Suyu ısınan kurbağa

9 Mayıs 2011

“KURBAĞAYI, içi sıcak su dolu bir kaba atarsanız. Kurbağa hemen sıçrayarak kendini kabın dışına atar. Canı yanmıştır çünkü. Oysa, kurbağayı soğuk su dolu bir kaba koyarsanız orada öylece kalır. Suyun ısısını yavaş yavaş artırırsanız, kurbağa bunu farketmez. Ve su kaynayana kadar, kurbağa çoktan ölmüş olur.”
Sosyal paylaşım sitelerinde karşılaştığım kısa bir videonun metnini aktarıyorum sizlere. Bakalım kurbağacığın başına gelenler, size de bir yerden tanıdık gelecek mi?...
“Modern toplumlarda da kurbağanınkine benzer bir tepki verilir. Birşeyi yavaşça değiştirirseniz, çoğu kimse bunu farketmez. Örneğin toplumlarda denetim mekanizmaları gittikçe çoğalıyor. Bu hiç de iyi bir gelişme değil, çünkü kişi kendini gözetlenmiş hissettiğinde, gözetlenmeyen birine göre, daha farklı davranır. (...)
Göze batmamak için insanlar giderek kurallara uymaya başlarlar. Böyle bir durumda, toplumlarda kendine özgü, farklı düşünenlerin sayısı günden güne azalır. (Burada, videodaki minik adamlar tek sıraya geçip, asker adımlarıyla yürümeye başlıyorlar!) Bu tür tek tip toplumlar kendini zihnen veya sosyal olarak yenileyemez. Hoşgörüsüzlük, tahammülsüzlük artarken, aynı zamanda toplumun

Yazının Devamı

‘Çılgın’ değil belki ama; şahane!

2 Mayıs 2011

BAŞBAKAN’IN “çılgın projesi” gündeme düştü. Başlattığı tartışma, kısa sürede bizim memleketin sınırlarını aştı. Avrupa, Rusya, Arap ülkeleri derken, yabancı basın da tartışıyor bu çılgın projeyi.
Ben pek çok açıdan, bu projeyi tartabilecek yeterlilikte hissetmiyorum kendimi. Kent planlamacısı değilim örneğin... İstanbul gibi dev bir metropolün sosyal ve mekansal düzenlemesi, öyle kolay hakim olunabilecek bir konu da değil zaten. Ya da projenin kapsadığı ekolojik çevreye, Marmara Denizi’ne, ormanlık alanlara, buradaki doğal hayata ne kadar zarar verebileceğini kestiremiyorum, vs, vs...
Bu durumda projeyi değerlendirmek için ne yaparsınız? Doğal olarak, bu ve benzeri pek çok ilgili konunun uzmanı kişilerin görüşlerini ve ilgili kurulların kararlarını göz önüne alırsınız. Ve kendinizce bir fikir sahibi olmaya çalışırsınız.
Valla ben bu hafta, bu ülkede bunun da çok lüzumlu bir çaba olmadığını bir kere daha anladım. Söz ağızdan çıktı bir kere, bu proje ya-pı-la-cak!
Kelle gitti, söz bitti
“Marmaray gecikmeyebilirdi, ama sürekli ‘yok arkeolojik şey çıktı, yok çömlek çıktı, şu çıktı, bu çıktı’ diye önümüze engeller koydular. Yok kuruluydu, yok yargısıydı, bunlara

Yazının Devamı

35 Sarışın Kadın: Artıları, eksileri

25 Nisan 2011

“35 Yağız Erkek, Başbakan’la yüz yüze görüşecek.”
Gazetenizi açıyorsunuz ve karşınızda böyle bir haber. Garipsemez misiniz? “İyi de neden özellikle yağızmış bu adamlar?” sorusu geçer herhalde ilk olarak aklınızdan. Ardından, bu yağızlık vurgusu üzerine, alaycı bir gülümsemeyle, “Yakışıklılar mıymış bari?” diye de sorarsınız. Hikaye tam olur!
Erkeklerin böyle fiziksel özellikleriyle sunulmasına pek alışkın değiliz. Hele ki politikada. Garip geliyor değil mi? Durumun absürdlüğü, hikayeyi erkekler üzerinden anlatınca aşikar oluyor. Ama söz konusu kadınlar olunca, bu cümleler fazlasıyla sıradan.
* * *
AKP Güzelbahçe İlçe Yönetim Kurulu Üyesi Filiz Çetiner, partisine yönelik önyargıları aşmak amacıyla, İzmirli kadınlar ve Başbakan arasında bir buluşma tertip etmeyi düşünmüş. Fikir şöyle; partili olmaması tercih edilen, özellikle iş dünyasından kadınların, Başbakan Erdoğan ile buluşması ve buluşma sayesinde doğrudan Başbakan’a, AKP’ye yönelik kaygılarını, yaşam alanlarına müdahale endişelerini anlatmaları isteniyor. Projenin fikir sahibi Çetiner, bir de garanti veriyor: “Başbakan bu soruları, tüm içtenliğiyle yanıtlayacak”
Bence buraya kadar, proje oldukça ilginç ve önemli.

Yazının Devamı

Sokağın söyledikleri

18 Nisan 2011

“YOLLAR YÜRÜMEKLE AŞINMAZ” diyen devlet büyüklerimize selam olsun! Bu hafta yine yurdun her yerinden eylem ve yürüyüş haberleri geldi. Gazetecisi, liselisi, köylüsü, çevrecisi, herkes sefer halinde.
Gazeteciler, “Yansak da dokunacağız”, “Şiirden, kitaptan bomba olmaz Başbakan” diyerek yürüdüler.
Çevreciler, güçlerini suyunu, toprağını kaybeden köylülerle birleştirdi. Hep birlikte “Büyük Anadolu Yürüyüşü”nü başlattılar. Ankara’nın nehirleri kurutan, Hasankeyf’in, Alianoi’nin üstünü örten enerji politikalarına karşı, “Anadolu’yu vermeyeceğiz” diyorlar.
Sinir harbi bir sınav sistemine gençliğini, geleceğini kurbanlık koyun gibi emanet eden liseliler de şimdi sokaklardalar. İçlerine sinmeyen sınava, bir de hile karıştığını duyunca haliyle ipleri kopardılar.

Bir şifresi eksikti

Yazının Devamı

Ne aşağılık kompleksi, ne yersiz böbürlenme

11 Nisan 2011

BU yazıyı, Fransa’daki Türk Öğrenciler Kongresi’nden yazıyorum sizlere. Paris’te kongrenin yapıldığı salona girer girmez, kendimi hararetli bir tartışmanın ortasında buluyorum. Kongreye katılan öğrenciler, Eski Fransa Avrupa İşleri Bakanı ve Avrupa Parlamentosu Başkan Yardımcısı Catherine LalumiËre’in etrafını sarmışlar ve bu deneyimli Fransız politikacıyı, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği konusunda alabildiğine sıkıştırıyorlar. Sorudan çok, eleştiriler ardı ardına geliyor.
“Ben Fransa’da büyümüş bir Türk’üm. Eskiden Fransa denince insan hakları, evrensel değerler akla gelirdi. Ama şimdi, güvenlik söylemiyle, tanık olduğumuz ayrımcılıklarla artık bunu söylemek mümkün değil.”
Fransız politikacı da, aynı eleştirileri paylaşıyor:
“Avrupa’yı Avrupa yapan, diğer kültürlere açık, meraklı, gelişmeden yana anlayıştır. Bugün gitgide daha korkak, daha içe kapanık ve defansif, dolayısıyla dışlayıcı bir Avrupa görüyoruz. Oysa Avrupa’nın kırılgan ve karmaşık olsa da en kıymetli değeri, bu farklılıkları tanıyarak birlikte yaşama modelidir. Son dönemde ekonomik gelişme kaygısıyla, bu insani boyutun geri planda bırakıldığını görüyoruz.”
Başka bir öğrenci mikrofonu alıyor:
“Fransa’da

Yazının Devamı

İnternet Meydan Muharebeleri

4 Nisan 2011

İNTERNET; tam anlamıyla bir şeytan icadı! Hayatlarımızın pek çok alanına eli değiyor ve gün geçtikçe daha da vazgeçilmez oluyor bu sayede. Dedik ya şeytan icadı! Şeytan icadı derken bir karalama ya da bir reddedişten söz etmiyorum elbette. Aksine kavraması ve kontrolü zorlu bir akıl ve dinamizme şapka çıkartıyorum.
Sadece “şeytan icadı” mı? Bu hafta ülkeye damgasını vuran tartışmalarda bir kere daha gördük ki internet, aynı zamanda “modern zamanların bir numaralı muharebe meydanı.” (“Şimdi şeytan icadı, muharebe meydanı falan gibi sözler de nerden çıktı?” diye soran uyanık okura hemen itiraf ediyorum. Dün gece internetten iki bölüm üst üste Sülüman’ı izledim, hâlâ etkisindeyim. İçten içe Pargalı’ya kederlenmekteyim.)
Belki de bütün savaşlarda olduğu gibi, yiğitlik ve sinsilik at başı gidiyor bu alanda da. Demokrasi ve manipülasyon, özgürlük ve denetimin hası bir arada...

“Kelleler gitsin, huzur gelsin!”
Bu, herşeyden önce ideolojik muharebe meydanında, bu hafta öğrendik ki yurdum insanının yüzde 95’i “idam geri gelsin” dermiş. “Kelleler gitsin, huzur gelsin!” Bir gazetenin internet üzerinden başlattığı kampanya, ciddi bir kitleyi peşinden sürükleyip, bu sonuca

Yazının Devamı

“Yoksa elimizden alacaklar ıslık çalma özgürlüğümüzü”

28 Mart 2011

“Balıklar için deniz lazım, sevişmek için işsiz olmak.
Ve geceleri yatakta, duymamak için tabanların sızısını,
Zengin olmak lazım.
Halbuki ıslık çalmak için, bir şey lazım değil...”
CHP lideri Kılıçdaroğlu okuyor, Melih Cevdet Anday’a ait bu dizeleri. Ve ardından kendi cümleleriyle devam ediyor konuşmasına:
“Biz diyoruz ki, gelin hep beraber ayağa kalkalım ve başlayalım değişimin ıslığını çalmaya. Bu ıslığı geceleri tabanı sızlayan da çalsın, sızlamayan da. Yoksa elimizden alacaklar ıslık çalma özgürlüğümüzü.”
Son haftalarda, otoriter bir korku devletine dair kaygıları daha yüksek sesle dillendirme ihtiyacı duyar olduk. Bu hafta da, daha henüz yayınlanmamış bir kitaba uygulanan sürek avı, üstümüze kâbus gibi çöktü.

Yazının Devamı

İbo ve nükleer tehlike...

21 Mart 2011

HABERİ Fransa’dayken öğrendim. Doktora yaptığım üniversitenin kütüphanesinde bilgisayarı açıp internet sayfasında İbrahim Tatlıses’in silahlı saldırıya uğradığı ve durumunun ağır olduğu haberini okur okumaz, istemsiz sağıma soluma bakındım. Gözlerimi aça aça, “Duydun mu? İbo vurulmuş!” diyecek, bu şok haberi beraber tartışacak, üzerine iki laf edecek insan aradım hararetle, ama ne gezer!... Herkes hem konuya tamamen fransızdı hem de sahiden Fransız!
Demek istediğim, insan, böyle şok haberler üzerine konuşmak istiyor. Bunu çok iyi anlıyorum. Olayın magazinel, duygusal boyutu, insan hikayeleri acayip ilginç geliyor. Magazin de toplumdur, siyasettir. Hiç itirazım yok! Ancak olayı takip eden iki gün boyunca medyada İbrahim Tatlıses’ten başka bir şey göremez olunca, insan hayret ve kızgınlık arası bir duyguyla “Ne oluyor yahu?” diye sormaktan kendini alamıyor.
Gözü kör, dimağı bulanık Tatlıses güzellemelerinden geçtim. Hepsi sahiplerini bağlar. Tatlıses’in silahla, şiddetle, egemenlerle ilişkisini (kendi deyimiyle “muhalefet sevmemesini”), kadınlara bakışını da bu vesileyle tartışacak değilim. Her halükarda acı bir olay. Birinin canına kast edilmiş, kendisine şifa, sevenlerine,

Yazının Devamı