada bazı ayrıntıları gözden kaçırmamak lazım. Rum liderlerin KKTC topraklarında katıldıkları cenazede Özgür'ün tabutunun KKTC bayrağına sarılı olması, ayrıca çok sayıda Kıbrıslı Türk'ün de bu cenazede hazır bulunup gözyaşı dökmesi gibi.Dün, başta Turkish Daily News gazetesi genel yayın yönetmeni olan yakın

Yazının Devamı

AB, AKP'nin daha az Müslüman olmasını bekliyor

24 Kasım 2005

Bu, Erdoğan'ın kişisel görüşü olabilir. Ona da saygı duyarız. Ancak, kendisi şu anda laik bir cumhuriyetin başbakanıdır. Bu nedenle, bu tür konularda vereceği mesajları, zaten hassas olan bir ortamda, daha dikkatli seçmek zorundadır. Aksi takdirde, dini görüşlerin fikir özgürlüğünü engelleyeceği anlayışlara yol açılmış olur ki, Başbakan Erdoğan'ın da aslında bunu kastettiğini sanmıyorum. Washington temsilcimiz Yasemin Çongar'ın pazartesi günü yayımlanan yorumundaki "Türkiye'de ifade kara günler yaşıyor" yargısına katılmamak elde değil. Ancak, Yasemin'in yazısında son söyledikleri de çok önemliydi. Çünkü, Başbakan Erdoğan'ın "Kutsallara saygıyı mı, ifade özgürlüğünü mü seçersiniz?" sorusuna verdiği "Hiç tereddütsüz kutsalı" yanıtı gerçekten de "düşündürücü." Burada elbette ki "Dine küfredilebilir" demek istemiyoruz. Başkalarının inançlarına veya inançsızlıklarına saygılı olmak yalnız genel bir kural değil, laikliğin de temel gereğidir. Zira, "laiklik," kökten dincilerin iddia ettikleri gibi, "dinsizlik" demek değildir. Aksine bu, her inancın eşit bir şekilde güvence altına alındığı düzendir.Kısa bir süre önce Barcelona'da Türkiye'nin tartışıldığı bir konferanstaydım. Oradan

Yazının Devamı

'Cehenneme hoş geldiniz!'miş

21 Kasım 2005

Ancak, burada bir şeyi nedense görmek istemiyoruz. İsviçrelilerin attıkları "zokayı" milletçe "yuttuk." İsviçre'nin önde gelen gazetelerinden St. Galler Tagblatt'ın yorumcusu Richard Reich'a bu konuda katılmamak mümkün değil. Türkiye-İsviçre karşılaşmaları çerçevesinde cereyan edenler futbolun antipatik yüzünü tekrar gösterdi. Bakıyorum, bu olaylarda herkes görmek istediğini görüyor. O kadar çok "çelme" ve "tekme" görüntüsü var ki, isteyen taraf kendisini haklı çıkarabilir. Neyse ki, futbol federasyonumuz gerçekleri görüp gerekli cezaları vermeye kararlı görünüyor. Reich, "Bern'de abartılı tipik Türk tepkisini provoke etmek için biraz ıslık, bir de sağlam bir İsviçre takımı yetti" diye yazmış. Türklerin tuzağa düşürüldüklerini açıkça ima eden Reich, "Benjamin Huggel'in attığı tekme de olmasaydı, İsviçre bu işten tertemiz çıkacaktı" diye eklemiş. Türkiye'ye dışarıdan bakıldığında, akla ilk gelen şeylerden biri "şiddet" oluyor. Sokakta şiddet, hapiste şiddet, trafikte şiddet, karakolda şiddet, hastanede şiddet, evde şiddet, okulda şiddet, kadına karşı şiddet, çocuğa karşı şiddet, azınlığa karşı şiddet, yabancıya karşı şiddet derken liste uzayıp gidiyor.Biz de zaten bu algılamayı

Yazının Devamı

'Hazmetme kapasitesi' aslında Türkiye'nin sorunu

19 Kasım 2005

Bu elbette ki Türkiye açısından olumlu bir durum değil. Ama şunu da görmeliyiz: Bu "hazmetme kapasitesi" meselesi Türkiye'yi çok daha yakından ilgilendiren şekliyle gündemdeki yerini aldı bile. Başka bir ifadeyle, Türkiye'nin AB kıstaslarını hazmedip edemeyeceği, gelişmelerin de gösterdiği gibi, daha şimdiden ciddi bir güncel soru olarak önümüzde duruyor. Son üç yılda yapılan temel reformların en önemlilerinin bir türlü hayata geçirilememesi ise bu sorunun yanıtını giderek netleştiriyor. Avrupa Birliği, Türkiye'ye dönük "hazmetme kapasitesi" kavramını 10-15 yıl sonrası için ortaya koydu. "Üyelik müzakerelerine başlıyoruz ama sizi hazmedip edemeyeceğimizi günü gelince göreceğiz ve ona göre davranacağız" dedi. Bunlara, "AB reformları" denmesi ve birçok kişinin bu reformlara "Avrupa'ya verilen tavizler" gözüyle bakması da zaten AB'nin temel kriterlerini yerine getirme konusundaki isteksizliği sergilemeye yetiyor. Bundan da, bu reformların bu topraklarda yaşayan insanların iyiliği için değil, farklı amaçlar ve beklentilerle yapıldığı anlamı çıkıyor. "AB üyeliği olmayacaksa bu reformları niçin yaptık?" şeklinde özetlenebilecek sitemkâr bakış açısı da bunu bir yerde doğruluyor. AB

Yazının Devamı

Taahhütlerin aksine davranmak şeref getirmiyor

17 Kasım 2005

Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu eski başkanı Prof. Dr. İbrahim Kabaoğlu ve bu kuruma bağlı Kültürel Haklar ve Azınlıklar Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Baskın Oran hakkında açılan dava bunun son örneklerinden biri. Her iki saygın akademisyenimiz, Oran'ın, yukarıda belirtilen konumuyla, hazırladığı azınlıklar raporu nedeniyle yargılanacaklar. Başbakanlık'ın yönergesiyle çalışan bir kurumun başkanı ve üyesi hakkında, o kurumun amacına uygun bir çalışma yaptılar diye, üstelik 5 yıl hapis istemiyle, dava açılması insana Franz Kafka'nın romanlarını andırıyor. Orhan Pamuk ve Hrant Dink aleyhine açılan davalar, bir yandan AB üyeliğini hedefleyen Türkiye'nin "fikir özgürlüğü" hanesine kırık not olarak işlenirken, diğer yandan da savcılarımızın "günün gereklerini" kavramakta zorlandıklarını ortaya koyuyor. Gazeteci Neşe Düzel hakkında, DEP eski milletvekillerinden Orhan Doğan ile yaptığı röportaj nedeniyle açılan dava da, "fikir özgürlüğü" ile neyin kastedildiğinin Türkiye'de pek anlaşılmadığını gösteren bir diğer örnek olarak önümüzde duruyor.Peki, Avrupa'da her isteyen her istediğini söyleyebiliyor mu? Avrupa'daki kötü bir emsal Türkiye'de de aynısının yapılmasına vize

Yazının Devamı

Papa - Barzani görüşmesinin anlamı

16 Kasım 2005

Bu durumda, bizde bazılarının kendilerini "aşiret reisi" diye aşağılama çabaları da haliyle havada kalıyor. Bu yaklaşımın ne denli hatalı olduğunu zaten Genelkurmay Başkan Orgeneral Hilmi Özkök de geçen günlerde ortaya koydu. Irak Devlet Başkanı'nın Türkiye'ye resmi bir ziyarette bulunması halinde bu kişinin, Celal Talabani'den başkası olmayacağını hatırlattı. Türkiye'nin hoşuna gitmeyebilir fakat Iraklı Kürt liderlerin uluslararası saygınlığı artıyor. Bunu son olarak önceki gün, Kürdistan Demokratik Partisi Başkanı Mesud Barzani'nin Papa tarafından kabul edilmesinde görüyoruz. Bu arada, Kürdistan Yurtsever Birliği Başkanı Celal Talabani'nin de, "Irak Cumhurbaşkanı" sıfatıyla, Papa tarafından geçen hafta kabul edildiğini, Barzani'nin ise kısa bir süre önce Beyaz Saray'da sıcak bir şekilde karşılandığını da hatırlatmak isteriz. Hoşa gitsin veya gitmesin, Hilmi Paşa'nın da dediği gibi, Talabani bugün Irak Cumhurbaşkanı'dır. Aralık ayında yapılacak genel seçimler sonrasında şekillenecek siyasi ortamda da, büyük olasılıkla, bu koltukta oturmaya devam edecektir. Barzani'ye gelince, o da, halkoylamasıyla kabul edilen Irak anayasasına dayanarak, "Kürdistan Bölgesel Hükümeti Başkanı"

Yazının Devamı

Türkiye bir muz cumhuriyeti mi?

14 Kasım 2005

Terörle mücadelede hangi "kahramanlıkları" sergilemiş olurlarsa olsunlar, suçları kanıtlanabilirse bu "kahramanlıklarını" da kendi elleriyle sıfırlamış olacaklar. Burada esas vahim olan şey, devletin saygınlığına sürülen lekedir. Bu olaya bulaşanlar, terörle mücadeleye de büyük bir zarar vermiş oldular. Çünkü bu kişiler, son aylarda meydana gelen "terör saldırıları"yla ilgili ciddi bazı kuşkuların belirmesine de neden oldular. "Devlet adına kurşun atan da, yiyen de makbuldür" anlayışı burada da bazıları için devreye girecektir. Susurluk ve Kızıltepe olaylarında olduğu gibi. Fakat, "devleti ve milleti sevmek" bu ise, o zaman Türkiye de bir muz cumhuriyetinden başka bir şey olamaz. Şemdinli'de büyük suçlamalarla karşı karşıya olan "kamu görevlileri"nin aslında bir önemleri yok. Onlar bugün cinayet işlemekle ve toplumda nefret tohumları ekmeye çalışmakla suçlanan birer zanlıdan başka bir şey değiller. Devlet birimlerinin, adeta otomatik bir şekilde, bu zanlıları koruma altına almak için çabalamaları ve "devlet fetişistleri"nin, ilk andan itibaren, hedef saptırmaya çalışmalarına gelince, bunlar da Türkiye'yi küçük düşürmekten başka bir işe yaramıyor.Açıkçası, adaletin önemine

Yazının Devamı