Bursa Uludağ Üniversitesi eski Rektörü Mustafa Yurtkuran hoca bir süredir Silivri 4. Kapalı Cezaevi F/12 Koğuşu’nda tutuklu olarak ikamet ediyor. Öyle yazmış. Allah sabır versin ve bir an ön önce kurtarsın...
Silivri, bizim gazetenin bulunduğu Bağcılar’a 15-20 dakika uzaklıkta. Ama mektup 15 günde geldi. Muhtemeldir ki birkaç gün de cezaevinde bekledi. Çünkü her sayfanın üzerinde “Görülmüştür“ kaşesi var.
Hoca’nın mektubunda çarpıcı pek çok anekdot var.
İlki hâlâ neden tutuklu olduğunu bilmiyor olması ama daha da önemlisi şu satırlar:
“Rektörlüğüm süresince 8 yıl, haftada 7 gün, 24 saat, güvenlik nedeni ile polis kontrolünde yaşayacaksın. Her yere polisle gidip, her gittiğin yeri Valilik ve Emniyet Müdürlüğü’ne bildireceksin. Sonunda da bu şekilde suçlanacaksın. İnsanın aklı almıyor.“
Türkiye, benzeri pek çok süreçler yaşadı. Menderes’ten Demirel’e, sanatçılardan gazetecilere, rektörlerden
Bu sloganı duymayalı çok oldu. Birkaç yıl önce kafamızı nereye çevirsek “7 Çok Geç” ile karşılaşıyorduk. Şimdi yine bombardıman başladı. İyi de oldu. Ne zamandır okul öncesi eğitimi unutmuştuk.
Ana Çocuk Eğitim Vakfı AÇEV’in başlattığı okul öncesi eğitim kampanyası çok önemli sonuçlar verdi. Okul öncesinde okullaşma oranı son 10 yılda yüzde 5’lerden yüzde 30’lara çıktı. Hedef yüzde 100. Bu konuda kararlılar. Ve umarız gerçekleştirirler.
Eğitimin içinde olanlar, eğitim kademeleri içerisinde en önemli basamağın okul öncesi eğitim olduğunu bilirler. Okul öncesi eğitim alanların sonraki eğitim aşamalarında ve hayatta çok daha başarılı ve mutlu olduğunu yakından izlerler. Ama nedense devletin bunu görmesi hem çok uzun zaman aldı hem de yasallaştırma konusunda hâlâ ayak diriyor.
Ayşen Özyeğin ve arkadaşlarının 20 yıla yakın bir süredir bu konuda verdiği mücadele, takdire şayan. Bakan Çubukçu’nun bu heyecanı onlarla paylaşacağına ve çıtayı
Bakan Nimet Çubukçu’nun “Zaman içerisinde onlara gerek kalmayacak. Kendiliğinden kalkacaklar“ yönündeki açıklaması dershaneleri yeniden gündeme getirdi.
Kapanırlar mı, kapanmazlar mı? Dünden bugüne bu hep tartışıldı. Tartışılmaya da devam edecek. Sektöre akan para kimilerine göre 8-10 milyar dolar, kimilerine göre de en fazla 3 milyar dolar.
Aslında bu konuda ne söylense boş. Çünkü konuşan konuştuğuyla kalıyor. Tartışmalar hiç bitmiyor.
Öne çıkan üç görüş var:
1. Kesinlikle kalkmazlar. Dershanelere olan ihtiyaç hiç bitmeyecektir.
2. Kesinlikle kalkmalılar. Türk eğitim sisteminin gelişmesinin önündeki en büyük engeldirler.
3. Zaman içerisinde onlara gerek kalmayacak.
İnsanın sevdiği bir işte ve sevdiği bir kurumda çalışması güzel bir şey. Bir de patronundan memnunsa. Yıllar nasıl akıp gidiyor farkına varmıyorsunuz.
Önceki gece Milliyet’in 59. kuruluş yıldönümü kutlandı. Plaketler verildi. Benim de 25 yılım dolmuş. Kimilerine göre bir ömür, kimilerine göre de eh işte biraz olmuş dedirten bir durum.
Yanımda Hasan (Pulur) Ağbi, önümde de Sami (Kohen) Ağbi ve Altan (Öymen) Ağbi vardı. Belki de ondandır, daha işin çok başındaymışım duygusuna kapıldım. Onlar 50 yılı çoktan devirdikleri için kendimi daha yolun yarısını bile kat edememiş biri olarak gördüm.
Bu duygular içerisinde, 25. yıl plaketine sevinsem mi yoksa önümde daha 25-30 yıl var diye heyecanlansam mı, pek bilemedim.
Ertelemeli törenin, gecikmeli merasiminin başlamasını beklerken, Milliyet’ten kareler ekrana geldi. İlk bölümünde çalışanlar, ikincisinde TIR gezileri vardı. Ercan Arslan’ın özel arşivinden yüzlerce fotoğraf karesi döndü durdu. Neredeyse gazetenin önünden geçenlerin bile
Genç Bakış’ta önceki gece AB’ye Genç Bakış yarışması vardı. Üniversite öğrencileri, Avrupa Birliği’ni öylesine farklı performans ve yorumlarla anlattılar ki, kırk yıllık AB uzmanlarına bile taş çıkardılar.
Marmara Üniversitesi’nde gerçekleşen yarışmada finale kalan 7 adayı seçmek jüri üyeleri için çok kolay olmadı. MÜ Avrupa Birliği Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Muzaffer Dartan, TÜSİAD Uluslararası Koordinatörü Bahadır Kaleağası ve Vatan gazetesi yazarı Yiğit Bulut’un jüri üyeliği yaptığı yarışmada, dikkati çeken en önemli nokta, öğrencilerin yaratıcılıkları oldu.
AB gibi çok zor ve karmaşık bir konuyu herkesin anlayabileceği, çok sade bir dille projelendiren öğrenciler, ekran başındaki izleyicilerden de tam not aldılar. Şarkı, skeç, kısa film gibi değişik projelerin yarıştığı AB’ye Genç Bakış’ın finali, gelecek hafta çarşamba günü gerçekleşecek ve birinci olan yarışmacı, AB’nin başkenti Brüksel’e giderek, sunumunu
Haber bültenlerinde ve gazetelerde yine klişe başlık var: 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı büyük bir coşkuyla kutlandı.
Gerçekten de öyle mi?
Atılan nutuklara verilen demeçlere bakıldığında gençleri ne kadar çok sevdiğimiz ve onların ülkemiz için ne kadar önemli olduğu sık sık vurgulandı.
Gerçekten de öyle mi?
Atatürk’e duyduğumuz özlem her geçen gün artıyormuş. Onun en büyük eserini koruyor, kolluyor ve hedef gösterdiği şekilde çağdaş medeniyet seviyesine çıkartıyormuşuz.
Gerçekten de öyle mi?..
Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük eserlerinden birinin de üniversiteler olduğu sık sık dile getirilir. Sayıları 150’ye ulaştı. Üniversite olmayan ilimiz kalmadı. Bu gidişle ilçe de kalmayacak.
Türkan Hoca ile birkaç hafta önce uzunca bir röportaj yaptım. Muhtemelen bu verdiği son röportajdı. Doktorlar hiç sıcak bakamadı ama o ısrarla konuşmak istedi. Çünkü söyleyecek çok sözü vardı. Sanki vasiyeti gibiydi.
Sayılı günlerinin kaldığını biliyordu. Ve her anını değerlendirmek istiyordu. Suna Kıraç gibi onun da ömründen büyük hayalleri vardı.
Genç Bakış için yaptığımız bu röportajda, kendisiyle ilgili her soruya özellikle cevap vermek istiyordu. Bak şu konuda da şunu demişler, bu konuda da böyle yazmışlar. Ama doğrusu öyle değil, böyle diyordu.
Kimseye kırgın da değildi, kızgın da. “İftiralar için harcayağım zamanı çocuklarım için harcardım” diyordu. Onun için kendi çocukları ile diğer çocuklar arasında hiçbir fark yoktu. Hepsi için en iyisini istiyordu.
Mücadele insanıydı. Hiç yılmadı. Hep dik durdu. İnandığı doğruların peşinden gitti.
İşte son röportajdan satırbaşları: (Çok uzun olan bu röportajın tamamını,
Sınav yarışı bazı okulları iyice zıvanadan çıkardı. Toplama ya da seçme öğrencilerle
ÖSS, OKS ve SBS’de başarı gösteren bazı okullar, velilere öylesine tepeden bakmaya başladılar ki, yakında tepe takla olurlarsa hiç şaşırmamak gerekir.
Türkiye’de 50 bin civarında okul var. Ama bunlardan sadece birkaç yüzü için yarış yapılıyor. Niye? Çünkü, “en iyiler” diye adlandırıldıkları için. Peki bunu hak ediyorlar mı? İşte o tartışılır.
Türkiye’nin en iyi okulları hangileri?
Bu soruya üniversite düzeyinde cevap vermek çok kolay. Çünkü uluslararası kabul görenler ortada. Ayrıca çok kapsamlı olmasa da bir reyting sıralaması var.
Anadolu liseleri, fen liseleri ve kolejler için de en iyiler üç aşağı beş yukarı belli.
En muğlak olan öğretim kurumları, ilköğretim okulları. Özellikle de özel ilköğretim okulları.