<#comment>#comment>Topluca kıyıya vurarak intihar eden balinalar gibi, kendini çözümsüzlüğün kıyılarında tüketti, nefessiz Türkiye siyasetçisi...
Solcusu sağcısı, genci yaşlısı, eskisi yenisiyle el ele tutuşup topluca intihar etti.
"Parti"ye "parti" adı konulamayacak nispette küfre dönüşmüş bir zeminde, ne kadar paralandığını göremeden, kişisel çıkarların, inatların, zaafların kıskacına girdi ve ne yazık ki Meclis’e, siyasete inancı da kendisiyle birlikte ölüme sürükledi.
İleride bu ülkenin tarihini yazacak olanlar bu yıllara baktıklarında "Bir cinnet haliymiş" diyecekler, "..öyle küçük ayak oyunlarına kapılmışlar ki, büyük oyunu görememişler, sendeleyip devrilmişler. O yüzden hiç affedilmemişler".
***
Aslında sevmem böyle topyekün suçlamaları...
<#comment>#comment>‘Aziz dostlarımız Rahşan ve Bülent, Bülent’in geçirdiği, çok şükür, hafif rahatsızlık herkes gibi bizi de endişelendirdi ve üzdü.
Çabuk derlenip toparlanması teselli etti. Bunlar yaşamı sürdürmenin kaçınılmaz bedeli. Rahmetli kayınvalidem ‘İnsanlar yaşadıkça, bir yerleri mutlaka ağrır’ derdi.
Temennimiz, aynı yaşlara gelmiş sizlerin, bizlerin bu bedeli mümkün olduğu kadar az sıkıntılı ödememiz.
Geçmişler olsun.
Sevgiyle gözlerinizden öperek,
Özden Toker, Metin Toker"
<#comment>#comment>"Sizce çoğunu mu yaşadık ömrümüzün, azını mı?"
Huzurlu bir temmuz gecesi, sadece yıldızların taçlandırdığı sonsuz karanlığın ortasında, birlikte dolunayı beklediğimiz 40 yaşlarında kadınlı erkekli gruba sordum bu soruyu...
Bir süre kararsızlandılar. Samanyoluna doğru serdikleri hayali bir ömür takvimini ölçüp biçtiler ve cevap verdiler.
Aynı yaşlarda oldukları halde, kimi ruhen ergenlik tazeliğindeydi; kimi final için gün sayar gibi...
İşin ilginci; kadınlar ekseriyetle hayatın çoğunu yaşadıkları inancındaydı...
...erkekler azını...
<#comment>#comment>Konya’ya gidenler görmüştür: Mevlânâ müzesinde, eskiden Mevlevi tarikatına derviş yetiştiren bir tekke vardır.
"Can" denilen Mevlevi adayları, dergaha geldiğinde 1001 günlük "çile dönemi" başlar.
Bu, "dervişin kendini yetiştirme dönemi"dir.
1001 gün boyunca derviş, tarikat nizamını öğrenirken, bir yandan da 18 tür hizmet görür:
Ayak işlerinden kandil yakılmasına, çevre temizliğinden şerbet dağıtılmasına, hela yıkanmasından yatak toplanmasına kadar her iş "çilekeş derviş"e verilir.
Çilesi dolana kadar az yiyip içer, bir bastona dayanıp ayakta uyur.
<#comment>#comment>Eskiden gizli kapaklı olurdu bu işler... Amerika, bir rejimi devireceği zaman söylemez, yapardı.
Önce söylentisi yayılır, gizli ajanlar yollanır, kuliste alternatifler yaratılır, darbecilerle anlaşılır, komşu ülkelerle temas kurulur, üsler alarma, filolar harekete geçirilir, suikastçılar hazırlanır, provokatörler karıştırır, komplo teorisyenleri muhtemel senaryolar üzerinde çalışırdı.
Nihayet düğmeye basıldığında tanklar sokaklara yürür, bazen Allende gibi silahla direnenler olsa da, çoğunlukla kazanan darbeciler olurdu.
Washington’dakilerin onlardan "bizim çocuklar" diye söz ettikleri fısıldanırdı kulaktan kulağa...
"Bizim çocuklar" da ilk iş olarak "büyük ağabey"e sadakat mesajları yayımlardı.
***
<#comment>#comment>Kızıyorsunuz onlara...! Kiminin koltuk tutkusuna, kiminin beslendiği ele saldırmasına...
Ama ibretle izlediğimiz bu vodvilin içinde ne çok biz varız, farkında mısınız?
Tepemizdekilerde lanet okuyup küfrettiğimiz şeylere ne de çok rastlıyoruz gündelik hayatımızda...
Kocalarını herkesten ve her şeyden kıskanan kadınlar, kocasını herkesten ve her şeyden kıskanan kadını yerden yere çalıyor.
Bulduğu en küçük iktidar parçasına yapışıp ömür boyu tutunmak için çırpınanlar, bir sınıf başkanlığından, bir apartman yöneticiliğinden kopamayanlar, kariyerini mezarda noktalamaya baş koyanlar, kahve sohbetlerinde iktidar hırsına lanet yağdırıyor.
"Siyaset Bizans’a döndü" diye yakınıyor, bütün hayatını bir entrikalar labirentinde tüketmiş olanlar...
<#comment>#comment>Ankara sıcaktı. Gazeteciler kapıda İsmail Cem’i bekliyorlardı; Cem ise evinde vaktin gelmesini...
O sırada telefon çaldı. Telefondaki, "Bina komandolarla sarılı, sakın gelmeyin" dedi.
Cem, "Ne olursa olsun gideceğim" diye üsteledi.
Gergin ortamı küçük kızı İpek’in sorusu yumuşattı:
"Görevimiz tehlike, değil mi babacağım?.."
11’de yanında arkadaşlarıyla makamına gitti. Kapıda emekli bir albay tarafından durduruldu:
<#comment>#comment>William Shakespeare, ünlü eseri "Macbethöte İskoçya Kralı’na çok sadık bir "lord"u anlatır.
Adı Macbeth’tir.
Kralın en itaatkar hizmetlisi olmuş, savaşta ön safta vuruşmuştur.
Bir gün yolda 3 cadıyla karşılaşır.
Cadılar kendisine yakında tahta çıkacağı kehanetini fısıldar.
Macbeth, dönüp yanındakilere fikir sorar: