Şimdi bu mekânlar konuşuluyor

8 Aralık 2008

Maçka Palas’ta açılan Park Hyatt’ın steakhouse’u ve barı. Otel o kadar sessiz sedasız açıldı ki eski Armani Cafe’nin yerinde şimdi yeni bir steakhouse olduğunu bilmeyen, duymayan hâlâ çok. Oysa şimdi en iyi görme ve görünme yerlerinden biri burası. Kimse adını bile bilmiyor. Sık sık gidenler bile daha adı yok diyor. Oysa steakhouse’un adı Prime, barın adı ise Palas Lounge. Hazır herkes duymamışken bir an önce denemekte fayda var. Küçük bir hatırlatma, otelin girişi Maçka Caddesi’nden değil, Bronz Sokak’tan.
Akaretler’deki W Otel’in çarşamba partileri. Spice Market’in ilk başlardaki popülerliği gidince, W Lounge öne çıktı. Salih Saka’nın şirketi S&S’in müzikleri ile her çarşamba yapılan “Wednesdays are hot” partilerine giden isimler arasında Ayşe Çavuşoğlu’ndan Tuba Ünsal’a pek çok tanıdık isim var.
İzzet Çapa’nın Nişantaşı Sofa otelin içindeki Longtable’ı. Çapamarka ekibinden ayrılanlar olsa da Çapa mekânlarının enerjisi hiç değişmiyor. Burada kokteyller de, yemekler de çok başarılı.
Nişantaşı’ndaki Yunan meyhanesi Lipsi. Eğlence iyi olunca yemek çok iyi olmaz genelde. Burada ikisi de çok iyi. Üstelik fiks mönü fiyatı da aynı ayardaki diğer mekânlara göre makul

Yazının Devamı

Sezen Aksu’nun ayıbı

3 Aralık 2008

‘Pozitif Negatif Yaklaşımlar’ sergisi dün açıldı. Toplumu AIDS hakkında bilinçlendirmek için çekilen 65 fotoğrafın 64’ü Mehmet Turgut’a ait. Sadece Sezen Aksu fotoğrafını kendi ekibinden Yaşar Gaga’ya çektirdi. Herkes bir yana, Sezen Aksu bir yana diyenlerden olabilirsiniz, ama bir sosyal sorumluluk projesinde Sezen Aksu kadar duyarlı bir ismin neden böyle yaptığını anlayamadım.
Tamam, yılların starlarında herkese güvenememe, sadece kendi arkadaşlarıyla çalışma isteği oluyor. Yaş ilerledikçe daha tutucu oluyorlar. Çok iddialı oldukları için bir de iyi fotoğraf verememe korkusu başlıyor. O yüzden fotoğrafın da bir sanat olduğunu unutup sadece en yakınlarındaki, en güvendikleri kişilerin onları iyi gösterebileceğini sanıyorlar.
Ajda Pekkan’la bir çekim sırasında benzer bir durum yaşamıştım. Biz fotoğrafları Zeynel Abidin Ağgül çeksin istedik. Zeynel çok iyidir, herkesi güzelleştirebilir. Ajda Pekkan ise fotoğrafları sağ kolu Ayşe Ersayın çeksin istedi, ama o zaman Ayşe Hanım’ın fotoğraf makinası bile yoktu. Bizden kiralamamızı istediler.
Sonunda Zeynel’den rica ettik, onun şirketinden fotoğraf makinası ödünç aldık ve Zeynel’in ekibinden fotoğrafçı Cengiz Dikbaş’ın çekime

Yazının Devamı

Aura, Robuchon, Bungalow 8 nedir?

1 Aralık 2008

Geçen haftaki korkulu uçak macerasından tam iki gün sonra yine uçağa bindim ve Londra’ya Motorola’nın yeni telefonu Aura’nın lansmanına gittim.
Komik bir gruptuk. Serhan, Servet ve Çağdaş... Futbolcu isimleri saymıyorum. Üçümüzün de erkek isimleri taşıyan kadınlar olmamız ve tesadüfen bir araya gelmemiz bizi çok güldürdü. Sonra uçakta Eren ve Londra’da Vanya adlı bir kadınla tanışınca daha da çok güldük. Motorola gezimiz sanki üniseks isimler taşıyanların buluşması gibiydi.

Üniseks bir telefon
Yeni telefon Aura bizim isimlerimiz gibi üniseks bir telefon. Aura, saat kadranına benzeyen safir kristal yuvarlak ekranıyla çok şık bir aksesuar. Boşuna “Tasarımın geri dönüşü” sloganıyla tanıtılmıyor. Hatta dünya basınından birçok kişi “Aura bir gece telefonu, gündüz için çok şık” bile dedi.
Yuvarlak ekrandan dolayı biraz V70’e benzettim, ama telefonu biraz kurcalayınca ve tasarımcılarıyla konuşunca arada çok fark olduğunu gördüm. Aura, dünyanın ilk 16 milyon renkli telefonu. Çok sağlam olması da bir artı. Yine de bana biraz ağır geldiğini söylemeden geçmeyeyim.
Hollandalı mimar Ben Van Berkel, Aura için özel bir enstalasyon hazırlamış. Bu rengarenk enstalasyon başımızı

Yazının Devamı

Artık politika mı yazsam acaba?

26 Kasım 2008

3 Kasım tarihli yazımda ertesi günkü ABD seçimlerinin sonucunu önceden ilan etmiş ve sabaha kadar beklemenize gerek yok demiştim. Obama kesin kazandı diye yazmayı Cengiz Çandar’la benden başka kimse cesaret edemedi. Herkes önde gittiğini ama anketlerle sandığın farklı olduğunu, “Bradley etkisi”nin ortaya çıkabileceğini söyledi durdu.

Hillary’de de yanılmadım
Obama’nın çok iyi bir ekip oluşturmakta olduğunu da belirtip yazımı “Hillary Clinton’ı da dışişleri bakanı yaparsa kimse tutamaz onu” diye bitirmiştim.
ABD ve dünya basını da benim izimden geldi! Hillary’nin dışişleri bakanlığı adaylığı kesinleşti. Biliyorsunuz ABD’de Başkan istedi diye hemen bakan olunmuyor. Adaylığın bazen günlerce süren senato görüşmelerinde onaylanması gerekiyor. Başkan’a rağmen adaylığı senatoda onaylanmayan var mı derseniz, arada oluyor.
Hillary’nin dışişleri bakanı olması bizim için iyi. Türkiye’deki ABD üslerinin değerini biliyor. Türkiye’ye çok kez gelmiş biri olması da büyük avantaj. Kızı Chelsea ile Hacıdan’da kebap yemişliği bile var. Böyle sıcak ilişkiler söz konusu. Daha ne?

Yazının Devamı

Anjelique nereye ben oraya!

24 Kasım 2008

Bu hafta sonu Londra’da Anjelique’in partisi var, iş için gitmem gerek dedim kimse inanmadı. Bazıları iyi eğlenceler diledi, bazıları biz bulamadık böyle bir iş diye söylendi. Perşembeden yola çıktık süper bir hafta sonu geçirdik. Türkiye’den gelen 50 Anjelique müdavimi Knightsbridge’de Mandarin Oriental’de ya da Millenium’da kaldı. Yemek için Zuma ve Cipriani tercih edildi. Parti dedikoduları az sonra...
İstanbul Doors Group’un ortakları Levent Büyükuğur ve Berk Ekşioğlu bu kadar başarılı olup da bu kadar mütevazı ve samimi kalan sayılı insanlardan. Eğlenmeyi de eğlendirmeyi de çok iyi biliyorlar. Onların yanında iyi vakit geçirmemek zaten mümkün değil. Ekipleri de çok başarılı. Satış direktörü İnci Doğulu ve ekibin en genç üyelerinden Ekin Çarmıklı hepimize pozitif enerji saçtı.

Parti Maddox Club’da yapıldı. Aslı-Berk Ekşioğlu, Levent Büyükuğur, İnci Doğulu, Ekin Çarmıklı, Hakan Yıldırım’dan oluşan bir grupla yemeği de kulüpte yedik.
Aslı Ekşioğlu, Hakan Yıldırım imzalı elbisesiyle gecenin en şık kadınıydı.
Kulüpte çalışan garson kızların bacak boyu benim boyum kadardı. Hepsi manken gibiydi. Ama Hakan Yıldırım’la birlikte “O kambur, onun bacakları çarpık” diye

Yazının Devamı

Bebek’e ne olacak?

19 Kasım 2008

Bebek’te gidilecek yerlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordu. Ya Bebek Kahve’de oturulur ya Divan’da piyasa yapılırdı. Akşamları Bebek Oteli’nin barına ya da Bebek Balıkçısı’na gidilirdi. O zamanlar “Burası çok güzel, keşke birkaç yer daha olsa” diyorduk. Keşke başka bir şey dileseymişiz...
İlk Mangerie açıldı. Kendi kitlesi vardı ama belki de yol üstünde olmamasından etrafa zarar vermiyordu. Büyük değişim Lucca’yla başladı. Herkes Lucca’da görünmek istedi. Valeler mecburen trafiği alt üst etti. Yazın dolup taşan Bebek’e kışın kırk yılda bir gidilirdi. Oysa Lucca’yla kışın da sık sık gidilmeye başlandı. Lucca’yla kalsaydı yine iyiydi. Sonra Midpoint, The House Cafe, Kitchenette derken ünlü zincirler de Bebek’e çıkarma yaptı. Geçen hafta Nişantaşı’nın biracısı Tap’s Bebek’e taşındı. Şimdi sıra Kırıntı’nın yeni şubesinde.
Yeni açılan yerlerin önünde valeler türüyor. Restoranlar vale hizmetinin kendilerine ait olmadığını söylüyor, ama tabii müşteri olarak gittiğinizde bunu sormak aklınıza bile gelmiyor. Bir restoranın kapısında duran vale o restoranın valesidir diye düşünüyorsunuz. Sonra bir bakıyorsunuz arabanız otobüs durağına park edilmiş ve ceza almışsınız.
Bebek’te

Yazının Devamı

Bir cumartesi programı

17 Kasım 2008

Cumartesi güne Kanyon’un spor salonu MAC’te pilatesle başladım. Madonna’nın hocası Michael King geldi, ücretsiz, üye olmayanlara da açık ders veriyor dediler. Madonna’dan neyimiz eksik deyip ilk derse yazıldık. Topu topu üç kişiydik. Yoga merakıyla bilinen Banu Can fitliğiyle dikkatimizi çekti. Michael King hepimizle tek tek ilgilendi. “İstediğiniz kadar çok esneme hareketi yapın, hiçbir zararı yok” dedi.
Pilates sonrası buraya kadar gelmişken bir de spa’ya gidelim dedik. Nuspa’da Taylandlılar’ın ellerine teslim olduk. Çıktığımızda boyun ve sırt ağrılarından eser kalmamıştı. Masaj sonrası çay ritüeli falan derken akşam oldu.

Lipsi, Zarifi ve Cahide tadında
İstikamet Nişantaşı’nda yeni açılan Yunan tavernası Lipsi. Eski Niş’in yerinde. Daha kapının girişinde bir köşede Deniz Akkaya-Efe Önbilgin çifti mekânın işletmecisi Ayşegül İlsever’le oturuyor. Deniz Akkaya’ya Burberry beresi çok yakışmış. Her yerde sürekli kavga ediyorlar diye çıkan haberlere nispet burada çok mutlu gözüküyorlar. Yanlarına gidip de bu anı bozmak istemiyorsunuz. Salomanje’yi bilenler Ayşegül’ü hatırlar. Salomanje’yi Salomanje yapan kendisidir. Şimdi de Lipsi’yi Lipsi yapan o. Patron aynı zamanda Topaz’ın

Yazının Devamı

Hatıralar sarmış 4-1 yanımı

12 Kasım 2008

Dakika 2, gol 1. Galatasaraylıların sevincini kelimelerle anlatmak mümkün değil. “Ne güzel geçirdik” diye başlıyor, “Ne olacak bu Fener’in hali?” diye devam ediyorlar. Evet Fenerliler olarak biz de halimizden memnun değiliz. Ama nedense içten içe bu maçı alacağımızı biliyoruz. Yine de hiç sesimizi çıkarmıyoruz. “Ay çok mu üzüldünüz?” diyenlere “Daha yeni başladı maç” diye sakin bir cevap veriyoruz. Zaten maçlarda ilk golü yemek her zaman iyidir. Bir gol yedikten sonra takım açılır, tutamaz hiç kimse. Yine öyle oldu. Artık 4. golden sonra Adnan Polat da Saracoğlu’nda daha fazla duramadı.
Araya bir istek şarkı alalım. Evet, bildiniz. Ebru Gündeş’ten Hatıralar sarmış 4-1 yanımı...
Fenerbahçe bu sefer de geleneği bozmadı. Bu haliyle bile GS’yi yendi. Zaten Galatasaraylıların artık kabul etmesi lazım, Saracoğlu’nda Fener’i yenmek boş bir hayal.
Süreyya Ciliv boşuna dememiş “Pazartesi günü telefon hattı taşıma değil, FB-GS derbisi konuşulacak” diye. Gerçekten de öyle oldu.

Ne olacak bu dizilerin hali?
Kışın en büyük eğlencesi TV dizileriydi. Son yıllarda hep kendini tekrarlayan gece hayatı da dışarı çıkma isteği bırakmadı. Evde televizyon karşısında yayılıp dizileri izlemek

Yazının Devamı