BU AŞK NE ZAMAN DOĞDU?

4 Aralık 2009



Hep bizde neden doğru düzgün aşk filmi çekilmiyor diye düşünürdüm. Hani şu kız arkadaşlarınızla battaniye altında, yüzünüzde sersem bir gülümseme, gözünüzde yaşla izleyebileceğiniz türden. ‘Issız Adam’ bu alandaki neredeyse tek yüzakımız olarak tarihte yerini almışken, artçıları belirmeye başladı. Galiba aşk filmlerine doyacağız bu sezon.
Tuna Kiremitçi'nin ilk filmi ‘Adını Sen Koy’ bugün gösterime girdi. "Hoppala, şimdi de film mi çekti?" diyeceklere peşin peşin hatırlatalım, kendisi sinema televizyon mezunu. Yani aslında mesleğine geç bir başlangıç yapmış vaziyette.
Memleketi Eskişehir'de çektiği, iki erkek bir kadından müteşekkil 'aşk üçgeni'ni anlattığı filmin sinema dilini, duygusunu çok sevdiğimi belirterek girmeliyim söze. Hakikaten su gibi akıyor film, keyifle izleniyor.
Hikayeye Can (Ali İl) ve Aybige (Melis Birkan)'nin nikah hazırlıkları sırasında dahil oluyoruz. Bir de Can'ın kadim dostu Ilgaz (Cemal Toktaş) var, içine kapanık bir genç adam. Nikah şahidi olarak Almanya'dan geliyor ve üçgenimiz tamamlanıyor.
‘En yakın arkadaşının sevgilisine aşık olursan ne olur? Aşkından mı vazgeçmelisin, dostundan mı?’ gibi sorularla uğraşıyor film. Bu esnada erkek

Yazının Devamı

HER ŞEY PiN KODUMUZDA MI GiZLi?

1 Aralık 2009




BKM ekibiyle ‘Neşeli Hayat’ın galaları için Berlin - Amsterdam hattındayız. Sürekli şu tür cümleler duyuyorum: “Hep endişelisin, tabii 7 insanısın da ondan.”, “Fazla önemsiyorsun başkalarının ne düşündüğünü, 1’den kaynaklanıyor o.”
Merakıma yeniliyorum: “Nedir Allah aşkına bu şifreli konuşmalar?” “Pin kodu” “Nasıl yani?” Pin kodu denince sadece cep telefonu geliyor aklıma. “Neyin pin kodu?” “İnsanın.”
Meğer Yılmaz Erdoğan’ın en sevdiği konuya denk gelmişiz. Hayatının her alanında uyguladığı, adeta bulmaca çözer gibi tanıştığı insanlarla paylaştığı bir oyun sanki bu. Ben de daha fazla şifrelendirmeyeyim mevzuyu. Her şey Güney Afrikalı fizikçi Douglas Forbes’un kitabını okumasıyla başlamış: ‘Kaderin Pin Kodu’
Şöyle özetlenebilir; Douglas Forbes ‘alın yazısı’nın matematiğini çözmüş durumda. İnsanın doğum tarihinden pin kodunu bularak karakterini, eğilimlerini, şansını, olumlu ve olumsuz özelliklerini öğrenebileceğimizi söylüyor. 20 yıl boyunca 30 bin kişinin doğum tarihini inceleyerek bulmuş bu formülü. “Tek öğretmenim var, o da doğa” diyen bir bilim adamı. Bilimle doğa çatışmayıp uzlaşırsa ortaya mucizevi sonuçlar çıkıyor işte böyle.

Yazının Devamı

NOEL BABA İLE İMTİHANIMIZ

27 Kasım 2009

Güleceğimi biliyordum. Hüzünleneceğimi de. Ama Yılmaz Erdoğan'la filmi izlemeden önce yaptığım röportajda söylediği gibi, aynı anda güldüğüme de ağladığıma da pişman olacağımı tahmin etmemiştim. 'Neşeli Hayat' öyle bir film ki, bu iki duyguyu içiçe sokuyor. Hayat gibi tıpkı.
Bildiğimiz kadarıyla ilk yılbaşı filmimiz bu. Noel Baba'yla sinemada ilk imtihanımız. Zaten eğreti bir ilişkimiz vardır kendisiyle; benimsesek mi, itelesek mi bilemeyiz, Yılmaz Erdoğan'ın Noel Baba'sı Rıza Şenyurt'u tanıdıktan sonra iyice zorlaşıyor işler.
Şimdi tam da zamanı hangi alışveriş merkezine gitsek kırmızı tulumlu, ak sakallı, göbekli amcalar göreceğiz. Çocuklar tepelerine tırmanır birlikte fotoğraf çektirirken, sakallarını çekip kaçarken, heybesinde ne ciciler olduğunu merak ederken ben ve tahminen 'Neşeli Hayat'ı izlemiş herkes o kostümün içinde kimin olduğunu soracak kendisine.
Hangi hayallerin peşine düşüp oraya geldiğini, hayatta kaç kez düşüp düşüp tekrar ayağa kalkmak zorunda kaldığını, o sabah hangi çamurlu sokaktan çıkıp, o ışıltılı dünyanın içine düştüğünü, sırtında kaç kilo yük taşıdığını...
Yılmaz Erdoğan merak etmiş bütün bunları ve bakmış ki Rıza Şenyurt var o kostümlerin

Yazının Devamı

TUZU BiLE HiMALAYALAR'DAN

26 Kasım 2009



Cibalikapı’nın Moda’da ve Balat’ta iki şubesi var.


Hem ağzının tadına hem rahatına düşkün bir kimse olarak, Cibalikapı Balıkçısı sıkça yolumu düşürdüğüm mekanlardan biri. Rahatlıktan kastım, tertemiz ama aynı zamanda salaş olması, insanın kapıdan “Herkes bana mı bakıyor acaba?” duygusuyla girmediği bir meyhane olması. Herkesin de zaten hakikaten sizinle ilgilenecek hali yok, millet yediği içtiğiyle meşgul oluyor zira.
Son gidişimde baktım masalarda enteresan bir takım değirmenler. Tuzluk biberlik esasen ama tuzluğun içinde pembe bir toz var. “Bu ne?” dedim, “Himalaya tuzu” imiş. “O niye?” “Çünkü çok sağlıklı” dedi mekanın sahibi Behzat Şahin ve uzun uzun anlattı Himalaya tuzunun marifetlerini. Zaten bir süredir sofra tuzunun yerini deniz tuzu almıştı masalarında, son araştırmaları da onları zor bulunan ve de normal tuzdan 25 kat fazla ödedikleri Himalaya tuzuna götürmüş.

Yazının Devamı

ŞİDDET MARS'TAN MI GELİYOR?

24 Kasım 2009



Londra 2005. 2 Temmuz, LIVE 8 konserleri. 6 Temmuz G8 Toplantıları. Ve 2012 Olimpiyat şehrinin Londra olduğunun açıklanması.
Şehir sakin. LIVE 8'i takip edenler... Bir organizasyon var ama neyin nesidir bilmeyenler... Olimpiyatlara sevinenler, oralı olmayanlar, kararı yanlış bulanlar... Hayat akıp gitmekte.
Tarihler 7 Temmuz 2005'i gösterirken ama, bu akışın orta yerine bomba düşecek. Üç metro istasyonu ve bir otobüs havaya uçarken, dünya Londra'yı ve '7/7' kısaltmalı saldırıları konuşmaya başlayacak.
Bu sırada ev içlerinde neler olup bittiğini kimse sormayacak. Halbuki bu saldırıları yapanlar 'uzaylı' birer canavar değil, tam da o dört duvarlar arasından çıkıp gelen kanlı canlı insanlar.
38 yaşındaki İngiliz tiyatro yazarı Simon Stephens sormuş işte. Altı dairenin pencerelerinden içeri bakmış ve gördügü sekiz insanın o altı günlük hayatını anlatmış. Ortaya çıkan oyun; 'Pornografi', 2008 Edinburgh Festivali'nin en çok konuşulan oyunu olmuştu, şimdi de İstanbul'da, Dot 'Marsta' sahnesinde.

Yazının Devamı

EZOP’UN SON MASALI

20 Kasım 2009


7 Kocalı Hürmüz’ün mutlu çifti Memet Ali Alabora ve Nurgül Yeşilçay.

Türkçe pop partilerinden çok iyi bildiğim bir şey var: Bu tür gecelerin banko şarkılarından biri mutlaka “Yalnız Kullar”, nam-ı diğer “Tanrım”dır. Bazen Ayten Gökçer’in, en çok Sezen Aksu’nun ağzından ilk “Tanrım!” çıktığı anda millet ayaklanır. Ve finalde görürüz ki “5 de yetmez 7 tane” koca hayali evli bekar pek çok kadın için caziptir.
Söz yazarı Sevgi Sanlı ile besteci Atilla Özdemiroğlu’nu tebrik etmek lazım. Ve tabii Türk tiyatro literatürüne ve sinemasına en marjinal kadın karakterlerinden birini armağan eden Sadık Şendil’i. Düşünsenize, bir kadın, yedi tane adamı kandırıp nikahına alacak, hiçbiri onu vurmayacak, seyirci de bu kadını sevimli bulup bağrına basacak.
Sinemada ilk kez 60’larda Suna Pekuysal, 1971’de Türkan Şoray tarafından oynanan, fakat en çok tiyatroda ona hayat veren Ayten Gökçer’le anılan Hürmüz, 2009 versiyonuyla tekrar beyazperdede bugün. Dünya güzeli ve on parmağında on marifet bir Nurgül Yeşilçay olarak.
“7 Kocalı Hürmüz” projesini yönetmen Ezel Akay’a Nurgül Yeşilçay götürmüş zaten. Senaryoyu yazan Gürsel Korat adeta hikayeyi baştan yaratmış. Ezel Akay “Bir kadın filmi

Yazının Devamı

'ASi'DEN 'RiTA'NIN ŞARKISI'NA

17 Kasım 2009



Geçen yıl Adana’da öyle bir tiyatro olayı meydana gelmişti ki, buralardan kıskançlıkla izlemiştik. O sıralar Antakya'da çekilmekte olan ‘Asi’ dizisinin İhsan ile Süheyla'sı - esasen Türk tiyatrosunun iki çok önemli oyuncusu - Çetin Tekindor ve Tülay Günal, Adana Devlet Tiyatrosu'nda ‘Rita'nın Şarkısı’ adlı oyunu oynamaya başlamıştı. Hem de Işıl Kasap-oğlu rejisiyle.
Bir sene bekledik ve işte ‘Rita’nın Şarkısı’ İstanbul sahnelerinde. Willy Russel'ın oyunu bir tür ‘Pygmalion‘ hikayesi. Kuaför kız Rita alkolik edebiyat profesörü Frank'ten ders almaya başlıyor. Önce biraz itişip tez zamanda birbirlerine bağlanıyorlar fakat Rita'nın dönüşümü aralarını tekrar açıyor. Zira Rita ezberlenmiş bilgilerle kendine özgü mizah anlayışını ve onu o yapan düşünme tarzını yitirmeye başlıyor. Eğitildikçe sıradanlaşıyor aslında, çıkıntılık edip kendi yolunu çizmeyi beceremeyen çoğumuz gibi.
Çetin Tekindor ile Tülay Günal'ı 1999 yılında ‘Mutlu Son‘da izleyebilmiş mutlu azınlık için bir 'yeniden buluşma' keyfi taşıyor ‘Rita'nın Şarkısı‘. Onu kaçırmışlar içinse inanılmaz bir sahne ikilisinin keşfini. Tek tek muhteşem oyuncular olmaları bir yana, birlikte müthiş bir enerjileri var. Bizim

Yazının Devamı

‘Abi’ tokadı

29 Ekim 2009

Can Tanrıyar’ın Kelebek yazarı Onur Baştürk’e Bebek’in ortasında tokat atması, atabilmesi ürkütücüdür. Bir öfkesi var belli ki... Belki yazdığı yazıdandır, belki özel bir husumettendir, sebebi her ne olursa olsun ürkütücüdür.
Ama sonrasında yaptığı açıklama attığı tokattan da fena bana kalırsa. Şöyle diyor Tanrıyar: “Adını bile bilmediğim biri karşımda gay hareketleri yapıp, dil oynatınca ve daha sonra da bana doğru gelince bir tokat attım.”
Gay hareketleri!
Muhteşem bir tanım: ‘Gay hareketleri’! Ne kadar her şeyi hafifleten bir mazeret değil mi? Ve bu durumda son derece haklı bulunmayı bekliyor belli ki.
Neden olmasın, en vahşi cinayetlerin bu mazeretle aklanabildiği bir ülkede yaşıyoruz, bir tokatçıktan ne olacak?
Delikanlılığımıza halel getireceğine inandığımız bir davranış karşısında her yol mübah bizde. “Tokat atmayıp da okşasa mıydı?”, önümüze sürülen soru bu. Öyle ya, sadece iki seçenek var böylesi bir durumda, adamcağız da ‘namuslu’ olanı seçmiş...
Hal böyleyse biz kadınların günde kaç kişiyi dövmemiz gerekiyor diye düşünüyorum, ama tabii durum farklı. Bizde gölge düşürülecek bir ‘delikanlılık’ yok.

Yazının Devamı