Eğitim sektörü krize ne kadar hazır?

28 Ocak 2009

Özel öğretim kurumları, dershaneler ve kurslar başta olmak üzere eğitim sektörüne, emekleri, sermayeleri ve birikimleriyle yön verenler dinlendiğinde, küresel ekonomik krizin yaratacağı tahribatın umulanın çok üzerinde olacağı kanısı uyanıyor. Umarız, hep birlikte yanılırız. Ama tedbiri de elden bırakmamak gerekiyor.
Peki bu konuda neler yapılabilir? Öneri çok. İşte sektörün istedikleri:
- Vergiler ertelensin
- KDV yüzde 1’e indirilsin
- Elektrik, su ve doğalgaz fiyatları, devlet okullarıyla aynı orana indirilsin
- Vergi muafiyeti getirilsin
- Haksız rekabet ortadan kaldırılsın

Yazının Devamı

Rektör Bey, siz de bizi çok şaşırttınız!

27 Ocak 2009

Bir kişi çok konuşmaya görsün, hatalar, kırgınlıklar, polemikler, kavgalar, en önemlisi de hayal kırıklıkları peş peşe gelir. İstanbul Üniversitesi’nin yeni rektörü Yunus Söylet de, gazete sayfalarını, çarşaf çarşaf doldurmaya başladı. İcraat yok ama laf çok. Dahası, konuştukça kendisini bağlıyor. Oysa şu günlerde dilinden çok beyninin çalışması gerekir.
Adil, şeffaf, demokrat, paylaşımcı olacakmış. Bekleyip göreceğiz. Çünkü neler gördük neler, neler.
Röportajlarında en garibime giden, önyargıları oldu. Rektörlük seçim sürecinde çıkan haberlere yönelik olarak diyor ki, “Ama ben daha çok yalan haber çıkar diye bekliyordum, basınımız beni mahcup etti. Beklediğimden daha az abartılı haber çıktı...”
Bilim adamlarının ön yargılarına göre değil, verilere göre hareket ettiklerini sanırdık. Görünen o ki yeni rektörün hemen her konuda önyargıları var. Medya konusunda Başbakan’ın ağzıyla konuşuyor. Bu gidişle yakında bize gazetecilik dersleri de verirse hiç şaşırmam.
Öğretim üyelerinin ev ihtiyacı konusunda ise diğer adayların ev vaatlerini “Tuhaf hem de çok tuhaf“ bulmuş. “Ayıp denen bir şey var, ne evi yaptıracağız?“ diye tepki göstermiş. Ancak İÜ öğretim üyelerinin diğer

Yazının Devamı

Türkiye işte böyle bir ülke

25 Ocak 2009

Önceki gün, üç çocuğu da üniversitede okuyan memur bir babanın feryadını dile getirmiştim. Mühendislikte okuyan çocuğu için gereken bir laptop alamadığını, ikinci el de olsa böyle bir yardımda bulunup bulanamayacağımızı, utana sıkıla dile getirmişti.
O satırları sizlerle paylaştıktan sonra, müthiş geri dönüş oldu. Hatta burs vermek isteyenler çıktı. Gözlerim doldu. Her ne kadar arada bir, sanki iş varmış da, neden çalışıp da kendileri almıyor diye çıkışanlar olsa da...
Pazartesi günü kendisine hem de sıfır bir laptop gönderilecek. Ayrıca tıpda okuyan öğrenciye de ayda 200 YTL burs sağlanacak. Baba çok mutlu. Eminim aynı mutluluğu çocukları da yaşıyordur.
Peki ya diğerleri?
Türkiye’de aynı koşullarda öylesine çok aile ve öğrenci var ki, hangi birine, nasıl ulaşacağız?
Ama ulaşmalıyız.
Bu son olay da gösterdi ki, birileri dileklerini doğru bir şekilde dile getirdiğinde, doğru adreslere ulaştıklarında ve kamuoyu ile paylaşıldığında, hemen herkes yardıma hazır. Yeter ki o yaptığı yardım yerini bulsun!..

Yazının Devamı

AKP sandığa gömülürse, işte bu yüzden!

24 Ocak 2009

AKP’nin altını kim oyuyor? Ergenekon mu, muhalefet mi, medya mı, asker mi, Amerika mı ya da başkaları mı? Hepsi de diyebilirsiniz, hiç biri de. Biri var ki asıl önemli olan o. Ama başta AKP olmak üzere kimse farkında değil.
AKP’nin kurdu yine AKP. Kendini içten içe oyuyor. Öylesine büyük küskünler yaratıyor ki, sevindirdiği kişilerin çok ötesinde. Bunu nasıl görmüyorlar, anlamak zor.
Başbakan Erdoğan’ın tırnaklarıyla kazıyarak verdiği mücadeleyi belli ki hiç kimse umursamıyor. Öyle olmasa bu kadar küskün yaratılır mıydı? AKP sandık şoku yaşamak istemiyorsa, tam da seçim öncesinde kendi kalesine atılan golleri yakın takibe almalıdır.
Hemen her kesimde on binlerce küskünün yaratıldığı şu günlerde, şu haykırışa bir göz atın. Birileri eğer kasten AKP’yi ve Bakan Çelik’i zor duruma düşürmek istemiyorsa, başka ne anlamı olabilir?..
“Üniversite ögrenimim boyunca öğrenim ve katkı kredileri kullandım. Yattığı aylarda ben değil ailem rahatlıyordu. Bana ayda 100 TL para gönderiyorlarsa (ki bu bile çoğu zaman yeterli olmuyordu) kredinin yattığı ay, bu ay kredin var deyip para göndermiyorlardı. 70 TL’lik krediyle baş başa kalıyordum. Anne memur, baba memur. İki kardeş ikimizi de okuttular.

Yazının Devamı

Atıl durumda laptop’u olan var mı?

23 Ocak 2009

Başbakan Erdoğan her fırsatta “Üç çocuk yapın” deyip duruyor. Olanağı olanlar için iyi bir öneri. Çünkü çocuklar dünyanın en tatlı varlıkları. Ama eğer bütçeniz, canınız gibi sevdiğiniz çocuklarınıza en iyisini vermeye yetmiyorsa, işte o zaman azapların en büyüğünü yaşıyorsunuz.
Sözü fazla uzatmadan, şu satırları birlikte okuyalım:
“Bir kamu kuruluşunda memurum. 3 evladımın üçü de şu an üniversitede okuyor. Büyük oğlum M. Ünv. Tıp Fak. 5. sınıfta. Ortanca kızım, İ. Üniv. Eğt. Fak. 4. sınıfta, küçük oğlum ise Endüstri Mühendisliği’nde.
Sizden istirhamım şu: Aile bütçem o kadar sarsılıyor ki, ay sonunu getirmek için kırk takla atıyorum. Bu mail’imi size göndermekten amacım, ağlanıp sızlanmaktan ziyade, sadece, mümkünse, elinizden gelirse, şu an küçük oğluma bir laptop bilgisayar gerekmekteymiş. Fakat bu bütçemle onu karşılamam adeta imkânsız. Eğer, elinizde kullanmadığınız veya eski olup da yenisiyle değiştirmeyi düşündüğünüz bir laptop varsa, bize göndermeniz. Böylesi bir ‘dilencilik’ mail’i yazdığım için aslında utanıyorum. Ama, dayanamadım. Gönderseniz de, göndermeseniz de Allah razı olsun.”
Bir baba için bundan daha üzüntü verici bir konu olabilir mi? Peki suç onun mu?

Yazının Devamı

YÖK bu sese kulak vermelidir!

21 Ocak 2009

Doçentlik yönetmeliğine yönelik şikâyetlerin ardı arkası kesilmiyor. YÖK’ten ise çıt yok. Bir şey yapıyorsa ya arkasında durmalı ya vazgeçmeli. Aşağıdaki mail’lere bakıldığında sanki vazgeçmesi çok daha doğru olacak.
“Bir haftadır zihnimde acaba yanlış mı yorumluyorum, nasıl olur da YÖK bize disiplinlerarası olmayın, sakın fazla zahmete katlanmayın, lisans, yüksek lisans ve doktorayı da aynı alanda yapın ki doçent olabilesiniz anlamına gelecek bir maddeyi taslağa koyabilir diye düşünmekten kendimi işime veremiyorum. Bütün dünyanın disiplinlerarası olmayı benimsediği ve özendirdiği bir ortamda bizim taslak nasıl bir dar zihniyetle temellenebilir?”
“Doçentlik başvurularında doktora derecesi alınan alan baz alınacak ise, öyle sanıyorum ki, bilime en büyük darbelerden biri vurulacaktır. Bütün dünyada disiplinlerarası çalışmalar teşvik ediliyor, pek çok disiplinlerarası program açılıyor iken, bizde bunun tam tersi bir yol izlenmesi hiçbir şekilde kabul edilecek bir gelişme değil.”
“Lisans ve yüksek lisansımı H. Ü. Ağaçişleri Endüstri Mühendisliği’nde tamamladım. Bölümde doktora programı yoktu ve il dışına da gitmeme izin verilmedi. Bin bir zorlukla Gazi Üniversitesi Mimarlık

Yazının Devamı

YÖK’ü anlayana aşk olsun!

20 Ocak 2009

YÖK, kurulduğu ilk günden beri tartışılıyor. Hangi lider ya da hangi parti YÖK’ü yok etmek istediyse, onlar yok olup gitti ama YÖK dimdik ayakta. Başkanlar, üyeler, her şey değişiyor ama YÖK’ten şikâyetler bitmiyor.
Örneğin, önümüzdeki hafta ÖSS katsayıları konusunda bir karar almak zorundalar. Ama ne yapsalar eleştirilecekler. Çünkü attıkları her adımda, yeni mağdur yaratıyorlar. Bilerek, isteyerek ya da kasten mi? Hayır. Ancak sonuç hiç değişmiyor: YÖK demek dün neyse bugün de o: Mağduriyet, dayatmacılık...
İşte çığ gibi yağan mail’lerden birkaçı. Belli ki bir şeyleri düzeltmeye kalkışmışlar ama getirdikleri düzen, geçmişi bile aratıyor:
“YÖK, Doçentlik Sınav Yönetmeliği’ni değiştirmek amacıyla bir çalışma başlatmış. Bu çerçevede değiştirilmek istenen iki temel unsur var. Birincisi, 65 olan dil puanının 60’a çekilmesi; diğeri ise adaya sadece doktorasını yaptığı alandan doçentlik başvurusunu yapma zorunluluğu getirilmesi. Dil sınav notunun düşürülmesi konusunda diyecek bir şey yok.
Ancak şu ikinci nokta, doçentliğe, adayın doktorasını yaptığı alandan başvurması zorunluluğu, kanımca akıllara ziyan bir durum. Dünyanın hiçbir yerinde kişinin doktora sonrası hangi alanda

Yazının Devamı

Bu nasıl eğitim sistemi?

18 Ocak 2009

Hangi partiden olursa olsun, Milli Eğitim bakanlarının öncelikli hedefi, hep soran, sorgulayan, düşünen ve üreten nesiller yetiştirmek. Ama gelin görün ki, hâlâ hedefine ulaşan yok.
Öğrencilere eskisinden çok daha fazla yükleniyoruz. Muhtemeldir ki öğrendikleri bilgiler, bizim öğrendiklerimizle kıyaslanmayacak kadar fazla. Peki o halde sorun ne?
Sorun, neyi neden öğrendikleri. Neredeyse hiç bir öğrenci, okulda öğrendiği bilgilerin ileriki hayatında, bir işe yarıyacağına inanmıyor. Bu yüzden de ezberciliğin ötesine geçemiyor.
Ezberliyor, notunu alıyor, unutuyor. İşte eğitim sistemimizin özeti bu.
Geçenlerde okullararası bir bilgi yarışmasının göbeğine düştüm. Finali yapılıyordu. Yani onca okulu geride bırakıp oraya gelmişler. “Bir soru da sen sor” dediler. En basitini sordum. “Milli Eğitim Bakanı’nın adı ne?” dedim. Çıt çıkmadı. 6’şar kişilik gruplardan, bakanın ismini bilen tek kişi olmadı.
Diğer bakanları artık sormadım. Valiyi, belediye başkanını da. Eminim onları da bilmiyorlardı.
Bir kaç gün önce de çoluklu çocuklu bir arkadaş toplantısında söz yine dönüp dolaşıp eğitimin ne işe yaradığına gelince, bir kaç ilimizin hangi bölgede olduğunu sorduk yine bilen çıkmadı.

Yazının Devamı