AB yolunda ayak oyunları

12 Kasım 2005

Bu ayrıntıları yayımlayan basının bir suçu yok. Basın sadece görevini yapmış oldu. Ancak, aynı şeyi bu bilgileri sızdıranlar için söylemek mümkün değil. Zira onların amaçlarının farklı olduğu anlaşılıyor. Diplomatik çevrelerdeki spekülasyona bakılacak olursa, bu amaç Türkiye'nin AB yoluna yeni engellerin konmasıyla yakından ilgili. Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nin ayrıntılarının basında yer alması üzerine küplere bindiği söyleniyor. Bu bilgileri kimin sızdırdığının araştırılması için talimatı da bu yüzden vermiş. Aslında Bakan haklı; zira başka ülkelerde de olan benzeri türü belgelerin gizli kalması, "eşyanın tabiatı" gereğince şarttır. Avrupa'da Türkiye'nin AB perspektifine karşı çıkanların olduğu biliniyor. Kendi içimizde de bu perspektifi sindiremeyenlerin olduğunu biliyoruz. Bu nedenle bu kişilerin el altından her türlü engelleyici girişimde bulunduklarını ve bulunacaklarını tahmin etmek zor değil. Peki, bu tür gizli bilgileri kim neden sızdırır? Nedenini, Yunan gazetesi Kathimerini'nin İngilizce sayısında önceki gün çıkan başmakalede bulmak mümkün. Bu makale Atina'nın AB tarafından açıklanan Türkiye İlerleme Raporu

Yazının Devamı

'Cezayir Yasası'yla Paris'te katliam yapılmıştı

10 Kasım 2005

Fransız hükümetinin, "Cezayir Yasası" diye lanse edilen 1955 tarihli yasayı raftan indirmesi bu ülkeyle ilgili nahoş bir tarihi anıyı da akla getiriyor. Bu öyle bir anı ki, genç Fransızlar bile ayrıntılarını pek bilmezler. Çünkü bunlar büyük ölçüde onlardan gizlenmiştir.Yıl 1961'dir. Paris'in polis şefi Maurice Papon'dur (bilmeyenler kim olduğunu aşağıda anlayacaklar). Arka plandaysa Cezayir'in kanlı kurtuluş mücadelesi devam etmektedir. Fransızlarca öldürülen masum Cezayirlilerin sayısı artarken, bağımsızlık mücadelesi veren Ulusal Kurtuluş Cephesi de (FLN) güvenlik güçlerine karşı ölümcül saldırılar gerçekleştirmektedir. Türk tarihi hakkında değer yargılarında bulunmaktan çekinmeyen Fransa, böylece bizim de Fransız tarihine projektör tutmamıza fırsat tanımış oluyor. Fransa'daki "banliyö ayaklanması" ise bunun için bir vesile sağlamış bulunuyor. Papon, İkinci Dünya Savaşı sırasında, Bordeaux kentinde, faşist Vichy hükümetinin polis şefi olarak, binlerce Yahudiyi ölüme gönderen kişidir. Ekim 1961'de, FLN tarafından öldürülen bir Fransız polisin cenazesinde, "Öldürülen her polisimiz için onlardan 10 kişi öldüreceğiz" andını içer. Sözünü de tutar.Tarih 17 Ekim 1961'dir. Papon

Yazının Devamı

Ankara, Azeri muhalefetine sırtını döndü

7 Kasım 2005

YAP'ın önde gelenlerine bakılacak olursa, bu zafer "hakkıyla alınmış" olacak. Zira muhalefet halka istikrarsızlıktan başka bir şey vaat etmiyordu. Aksine, Ukrayna ve Gürcistan misallerinden söz ederek, "rejim düşmanlığı" yapıp, "kışkırtıcı" bir tutum sergiliyordu. Yaşam standardı günden güne artan sokaktaki Azeri ise bunu istemiyordu. Bu elbette ki, demokratik bir perspektiften bakıldığında, fazla "klinik" bir yaklaşım. Öte yandan bunun, "Azatlık Bloku" adı altında birleşen muhalefetin görüşü olmadığı da kesin. Azeri muhalefetine göre bu seçimlere "demokratik" demek mümkün değil. Zira, ne doğru dürüst miting yapmalarına izin verildi, ne de resmi kanallara çıkıp siyasi platformlarını adam gibi anlatmalarına fırsat tanındı. Bu arada, muhalefet liderlerine karşı, "eşcinsellik" iddiaları dahil olmak üzere, her türlü suçlamayı içeren karalama kampanyaları yürütüldü. Bu yazı yazıldığında Azerbaycan "seçkileri" devam ediyordu. Ancak, sandıktan bir sürpriz çıkması beklenmiyor, Devlet Başkanı İlham Aliyev'in Yeni Azerbaycan Partisi'nin kazanmasına kesin gözüyle bakılıyordu. Bağımsız gözlemciler de bunun büyük ölçüde doğru olduğunu belirtiyorlar. Uzun lafın kısası, Azerbaycan'da yapılan

Yazının Devamı

Fransa ektiğini biçiyor

5 Kasım 2005

Paris'in çevresinde öyle banliyöler var ki, oraya ne polis, ne de ambulans girer. Bunlar kendi hallerine terk edilmiş; işsiz, güçsüz -bu nedenle de bulundukları ülkeye karşı herhangi bir sevgi veya saygı beslemeyen- Arap gençlerin kurdukları başıbozuk çetelere teslim edilmişlerdir.Aslında ülke olarak birbirimize çok benziyoruz. Türkiye'deki gibi Fransa'daki düzen de "entegrasyon" üzerine değil, "asimilasyon" üzerine kuruludur. Bugün Fransa'da farklı bir etnisiteye mensup biri olarak sorunsuz yaşamak istiyorsanız, kültür ve terbiye açısından kendinizi "Fransız" yapmak zorundasınız. Fransa'daki "varoş ayaklanması" beklenmedik değil. Fransızlar yıllara dayanan bir ihmalin bedelini ödüyorlar. Çünkü milyonlarca Arap göçmenle gelen ciddi sorunları hiçbir zaman uygar ölçülere göre çözmeye çalışmadılar. Söz konusu insanları "nazik Fransızların gözlerinden ırak" banliyölere itip orada bırakmayı tercih ettiler. Bir genelleme yapacak olursak, Fransızlar "biyolojik" açıdan "ırkçı" değil, "kültürel" açıdan "üstünlükçü" olan bir millettir. Kolonyal takıntıları da her zaman "La mission civilisatrice," yani "uygarlaştırma misyonu" olmuştur. Ancak, ünlü Amerikalı tarihçi Barbara Tuchman'ın da

Yazının Devamı

Belçika'dan çifte standart

3 Kasım 2005

Akademik bir konferansın mahkeme kararıyla durdurulması ve yargı bürokrasisinin, işkenceci olmakla suçlanan polislerin zamanaşımından yararlanmaları için topu sürekli taca attığına ilişkin yaygın kanıyı da aynı kapsamda değerlendirebiliriz. Yargının "önyargılı" davrandığı suçlamalarına yabancı değiliz. Bunu son olarak Prof. Dr. Yücel Aşkın davasıyla ilgili olarak etkin ve yetkin insanların iddialarında görüyoruz. Fakat, Türk yargısına isnat edilen bu "kabahatler," Erdal davasında aynı kabahati işlemekle suçlanan Belçika yargısını kurtarmaz. Bu nedenle, Sabancı Ailesi'nin Belçikalı avukatı haklı. Bu ülkenin yargı organları gerçekten "önyargılı" davranıyorlar. Ancak Belçika, "yargı" konusunda "nabza göre şerbet" vermekten zaten "sabıkalı" olan bir ülke. Bu ülke birkaç yıl önce bir yasa geçirerek, başka ülkelerde işlenmiş savaş suçlarıyla ilgili zanlıların Belçika'da yargılanabileceklerine karar verdi. Bu çerçevede, Kongo Dışişleri Bakanı Ndombasi ile İsrail Başbakanı Ariel Şaron hakkında davalar açıldı. Ancak, Uluslararası Adalet Divanı, bu davalardan ilkinin "yasal olmadığına" karar verince işin rengi değişmeye başladı. İlgili savcının ısrarına rağmen Şaron hakkındaki dava da

Yazının Devamı

Iraklı Kürtlerle ilişki kurma zamanı geldi

31 Ekim 2005

Türkiye bugün öyle bir jeopolitik gelişmeler zinciriyle çevrili ki, bazı hallerde çelişkilerle bezenmiş bir dış politika izlemek zorunda kalıyor. Bu çelişkiler de, haliyle, yabancı diplomatların gözünden kaçmıyor. Örneğin, Kıbrıs'ta bir "federasyon"a ancak razı olan, ideal olarak adada bir konfederasyon, hatta bağımsız bir Kuzey Kıbrıs isteyen Türkiye; Irak'ta, bırakın bir konfederasyonu, bir federasyonu bile zor kabul ediyor. Türkiye, Haluk Gerger'in ifadesiyle, "mayınlı tarlada dış politika" yürüten bir ülke. Haluk Hoca bu ifadeyi Soğuk Savaş sırasında kullandı. Bugün durum değişti. Ancak, Türkiye'nin durumu kolaylaşmadı, aksine zorlaştı. Aynı şekilde, "azınlık" kavramını yasal bir zemine oturtan ve bunun dışındaki tanımlamaları reddeden Türkiye, azınlık olarak hakları "Lozan" gibi bir antlaşmada tanımlanmamış olsa da, Iraklı Türkmenler için yine de azami haklar talep edebiliyor. Bunu da "etnisite," "geleneksel yerleşim alanları" ve "nüfus yoğunluğu" gibi kavramlara oturtuyor. Fakat, aynısı kendisine dönük olarak yapıldığında şiddetle karşı çıkıyor. Bu çelişkinin bir türünü, Devlet Bakanı Mehmet Aydın'ın son olarak bir İspanyol gazetesine verdiği demeçte de görüyoruz. Aydın,

Yazının Devamı

LSE'de Cumhuriyet Türkiye'si kürsüsü

29 Ekim 2005

Kuruluşundan bu yana, aralarında John F. Kennedy olmak üzere, otuzdan fazla cumhurbaşkanı veya başbakan, sayısız ünlü ekonomist, siyasetçi ve yönetici ile -ünlü filozof Bertrand Russell da dahil olmak üzere- yedi Nobel ödülü sahibi çıkarmış olan LSE, bundan böyle, çağdaş Türkiye'yi de "kapsama alanına" alıyor. "Rerum cognoscere causas." Yani, "Olayların nedenlerini anlamak. Dünyanın sayılı üniversitelerinden London School of Economics'in girişindeki Latince sözler bu anlama geliyor. LSE, gerçekten de, 1895 yılından bu yana ekonomi, sosyal ve siyasal bilimler alanında gelişen olayların nedenlerini derinlemesine araştırıyor. Başbakan Erdoğan'ın katıldığı törenle önceki akşam resmi açılışı yapılan "Türkiye Araştırmaları Kürsüsü"nün önemi, özellikle "AB boyutu" nedeniyle tüm dünyada dikkatlerin üzerimizde olduğu bir sırada çok büyük. Zira öyle bir dönemden geçiyoruz ki, Türkiye hakkındaki gerçekler ile faraziyeler, bazen kasıtlı olarak, fakat çoğu kez bilgisizlikten dolayı birbirine girmiş bulunuyor. Sözde eğitilmiş olan Avrupalıların Türkiye hakkında zaman zaman söylediklerini duyunca, insan, "Bunlar hiç bir şey okumamış" deme ihtiyacını duyuyor. Ancak ortada bir gerçek de var.

Yazının Devamı

Erdoğan'ın kurduğu Ortadoğu-AB köprüsü

28 Ekim 2005

Üç ülkeyi kapsayan bu ziyaret sırasında bir şeyi tekrar görüyoruz. Türkiye'nin AB perspektifi Ortadoğu'da ne kadar ilgiyle izleniyorsa, Ortadoğu perspektifi de Avrupa'da o kadar ilgi uyandırıyor. Zaten, 3 Ekim öncesinde olduğu gibi, bu tarihten sonra da Türkiye'nin "medeniyetler arasında" oynayacağı "uzlaştırıcı rolden" söz edilip duruyor. İnsani açıdan soğuk olan petrol zengini Kuveyt ve fakirlik içinde yüzse de insani açıdan daha sıcak olan Yemen'den sonra İngiltere'deyiz. Başbakan Erdoğan ile birlikte bizleri Sana'dan getiren ANA uçağı ile yedi saatlik bir uçuştan sonra Londra'nın Gatwick Havaalanı'nda sabahın erken saatlerinde indiğimizde Türkiye'nin Ortadoğu ile AB perspektifleri arasında bir köprü de kurmuş oluyoruz. AB'nin gayri resmi zirvesinin yapıldığı Londra yakınlarındaki Hampton Court'a hareketimizden önce, Langham Oteli'nin lobisinde Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener ile ayaküstü sohbet ediyoruz. Şener, Türkiye'nin AB ile üyelik müzakerelerine başlayacak olmasının Ortadoğu'da uyandırdığı ilgiyi doğrulayan sözler sarf ediyor. Yemen Devlet Başkanı Ali Abdullah Saleh'in, Erdoğan onuruna önceki akşam verdiği iftar yemeği sırasında, bu gelişmeden duyduğu memnuniyeti

Yazının Devamı