"İKİ turlu dar bölge" için yıllardır "istikrar istiyorsak, mevcudun en iyisi", "Türkiye'ye en uygun olanı" denilip duruldu. Biz de bunu savunduk.
Sonunda şöyle veya böyle, ani bir atakla bunun hiç olmazsa belediye başkanlığı seçimleri için gerçekleşme ihtimali belirdi.
Cumhurbaşkanı geç de olsa iki turludan yana ağırlık koydu. Yılmaz'la Ecevit de geç de olsa "gerçekleştirelim" diye savunmaya geçti.
Kim bilir belki de Milli Güvenlik Kurulu'nun tavsiyesi bu hızlı değişimde, hareketlilikte rol oynamış olabilir.
Ama her neyse gelinen nokta önemli.
O kadar önemli ki bu önemi Sayın Cumhurbaşkanı'nın şu sözlerinde görüyoruz:
"İki turlu seçime karşı çıkmak ülke menfaatlerini göz ardı etmektir. İki turlu olmasın demek ülke menfaatlerinin şakur şukur kurban edilmesi demektir. İki turlu seçim olmazsa azınlığın dediği olur... İşte ben söyleyeceğimi söyledim..."
ABDİ Bey yaşantısıyla örnek insandı.
Dürüst, ilkeli, bilgili, deneyimli.
Ve o bu vasıflarıyla elde ettiği şöhreti, ilişkileri, imkan ve dostlukları yalnızca mesleği için kullanan bir kişi olarak yaşadı.
Bugün etrafınıza bakın. Türkiye'de neden siyasi ve ekonomik çöküntü yaşanıyor?
Ahlaki gerileme içinde olunduğundan değil mi?
Türkiye'de bugün sözüne, objektifliğine güvenebileceğiniz ne kadar insan var?
Dürüst insana; enayi...
YILLAR önce bir kuruluşumuz ödül vermişti.
Yanılmıyorsam "en iyi köşe yazısı" ödülü.
Ve o yazı Bayram gazetesinde çıkmıştı.
Yani yılda bir kere, yani bayramdan bayrama yazılan bir yazı "en iyi yazı" ödülüne layık görülmüştü.
Her ne kadar Mercimek Ahmet, "Eğer maksat eserse mısra - ı berceste kafidir" diyorsa da ve bu yazı o tarife uygun da olsa, o seçim yine de tebessüm uyandırmıştı.
Belki de alana değil verene bakmak gerekirdi...
* * *
İKİ turlu seçim gündemde.
Zaten gündemden hiç düşmedi ki.
En son önceki gün de Milli Güvenlik Kurulu'nda hiç olmazsa yerel seçimlerin iki turlu olması için görüş birliğine varıldı.
Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Demirel "Artık bu konuda hükümetin icraatı beklenecek" dedi. Arkasından da Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları Başbakan'ı ziyaret edince anlaşıldı ki artık top Ecevit'tedir.
Oysa bu top bugüne kadar çok el değiştirdi.
1999 yılındayız. 1991'de bu köşede seçim sistemiyle ilgili bir yazımız şöyle bitiyor:
"Oyumuzu bilerek, tanıyarak vermek ve Meclis'e doğrudan doğruya kendi irademizle adam yollamak istiyorsak sakıncaları izale edilerek 'iki turlu, dar bölge' en iyisi gibi görülüyor. 20 Ekim'den sonraki iktidarın ilk işi bu olmalı."
TÜRKİYE'de normalleşmenin bir adı da 28 Şubat sürecinin son bulması.
Ama 28 Şubat süreci durup dururken mi doğdu?
Ona davetiye çıkartanları tüm Türkiye biliyor.
Peki bunun böyle olması sürecin sonunun gelmeyeceği anlamına gelir mi?
Hayır.
O sürece davetiye çıkartanlar ve işbirlikçileri normale avdet ederlerse Türkiye de normalleşir, yani 28 Şubat süreci biter. Bitmelidir de...
* * *
GEÇEN gün Başbakan'ın gazetede beş sütunluk, yani büyük bir resmi vardı.
Resimaltı başlığı da şöyleydi: "ABD'nin amacını bilmiyoruz."
Başbakan şunları söylüyor: "ABD'nin Irak politikasındaki belirsizliği gidermek için Dışişleri Bakanlığı çalışma başlattı. Irak'ta yeni bir savaş tehlikesi var. Biz bu durumdan kaygı duyuyoruz. Kaygımızın asıl nedeni ABD'nin Irak politikasındaki belirsizlik. ABD'nin amacı nedir bilemiyoruz." ABD bizim dostumuz. O nedenle Irak'ı İncirlik'ten de vuruyor. Bağdat, özellikle Ecevit'in Başbakan olduğu bir dönemde Ankara'nın bu tutumunu anlayamıyor. Ama olayın pek de anlaşılmayacak bir yanı yok. Türkiye'nin dünyada belki de tek dostu, dayanağı kaldı; ABD. Bakın Avrupa Birliği neredeyse unutuldu. "Girdik", "giriyoruz" derken AB'nin tamamen dışında
GEÇ de olsa anlaşıldı ki Türkiye ekonomisinde bir yara da; "bankalar."
Şimdi bankacılık sisteminin, geçirilen tecrübelerin ışığında, yeni kurallara bağlanması bekleniyor.
Bakkal dükkanı gibi banka açışlar önlenecek.
Banka sahiplerinin mevcut yasal sınırlamalara meydan okurcasına veya muvazaa yoluyla bankalardaki parayı kendi işlerinde, şirketlerinde kullanmalarına engel olunacak.
Böylece bankaların içine düştükleri likidite sıkıntısına da çare bulunmuş olacak.
Devlet güvencesine dayanıp yüksek faizle mevduat toplayarak hem haksız rekabete yol açmalarına hem de ekonominin temelini bombalamalarına meydan verilmeyecek.
Belki Mevduat Sigorta Fonu'na da sınır getirilecek.
AVRUPA sağının yöneticileri İstanbul'da bir araya geldi.
Onların derdi, neredeyse Avrupa ülkelerinde iktidarda sağ kalmaması, Avrupa'nın sollaşması.
Toplantıya katılan İsveç'in eski Başbakanı Carl Bildt toplantının özetini şöyle ifade etti:
"Avrupa'da sağ içindeki bütünleşme çabası ile merkez solun 'üçüncü yol' diye tanımladığı İngiltere'de Blair ile Almanya'da Schröder'in temsil ettiği yeni politikaların eleştirisini yaptık."
Toplantının ardından yayımlanan bildiride de şu noktalar dikkat çekiciydi:
"Ücüncü yolun yönü belirsiz. Güdümsüz bir füze gibi tehlikeli. Avrupa solunun neyi hedeflediği belli değil. Dedikleri başka, yaptıkları başka.
AB'nin önemli bölümü solun iktidarında. Yeni sol artık eskiden sağa ait olan yumuşak bir dil kullanıyor, ama her an eski baskıcı alışkanlıklarına dönebilir, kamu harcamalarını patlatabilir, müdahaleci olabilir, aşırı borçlanmaya gidebilir.