Ne de olsa Bundesliga şampiyonuydu. Wolfsburg aklın, paranın, gücün, projenin emekle yoğrulmasından çıkmış bir takımdı. Düşünün Dzeko, Grafite ve Misimovic’in toplam maliyeti 13.5 milyon euro. Yani Beşiktaş’ın bir tek Tabata’sı bile etmiyorlar. Beşiktaş, sezon başından beri hücum ve savunma dengesini bir türlü tutturamadığı bir dönemde, haftalarca gol hasreti çektiği bir sürecin sonunda bu Alman şampiyonu ile oynadı.
Ve yazıktır ki, galibiyeti kaçıran taraf Beşiktaş oldu. İlk yarıda Gentner’in soldan yaptığı tehlikeli ortalara savunmada stoperlerden önce Rüştü yetişti. Yumruklarla, blokajla Dzeko ve Grafite’nin vuruşlarına fırsat vermeden topu uzaklaştırdı.
Beşiktaş, rakibin ağır baskısı altında oynamasına rağmen iki stoperi Sivok ve özellikle Ferrari’nin dirençli oyunuyla ayakta durdu. Ne var ki, Denizli’nin 4-3-3 düzeninde orta alanı oluşturan Ekrem, Fink ve Ernst verimli değildiler. Ernst göbekten sola kaymış Japon Hasebe’nin kullanıldığı kanadı başarıyla tutuyordu. Ancak hücuma dönüşü istendiği gibi olmadı. Yine de Beşiktaş üç gol pozisyonu buldu ilk yarıda...
Beşiktaş ikinci yarıda bu orta alan sorununu gideremedi. Tello’nun da biraz oyuna girmesiyle savunmada Ferrari’nin
Doğuş Otomotiv’in 15. kuruluş yılı kutlamaları kapsamında bize de yol göründü, Almanya’ya geldik... Ferit Şahenk’in Beşiktaş maçı için yaptığı davet, biz spor gazetecileriyle spor adamlarını bir araya getirdi. NTV Spor Müdürü Fuat Akdağ’a, “ Bu kadar canlı ve heyecanlı bir grubu bizim kongrelerde bile göremiyoruz. Niyetin ne ?” diye takıldım...
Uçak sohbetleri, gazeteciler için merak ettikleri konularda bir fırsattır. Uçuşun 15 dakikalık bölümünde TFF Başkanı Mahmut Özgener’le başbaşa konuştuk.
Başkan, bir kez daha yineledi ki TFF ile Fatih Terim arasında hiçbir sorun yoktur. Ama Terim’in federasyonla konuşmadan Belçika maçının hemen sonrasında “veda” içerikli açıklaması, onları hem üzmüş hem sarsmış. Kurumsal olarak istifayı kabul etmek durumunda kaldıklarını, çok üzüldüklerini söyledi. Dahası da var :
“- Her başarısızlıktan sonra istifa geleneği bizim ülkemize yakışmıyor. Dünya Kupası’na katılamayabiliriz. Ama Milli Takım’ın programı bununla sınırlı değil ki... Önümüzdeki Avrupa Şampiyonası ve Londra Olimpiyatları gibi iki önemli hedefimiz daha vardı. İnandığımız biçimde hocamız yola devam edebilirdi, olmadı. Bundan fevkalade üzgünüm.”
Başkan bir kez daha “Yabancı teknik
Maçın 70. dakikası... Kasımpaşa’nın ısrar ve inatla gol kovaladığı, Beşiktaş savunması üzerinde baskı oluşturduğu sırada, Rüştü topu tutup akıllı ve uzun bir vuruşla Nihat’a atıyor... Tek başına rakip yarı alanda top süren Nihat, arkadan yetişen rakibine nefis bir vücut çalımı yapıyor. Tekrar buluştuğu topu, kale ağzında bekleyen Serdar Özkan’a atıyor... Yüzde bin gol pozisyonu, yüzde bin gol... Ama ah!... Serdar’ın vurduğu top nasıl dışarı gider, anlamak o kadar zor ki!
Bu pozisyona özellikle takılıyorum...
Hatırlıyor musunuz, bilmem... Altı yıl önce Oscar Cordoba, topu öylesine akıllıca atmıştı ki Sergen’e, süper solak için Chelsea kalecisini de önündeki stoperleri de ekarte edip golü atmak çok kolay olmuştu.
Futbolda kalecilerin gol pozisyonu/gol şansı yarattıkları maçların sayısı o kadar fazla değildir. Dün emektar Rüştü bunu çok akıllıca yaptı. Serdar Özkan’ın Nihat’ın taşıdığı o topu gole çevirememesi, temel vuruş yanlışlarının, eksikliklerinin bir örneği olarak dikkatimizi çekti. Beşiktaş, haftalardır bu genç oyuncuya bir türlü gol attıramıyor. Ama onu değil, Nihat’ı tartışıyor insanlar...
Nihat, aradığı golü dün buldu, geçici bir dönemden kurtulabileceğinin sinyalini
Bir turnuvayı ayıpsız, kavgasız, kazasız, kargaşasız ve olanca masumiyetiyle bitirmek de son yıllarda bizim pek de alışık olmadığımız bir başarıdır
Bırakalım Zürih protokolünü diplomatlar, siyasetçiler, kanaat önderleri tartışsın. Tarihçiler bundan hüküm çıkartsın. Parlamentolar iradelerini beyan etsin.
Biz, içiyle - dışıyla oyunu, golleri, kartları, seyirciyi, hakemi ve ille de Fatih Terim’i ile futbolu yazalım.
Şu endüstriyel çağda olabildiğince masum bir oyun oynandı dün. Düzenlenmiş ya da bilinçlendirilmiş veyahut aşırı güvenlik önlemleriyle kontrol altına alınıp, sakinleştirilmiş tribünlerin rengarenk ve hemahenk görüntüsü, nezaketi, coşkunluğu maça olan saygısıyla hepimizin ruhunu temizleyip, yıkadı. Bir futbol maçının belki de son yıllarda görülmüş en değerli seyirci grubu dün benim Bursa’da gördüklerimdi.
Saha içinde beklentilerimizi karşılayamamış, hayal kırıklığı yaratmış ve yeniden hedef dışında kalmış takımın hocasıyla birlikte çıktığı veda maçında her şeyi unutarak olgun bir sporcu asaletiyle oynadığını, mücadele ettiğini de sevinçle izledik.
Gelişmelere ve kamuoyunun tepkilerine bakılırsa Milli Takım Teknik Direktörü, Derwall ve Piontek örneklerindeki gibi, eğitici kimliği ağır basan, iz bırakacak bir yabancı olmalı.
Aylar önce bu tartışmalar hiç gündemde değilken, dostum Erdal Batmaz ve meslektaşım Tayfun Bayındır’a bir yemek sohbetinde, “Tıpkı 1992’deki gibi, yeniden yabancı gerekiyor” dedim.
Yabancı hayranı olduğum için değil. Yerli teknik direktörleri çatışmanın, kavganın ve kurban sunağının uzağında tutamadığımız için. Ulusça hocamızla mesafemizi iyi ayarlayamadığımız için. Medyada bazı ustaların, adam kim olursa olsun, isterse kuş kondursun, kendi iktidar kavgalarını mutlaka Milli Takım Teknik Direktörü üzerinden sürdürdükleri için.
Hakçası, çoğu yerli teknik direktörümüzün de bu kumaşa uygun olmadığını bildiğim için.
Gazeteleri okuyup bazı nabız atışlarını sayınca, federasyonun da stratejik olarak doğru bir karar aldığını düşünüyorum.
Çünkü Çankaya sırtlarından, Amerika’daki “Hoca”ya kadar hemen her cihetten bir başka yerli teknik direktör portresi sunulmakta, empoze edilmekte.
Bu eğilimleri birleştirecek olursanız, İsveç modelini bile gölgede bırakacak üçlü bir ekip Terim’in mirasına aday gösteriliyor:
Mucize tiryakilerinin aksine, 2010 Dünya Kupası’nda yolumuzun “kapalı” olduğunu söyledim ve yazdım. Kimsenin hoşuna gitmeyen tahminim, şimdi kimsenin beklemediği bir sonuç olarak ortada!
Yine kolay ezberlere başvurup, bir zamanlar TRT’nin oldukça zamansız yaptığı anketteki gibi “Terim gitsin mi, kalsın mı?” noktasına geldik.
Milli Takım’ı “patron ve adamları” olarak görüyoruz hep. Başarısızsa, ihaleyi başka bir patrona verip yeni bir iktidar savaşına başlıyoruz.
Kabul edelim; hastalıklı bir ruha sahibiz.
Spor adamı, teknik direktörü, antrenörü, futbolcusu, yorumcusu ve seyircisi ile Milli Takım’ı savaş ve iktidar alanı olarak görüyoruz.
Bu çatışmaların bizi bir yere götürmediğini bir kez daha gördük.
Bu defa bir ders çıkarmanın zamanı...
Umut, hayal kırıklığı ve hüsran... Futbolda yaşadığımız değişmez dram, bu üç vazgeçilmezle oynanıyor.
2002 Dünya Kupası üçüncülüğünden sonra peşpeşe iki dünya kupasına katılamamak, bizim gibi bir futbol ülkesi için eşine kolay rastlanamayacak bir başarı ve istikrar örneğidir (!) herhalde.
FIFA nedense grup maçlarını aynı saatte başlatmadı. O nedenle Bosna Hersek’in deplasmanda Estonya’yı dura dura oynadığı maçta 2-0 yenmesi, bizim mucize tiryakilerinin ezberini, takımın motivasyonunu bozdu fena halde.
Sonu belli olan filmi, bile bile izlemek ne kadar can sıkıcıysa, işte öylesine sıkıldık.
Fatih Hoca mı ?
Euro 2008’den sonra en büyük sorunumuz, O’nun şu eleme maçlarına bir türlü motive olamamasıydı aslında!
Düşünün. Son Ermenistan maçını bir yana bırakırsak, hiçbir rakibimizden 6 puan almadan tamamlıyoruz grubu... Sonra birbirimize aynı yalanları söyleyerek birbirimizi kandırıyoruz: Dünya büyükseeee... Biz de büyüğüz!
Kulakları çınlasın, Yalçın Doğan “Fenerbahçe Cumhuriyeti” deyiminin babasıdır. Taraftarı olduğu kendi kulübü Beşiktaş’ı da “Halkın Takımı” adıyla kitaplaştırmıştır.
Olan biteni biliyorsunuz. Yalçın Doğan’ın penceresinden bakacak olursanız, Beşiktaş’ta gerçek bir “halk isyânı” var. Halkın bire bir temsilcisi olduklarından asla kuşku duyulamayacak taraftar grupları bir yandan kendi aralarında çatışıp kamplaşırken, bir yandan da ağır çoğunluğu ele geçirenler koro halinde bağırıp slogan atıyorlar :
“-Yeeteer Yıldırım Demirören, Yeeteer!”
Acıklı bir durum...
Bir zamanlar “Ahmet Dursun, Seba gitsin!” diyerek İnönü’de irade beyanında bulunanlar, sonradan Serdar Bilgili’yi küfür sloganlarıyla uğurlayanlar(!) şimdi o gürültülerle iktidara getirdikleri Demirören’i istifaya çağırıyorlar.
Halk adına, kendi adlarına!...