Uzun zamandır kendime verdiğim en güzel ödül, George Michael’ın ‘Symphonica’ konseri. İşte Londra’daki konserden izlenimler...
Cumartesi akşamı Londra’da George Michael konserindeyim. Royal Albert Hall’da. Hani Sezen Aksu’nun da geçen hafta konser verdiği yer. Burası başlı başına etkileyici bir salon. Burada kim sahneye çıkarsa çıksın izlerim. Ama bu konserin yeri benim için ayrı.
George Michael ilk defa bir senfoni orkestrasıyla turnede. Üstelik bundan tam 3 yıl önce o da Teoman gibi müziği ve sahneyi bıraktığını açıklamıştı. 100 milyon albüm satmış birinin bunu yapması kolay olmasa gerek. Belli ki üzerinden çok sular akmış. Önce 16 yıllık sevgilisi Kenny Goss’tan ayrılmış ve hâlâ bu ayrılığı atlamadığı için turne repertuarını da damardan bol acılı aşk şarkılarından seçmiş. Sonra uyuşturucu etkisi altında araba kullanmaktan İngiltere’de 1 ay hapis yatmış. Arada aynı yıllar önce Beverly Hills’te olduğu gibi bu sefer de Londra’da bir tuvalette seks yaparken yakalanmış. Şimdi 48 yaşına gelmiş, hafif bir göbek dışında kirli sakalıyla eskisinden daha yakışıklı. Her ne kadar “Dün gece ateşli çıktım sahneye” dese de sesi müthiş. Üç gün önceki konserini doktorunun ‘viral
Onun herkesi ikna edebileceğini zannederdim. Meğer hiç de öyle değilmiş. Steve Jobs, biyografisini yazdırabilmek için Walter Isaacson’un tam beş yıl peşinden koşmuş. İşte bir bestseller’ın bilinmeyen hikayesi...
“Senin hayatını yazmak için daha çok erken. Önce emekli ol, 10 yıl ya da 20 yıl sonra bakarız” diyor yazar. Karşı taraf ısrarlı “Ama ben iyi bir konu olurum.” Yazar hâlâ ikna olmamış, ne de olsa Benjamin Franklin ve Henri Kissinger gibi isimlerin biyografilerini yazmış, o sırada Albert Einstein’ın biyografisini bitirmek üzere. İçinden geçirdiği şey belli, “Bu adam da kendini tarihi değiştirmiş adamlarla bir mi görüyor?”
Walter Isaacson’u kim ikna etti?
Son birkaç gündür elimden düşüremediğim bir kitap var. Zaten yanlışlıkla üzerime düşse yaralayabilir, tuğla gibi. Onu elinden düşüremeyen sadece ben değilim, bütün dünya hafta başından itibaren bu kitaba kilitlendi. Walter Isaacson imzalı Steve Jobs’ın biyografisinden bahsediyorum.
Walter Isaacson, CNN ve Time’da yöneticilik yapmış, şimdi de Aspen Institute’un CEO’su. Yazının başındaki konuşma 2004’te Walter Isaacson ve Steve Jobs’ın arasında geçiyor. Yazar, Steve Jobs’u 1984’ten beri tanıyor ama 2004’te
Onlar yardımlarını gizli gizli yapıyor, biz cümle aleme ilan ederek. Olsun, ihtiyacı olanların gerçekten işine yarayacaksa, varsın birileri de çıkıp reklam yapsın. Hatta daha da çok duyurulsun da, daha da çok yardım yapılsın
Basın bültenleri yağıyor. Her şirket Van’a yaptığı yardımlarla uzun uzun övünüyor, anlata anlata bitiremiyor yaptıklarını. Evet, yapılan yardımlar bir halkla ilişkiler ve reklam kampanyasına da döndü. Ama olsun, buna da karşı değilim. İhtiyacı olanların gerçekten işine yarayacaksa, varsın birileri de çıkıp reklam yapsın. Hatta daha da çok duyurulsun da, daha da çok yardım yapılsın. Sonuç iyi olduktan sonra gerisi çok da önemli değil.
Yardım yapmakla övünülür mü?
Bizde her ünlü isim, her şirket yardımlarını herkesin gözüne gözüne sokarken ya Japonlar ne yapıyor? Yardımlarını kapalı zarflarla gizli gizli yapıyor, sonra da gözükmeden olay yerinden hemen uzaklaşıyorlar. Çünkü onların kültürlerine göre yardım yapmakla övünmek ayıp. Aslında bizde de ayıp ama artık öyle ince düşünen kimse kalmadı. Bir de her şeyin sonuna eklenen ‘farkındalık yaratmak için’ bahanesi var ki o da böyle durumlarda da ısıtıp ısıtıp önümüze getiriliyor. Biri şu kadar yardım
Başardık, ilk defa herkes elini taşın altına sokuyor, ilk defa herkes yardımda bulunmak için bu kadar çabalıyor. Van’daki depremzedeler için bakın yapabileceğimiz daha neler var?
Zor günler geçiriyoruz. Felaket üstüne felaket geliyor. Artık tahammülümüz kalmadı. Yine de uzun zamandır ilk defa herkes elini taşın altına soktu, herkes bir şeyler yapmak, birilerine yardım etmek için koşturuyor. Yardımlar toplanıyor. Her ne kadar başka ülkelerden gelen yardımlar bir çırpıda reddedilebilse de.
Ümitliyiz, yardımlar yerine ulaşacak
Yardımların ne kadarı ihtiyacı olanlara ulaşıyor, çok emin değiliz ama yine de ümitliyiz. Depremzedeler “Çadır gelmedi” diyor, Kızılay “Çadırları dağıttık, bitti” diyor. Bu kara kışta çadırlar ne kadar işe yarar, o da tartışılır zaten. Yine de ümitliyiz, çünkü birçok koldan çalışılıyor. Biraz daha iyi organize olabilirsek acıları bir nebze de olsa sarmamız mümkün.
Belediyeler, iş yerleri, okullar yardımları topluyor, kargo şirketleri ücretsiz ulaştırıyor. Şişli Belediyesi vızır vızır çalışıyor. Mustafa Sarıgül sayesinde bugün Nişantaşı’ndaki bütün kafe ve restoranlar cirolarını Van’daki depremzedelere bağışlayacak.
Oyuncak da lazım
Sonunda bu da oldu. Tam da “Bir olmalıyız” dediğimiz günlerde Türkiye’nin en çok sevilen isimlerinden Acun’a bile linç kampanyası başlatıldı. Birbirimizi yemeyi bırakmanın zamanı hâlâ gelmedi mi?
Tamam haklısınız, hepimiz öfkeliyiz, patlayacak yer arıyoruz. Ama acıdan prim yapmaya çalışanlara bu kadar prim verilir mi?
Kimse kimseyi mutlu edemiyor. Onur Baştürk haklı, biz birlikte daha yas tutmayı bile beceremiyoruz. Herkesin olaylardan etkilenişi de farklı, üzüntüsünü yaşama şekli de. Bırakın herkes istediği gibi yaşasın bu süreci.
Eğlence programları kalkınca keşke her şey çözülecek olsa. Keşke her şey bu kadar kolay olsa. Ama biliyoruz ki, bu kadar basit değil.
Okan ‘Dizileri kaldırın’ diyor
Okan Bayülgen TV8’e geçer geçmez “Sıkıyorsa dizileri kaldırın” diyebiliyor. “Sıkıyorsa Kanal D’de çalışırken böyle deseydin” diyenler de çıkabiliyor.
Okan Bayülgen gerçekten yıllarca çalıştığı Kanal D’de deseydi bunu, belki o zaman daha çok şey ifade ederdi. Ama o zaman bile bir yararı olmazdı aslında.
Her şey üst üste geliyor. Çaresiziz. Sadece biz değil, dünya alt üst olmuş durumda. İnsanın2012 kehanetine bile inanası geliyor.
Dün gece gözüme uyku girmedi. Bugün ne yazacağımı düşündüm hep. Size bir İngiliz şefin açtığı Osmanlı yemekleri yapan restoranı anlatacaktım aslında. Bizim yemekleri nasıl yorumladığını, sonra da bize “Siz herhalde Osmanlı mutfağını duymadınız” demesini anlatacaktım. Ama şimdi içimden gelmiyor.
Güzel bir hafta sonu programı için öneriler yazacaktım. Yeri ve zamanı değil. Şimdi o da içimden gelmiyor zaten. Hal mi kaldı güzel şeyler düşünecek, planlayacak?
Evet, biliyorum siz bu satırları aslında eğlenmek için okuyorsunuz. Çünkü burada hayatın güzel yanlarından bahsediyoruz. Zaten her şey o kadar yorucu ki, burada bir mola veriyoruz hep beraber. Ama şimdi onu bile yapamıyoruz.
Her şey üst üste geliyor. Çaresiziz. Sadece biz değil, dünya alt üst olmuş durumda. İnsanın 2012 kehanetine bile inanası geliyor.
Clinton’dan Kaddafi’ye ‘Wow!’
New York, Roma yanıyor, protestolar son hızla devam ediyor. Birkaç yıl önce Paris’in göbeğinde Elysee
Biz hâlâ ‘meme kanseri’ne kibarlıktan ‘göğüs kanseri’ diyoruz. Her gün bir tanıdığın bu illete yakalandığını öğreniyoruz. Tepkimiz şaşmıyor, “Kanser değilse, üzülme.” Tabii unutmamamız gereken şey: “Erken teşhis hayat kurtarır!”
Ofiste morali çok bozuk olan iş arkadaşının yanına gider, “Tuvalette ağladığını duymuşlar, iyi misin?” der. Cevap gelir, “Hayır, çok kötüyüm, karım boşanmak istiyor.” İş arkadaşı “Oh, çok şükür, sadece boşanmaymış, bu da bir şey mi?” der. Sonra da ofisteki diğer çalışanlara duyurur, “Yaşasın, sadece boşanıyormuş!” Arkadaşının üzüntülü bakışlarının yerini şaşkın bakışlara bıraktığını görünce kendini açıklama gereği hisseder, “Biz de kanser olduğunu zannetmiştik.”
‘Çılgın, Aptal, Aşk’ filmindeki bu sahne aslında geldiğimiz noktayı özetliyor. İşte artık hepimizin durumu bu. Her kötü haberde kanseri bekliyoruz. Kanser çıkmayınca, başka kötü bir şey olunca şükrediyoruz.
Nilüfer’e erken teşhis
Dün Nilüfer’e meme kanseri teşhisi konulduğunu öğrendik. Neyse ki erken teşhis. Geçen hafta Vahide Gördüm’e meme kanseri teşhisi kondu. Ondan önce Meral Okay ve Tomris Giritlioğlu akciğer kanseri olduklarını açıkladılar. Hepsinin bir an önce bu hastalığın
Pazartesi sendromunuzu artırmak istemem ama haftaya geçen haftanın değerlendirmesiyle başlıyoruz. Konu başlıklarımız, içinde bulunduğumuz tezatlar
Bizi artık hiçbir şey şaşırtmıyor. Sürekli tezatlar içindeyiz. Bir uçtan bir uca savruluyoruz. Bkz. Sırf geçen hafta yaşananlar... Ama kabul etmeliyiz, artık alıştık, kolay kolay hiçbir şeye gıkımız çıkmıyor.
‘Doğaya aykırı cİnsel münasebet’:
Yavruvatanda böyle bir yasak olduğunu doğrusu ben bilmiyordum, kimsenin de böyle bir yasağın farkında olduğunu sanmıyorum. Yok, farkında olup da şimdiye kadar bir şey yapılmadıysa o zaman durum daha da içler acısı. Tabii bu tanımın aslında neden bahsettiği belli değil, insanın aklına binbir türlü şey getiriyor. Ama eski Rum bakanın maceraları sayesinde hem böyle bir yasaktan hem de ne kastettiğinden haberimiz oldu.
Tam da aynı günlerde Altın Portakal’da ‘Zenne’nin aldığı ödüllerle Türkiye’de gay hakları adına aslında önemli bir adım atıldı. Hatta filmin oyuncularından Ünal Silver, Antalya’daki söyleşide “Bu ülkede aileler katil çocuklarını alkışlarken, eşcinsel çocuklarını öldürüyorlar. Benim kızım da eşcinsel. Bunu çekinmeden söylüyorum. Soranlara bir kızım, bir oğlum ve iki gelinim