“Bu kütüphaneyle hayalimizi gerçekleştirdik ama her zaman yeni hayallerimiz var” Türkiye Görme Özürlüler Kitaplığı Derneği Başkanı 83 yaşındaki Avukat Gültekin Yazgan’ın sözleri bunlar.
11 yaşında geçirdiği bir kaza sonucu gözlerini kaybeden Gültekin Bey, Aydın’da gitmeye başladığı İngilizce kursunun yabancı yetkilileri, kendisine İngiltere’den bir çuval dolusu kabartma harfli kitap getirdiğinde ilk kez aklından, Türkiye’de de görme engelliler için çeşit çeşit kitaplar sağlayan bir kütüphane olması hayalini geçirmiş.
Geçtiğimiz hafta bu hayalin izinde, 2003 yılında İzmir’de kurulan Türkiye Görme Özürlüler Kitaplığı’nın yeni hizmet binasının açılışı vardı.
Kitaplık, artık kendi mülkleri olan çok daha büyük, ferah bir mekânda çalışmalarına devam edecek.
Açılış töreninde konuşan derneğin kurucu üyelerinden Prof. Önder Kütahyalı, gözleri görmeyen birinin doğaya, insana dair birçok şeyi, bir kuşun kanat çırpışını örneğin, ancak edebiyatın anlatım gücü sayesinde hissedebildiğinden söz etti.
Onu dinlerken ilk kez gözleri görmeyen biri için romanın, şiirin, edebiyatın ne demek olduğu üzerine düşündüm ben.
Sanal zamanların her derde deva adreslerinden Google, 2 Nisan Cuma günü Danimarkalı masal ustası Hans Christian Andersen’in 205. doğum yılını kutladı.
Bu dünyadan bir masal ustasının, hepimizin çocuk dünyalarında derin izler bırakarak geçtiğini hatırlattı.
Küçük Deniz Kızı, Kibritçi Kız, Kurşun Asker, Karlar Kraliçesi, Güzel Prenses ve Bezelye...
Türkiye’de de, 6 yaşından 60 yaşına kadar herkes, bu masallardan en az biriyle, bitmeyen çocukluk mevsiminin bir döneminde mutlaka karşılaşmıştır. Karşılaştıktan sonra da bir daha kolay kolay unutamamıştır.
Kibritçi Kız’ın derin hüznü, Kurşun Asker’in oyuncak balerine aşkı, Karlar Kraliçesi’nin büyüleyici ama aynı zamanda ürpertici hikâyesi...
Hepsi biraz hüzünlü, düş gücü yüksek, rengârenk, yüreklere dokunan masallardır.
Hepsinde Andersen, sanki düş kurmaya davet eder okuyanları. Kaleminin ustalığıyla elinizden tutar. Bir masallık da olsa, bu dünyanın yavan gerçekliğinden çekip çıkarır sizi.
PERŞEMBE akşamı, Alsancak’ta hafta içi iş günü rehavetinden pek eser olduğunu sanmıyorum.
Dört bin gencin bir araya geldiği, gece boyu müziğin, gösterilerin ve etkinliklerin bitmediği bir İzmir akşamında rehavetten eser kalır mı sizce?
Bir de bu coşkunun, dünyanın çeşitli yerlerindeki 300 farklı kentte paylaşıldığını, gençlerin 300 farklı kentte aynı anda eğlenmeye başladıklarını düşünün.
Haksız mıyım?
Bu atmosfer, şehirde rehavet bırakır mı?
Katılma fırsatım olmadı.
Ama gazetelerdeki “Twestival” adlı şenliği anlatan haberleri, fotoğrafları görünce, orada olup bu etkinliği gözlemleyemediğime ve tabii ki eğlenceyi kaçırdığıma çok hayıflandım.
KARŞILIKSIZ aşk kurbanı...
Yasak aşk cinayeti...
Medyanın çok sevdiği bu romantik kriminal üçüncü sayfa manşetlerine öylesine alıştık ki, artık ne dediklerini pek de sorgulamaz olduk.
Ben kendi adıma, toplumca fena halde kanıksadığımızı düşündüğüm şiddeti, bir de “aşkın karanlık yüzü” olarak bizlere yutturmaya çalışan bu dilden oldukça tedirginim.
Sanki bahsi geçen aşk, aşk değil de kontrolden çıkmış, tahrip gücü yüksek bir silah.
Ve tabii yine en çok kadınları vuruyor...
Muğla Üniversitesi’nden mezun olup yeni göreve başlayan Denizlili Saadet öğretmenin ve ayrılmak istediği erkek arkadaşı tarafından öldürülen 19 yaşındaki İzmirli Gülümser’in birkaç gün önce gazetelerde okuduğumuz haberlerinde de aynı başlıklar vardı.
GEÇEN haftaki yazımı gazeteye gönderdiğimde, “Eline sağlık, yazı güzel olmuş” yorumundan sonra, “Bayağı bayağı feministmişsin yahu sen!” yorumunu duyduğumda, bu yakıştırma çok takıldı kafama.
Sonra bir baktım, Milliyet Ege’nin tecrübeli kadın gazeteci-yazarı Banu Şen de, “Vallaha ben feminist değilim, bizim kızlara sorup yazdım...” başlıklı bir yazı yazmış. “Allah Allah” dedim, “Galiba bizim gazetede feminizm sakıncalı bir mevzu...”
Sadece bizim gazetede değil tabii.
“Feminist” kelimesi hâlâ çok yaygın olarak, Hülya Avşar’ın sık sık dem vurduğu gibi, “erkek düşmanı, kendine bakmayan, agresif kadın” anlamında kullanılıyor.
Banu Şen, sen de mi?!...
Banu Şen, benim yolum Milliyet Ege’yle kesişmeden önce de severek okuduğum, hem yazılarını hem haberlerini ilgiyle takip ettiğim bir gazeteci oldu hep.
BENDEN 10 yaş kadar büyük, çoluk-çocuk sahibi bir kadın arkadaşım anlatıyordu: Anneler Günü, Sevgililer Günü, doğum günü...
Bu “özel günler”in her birinde, eşi ve çocukları arkadaşıma, hediye olarak mutfak robotu, mini fırın, son model bir elektrik süpürgesi almayı uygun görmüş.
Kendisini ev işlerine gömmeye niyetli bu hediyeler, arkadaşımın biraz olsun şımartılmayı beklediği özel günlerde üst üste gelince, sonunda bizim kızın asfalyaları atmış.
“Vallahi o süpürgeyle kovalayacaktım hepsini” diye olayı anlatışını hatırladıkça hâlâ gülüyorum.
Bir süpürge alana, tek taş yüzük!
Televizyonda yayınlanan reklamı görünce yeniden hatırladım bu hikâyeyi...
ANKARA’da yeni açılmış bir otelden söz etmiyorum.
Başkent’in en işlek merkezlerinden biri olan Sakarya’daki İzmirli TEKEL işçilerinin direniş çadırlarına takılan isim bu: İzmir Palas.
Kimileri, Hilton da diyor ama genellikle kullanılan isim İzmir Palas...
Başbakan’n yan gelip yatmakla suçladığ TEKEL işçilerinin İzmir’den gelenleri, iki buçuk ayı aşkın zamandır Ankara’nın ayazlı gecelerini bu çadırlarda geçiriyor.
Farklı illerdeki fabrikalarda çalışan TEKEL işçileri, direnişi kendi geldikleri illerin adlarını verdikleri çadırlarda sürdürüyorlar. Tıpkı Türkiye gibi...
Aydın, Adıyaman, Trabzon, İzmir, Diyarbakır çadırları ayrı ayrı olsalar da yan yana, iç içe duruyorlar.
Hepsinin içinde mutlaka o kente özgü bir şeyler var.
NEREDEYSE iki yıldır, internetteki en büyük video paylaşım sitelerinden YouTube’a girmek, Türkiye’deki internet kullanıcılarına yasak.
Ne tuhaftır ki, bu yasaklı iki yıl boyunca, YouTube’un hiç eksikliğini hissetmedik.
Hatta bu sitede videolarını paylaşıp, internet üzerinden çok izlenerek ünlenen şarkıcılarımız, komedyenlerimiz oldu.
Gün geldi, YouTube videoları siyasi gündemi belirledi.
CHP Yalova Milletvekili Muharrem İnce örneğin...
Meclis kürsüsünden AKP’yi sert bir üslupla eleştirdiği konuşmasını YouTube’da paylaşınca, Meclis’te yaratamadığı gündemi yarattı.