Anjelique’de Deep Dish:
Anjelique’in en güzel gecesi artık gelenekselleşen Deep Dish gecesi oluyor. Tam trafik saatinde Beylerbeyi’nden Ortaköy’e gitmek üzere deniz taksiye atlıyoruz, tam 3 dakikada ve 20 TL’ye olay yerindeyiz. Alt kattayız. Burada Wan-na’nın mönüsünden yemekler ve yukarıdakinden farklı müzik var. Bence alt katın yemekleri üst kattaki Akdeniz mutfağı ağırlıklı restorandan çok daha başarılı. Yemek sonrası da üst kata çıkıp Deep Dish’i bekliyoruz. Sharam inanılmaz çalıyor. Yerinizde duramıyorsunuz. Anjelique’i ilk defa bu kadar kalabalık görüyorum.
Ni out, Park in:
Nişantaşı bu aralar çok sakin. Görmek ve görünmek isteyenler Bebek’ten sonra şimdi de İstinye Park’ta. İstinye Park’ta gözükmek için iki adres var, Masa ve Bej. Masa, Umut Özkanca’nın restoranı. Hatta burada kardeş işletme Borsa’nın mönüsünden sipariş verirseniz de getiriyorlar. Hemen karşıdaki, Beymen’in içindeki Bej ise Lal Feray’ın yeri. İstanbul’un en iyi panzanellası burada.
Lucca’da masa yapmak:
Pazartesi gecesi Joke Perestroyka’da Feel Like A Star partisi vardı. Daha Bodrum yorgunluğunu üstümden atamamış, pazartesi sendromundan kurtulamamış bir halde partiye gittim.
Bir de ne göreyim... Sanki günlerden pazartesi değil. Bu bir yaz partisi değil de sanki bir düğün gibi... Herkes çok ama çok süslü.
Kinski, Hemingway ve diğerleri...
Bir masada Nastassja Kinski, Mariel Hemingway ve Steve Guttenberg oturuyor. Bizim kadınlar ne kadar frapansa Kinski ve Hemingway de o kadar sade.
Herkes Nastassja Kinski’nin etrafında fıldır fıldır dönüyor. Tanışmak, el sıkışmak, hediye vermek ve fotoğraf çektirmek isteyenler...
Bunlardan biri de siyah Rouland Mouret elbisesi ve tüllü şapkasıyla Hande Ataizi. Hande, Kinski’nin yanına gidiyor, tanışıyor ve birlikte fotoğraf çektiriyor. Herkes ağzı açık onları izliyor ve aynı şeyi söylüyor, “Bir Kinski’ye bak, bir Hande’ye...” Hande’nin yanında doğrusu Kinski çok sıradan kalıyor. Belli belirsiz makyajı, sade kıyafetiyle son derece iddiasız. Hiç de erkeklerin rüyalarını süsleyen kadın gibi değil. Ahı gitmiş vahı kalmış diyenler oluyor. Bu konuşmaları duyan yıldız fotoğrafçı Nihat Odabaşı diyor ki, “Acımasız olmayın, kadın kaç yaşında!”
Pazar gecesi saat 23.00. Yer Bodrum-Milas Havalimanı. Kapıda uzuuun bir kuyruk. Sırada Sibel Can’dan Emel Acar’a tanınmış simalar.
Zar zor içeri girdiğimizde bir arkadaşımı görüyorum. Daha merhaba bile demeden, “Burası Ship Ahoy’dan daha piyasa” diyor, gülüyoruz. Gerçekten de havaalanında insanlar üst üste. Oturacak tek bir yer bile yok. Herkes eğlenceden yorgun, birbirini süzüyor. Bu kadar kalabalığa göre az bir rötarla kendimizi uçağa atıyoruz.
Şehir dışında düğün trendi
Gelelim bizim Bodrum’da bulunma sebebimize. Hayırlı bir iş için gittik. İbiza’da başlayan bekarlığa veda kutlamaları cumartesi akşamı Kuum’da nihayet sona erdi.
Aylar önce Bettina Hakko ve Candan Kıramer söylemişti, “Artık ‘destination wedding’ler tercih ediliyor” diye. ‘Destination wedding’ dedikleri, şehir dışında yapılan düğünler her şeyden önce çok eğlenceli geçiyor. Çünkü herkes tatilde, tatil havasında oluyor. Kimse işten çıkmış, trafikte bunalmış olmuyor. Böyle düğünlerde davetlilerin tek derdi denizden çıkıp da kuaföre gitmeye üşenmek... Gelin ve damat için aslında o kadar da kolay değil. Çünkü tatil boyunca misafirleri eğlendirmek de onlara düşüyor. Şımartılacak zamanları olmuyor.
71 yaşındaki varlıklı bir erkek 17 yaşındaki yoksul bir kızla evlenir. Damadın kızları ayaklanır, evliliğin iptalini ister. Uzman görüşleri alınır, herkes 17 yaşındaki kızın hâlâ çocuk olduğunu ve bu evliliğin yasal olmaması gerektiğini savunur.
Ben bu durumda kimseyi yargılamamak gerektiğini düşünüyordum. Herkesi kendine göre haklı buluyordum. 17 yaşındaki kız için bu evlilik bir kurtuluş olabilirdi. 71 yaşındaki adam için hayatına bir heyecan, mutluluk katabilirdi. Damadın çocukları ve torunları içinse gerçekten sinir bozucu bir durumdu.
Herkesin haklı olduğu bir şeyler vardı. Sonuçta herkes farklı şeylerden mutlu olabiliyor. Onlar mutluysa gerisi kimseyi ilgilendirmez diye düşünüyordum.
Ta ki Halis Toprak televizyon kanallarında açıklamalar yapmaya başlayana kadar... Peygamber örneğini zaman aşımına uğradığı için hiç önemsemedim ama Toprak hâlâ evlilik yaşı konusunda konuşmaya ısrarla devam ediyor.
‘Ben şahsen 18’i 15’e düşürürüm’
Toprak’ın önceki günkü incilerinden bir demet, ‘Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da 13 yaşında bir kız evleniyor. Ben olsam şahsen 18’i 15’e düşürürüm.’
Toprak bununla da hızını alamıyor ve diyor ki, ‘Ben 18 yaşında bir hanım bulursam niye
Geçen haftaki ‘Her modacı Paris Moda Haftası’na katılabilir mi?’ başlıklı yazı çok ses getirdi. Özellikle genç moda tasarımcıları posta kutumu mail yağmuruna tuttu, gerçekler ortaya çıktığı için çok mutlu olduklarını söylüyorlar.
Posta kutuma gelen maillerden biri de Paris Haute Couture Moda Haftası’na katıldığını söyleyen ancak defilesi resmi programda yer almayan Cengiz Abazoğlu’ydu.
Abazoğlu birçok bilgi içeren uzun bir mail yazmış. Bu haftaya katıldığını gösteren basın haberlerini de linklemiş.
Evet, aynı hafta içinde yapılan defileler yerli ve yabancı basında yer aldı. Bu güzel bir gelişme. Ancak bu ne yazık ki federasyonun resmi programında yer almakla aynı anlama gelmiyor.
Abazoğlu olaya yeni bir boyut daha eklemiş. Turquality hakkında bilgi vermiş.
‘Bu teşviğin temeli devlet eliyle 5 yıl boyunca kişiye/tasarımcıya yurtdışında markalaşması, mağazalaşması ve dolayısıyla teşvik sona erdiğinde kendi başına yol alacak duruma gelip “Türk tasarımcısı” olarak yoluna devam etmesidir. Dolayısıyla şu an bu teşvikten
Herkes birbirine aynı şeyi soruyor. Galatasaray’ın mor formasını gördünüz mü? Ben televizyonda kaptan Arda Turan’ın üstünde gördüm. Futbolcuların da teknik direktör Frank Rijkaard’ın da yüzlerindeki ifadeden hoşlanmadıkları belli oluyor. Hatta Rijkaard “Bu formayla sahada rakiplerimizi şaşırtacağız” diye iğneli sözler de sarf etti.
Kadıköy forması
Bu formayı kimin seçtiğini gerçekten çok merak ediyorum. Mor renk neye göre seçildi? Feminen bir renk. Gay’lerin simgesi. “Morarmak”... Hepsi unutuldu mu?
FB’lilerin eline böyle bir koz bile bile verilir mi? Şimdi her kafadan bir ses çıkıyor. “Bu formalarla sanki her hafta FB’yle oynamış gibi olacaklar” diyenler var. Kısaca “Kadıköy forması” diyenler de...
Ben bir FB’li olarak bile bu formayı görünce üzüldüm. Sonradan gözümüz alıştıkça seveceğimiz şeylerden biri olabilir mi diye düşündüm. Ama hiç sanmıyorum.
Kanımız sarı kırmızı akar diyenlerin kel alaka bir renk
Bizim modacılar New York ve Paris moda haftalarına katıldıklarını ballandıra ballandıra anlatıyor. Hatta daha da ileri gidip Cengiz Abazoğlu gibi “Keşke benim gibi onlarca tasarımcı olsa” diyenler de oluyor.
Birçoğumuz duyduklarımıza inanıyoruz. Ama bu numaraları yemeyen de artık çok. Moda haftalarının tarihine denk getirip, o şehirde bir salon tutmakla ve orada bir defile yapmakla moda haftasına ne yazık ki katılmış olunmuyor. Moda haftaları çok titiz çalışıyor. Öyle her isteyen ya da her para bastıran bu haftaların resmi programına giremiyor. Belli bir yere gelebilmiş olmak gerekiyor buralara katılabilmek için.
Tarih ve salon yeter mi?
Cengiz Abazoğlu bize hâlâ Paris Haute Couture Moda Haftası’na katıldığını anlatıyor. Tabii ben de isterim böyle bir haftaya bir Türk modacının katılabilmesini. Ama sadece istemekle olmuyor işte, bir şeyler yapabilmek de önemli. Aynı tarihlerde, resmi programa girmeden güzel bir salonda defile yapmak da pekala bir başlangıç sayılabilir. Ama katılmadığınız, isteseniz de katılamayacağınız bir etkinliğe katıldım diye ortalarda dolaşmaya
Pazartesi günü bir son dakika kararıyla Deep Purple konserine gittim. Berlin’deki U2 konserine giden ve oradan canlı telefon bağlantısıyla konseri bana ballandıra ballandıra anlatan arkadaşlarımdan mı etkilendim bilmiyorum.
Deep Purple konserine gitmek istediğimi ilk söylediğim kişiler “Sen ve Deep Purple, nasıl yani?” dediler. İstiyorum işte deyip konuyu kapattım.
Hemen Mehmet Tez’i aradım. Müzik, konser deyince başka uzman tanımam. Onun tepkisi önemli. “Yaşlandılar ama gidilebilir” dedi ve beni destekledi.
Trafiğe girmemek mümkün
Şimdi ilk engel Kuruçeşme Arena’nın trafiği. Herkes şikâyetçi. Artık trafiğe girmemek için şehirde nasıl organize olunur, iyi biliyorum.
İş çıkışı doğru Aşşk Kahve’ye gidiyoruz. Bizim gibi yapan çok. Konser kalabalığından yer bulamayınca hemen yandaki Mia Mensa’ya geçiyoruz. Birkaç saat sonra da konser...
İçeri girdiğimde Deep Purple pijamalarıyla sahnedeydi. Arena kalabalıktı. Mehmet Tez bile sahne önündeki kalabalığa girememişti. Arkalarda itiş kakış olmayan bir yerde olan