EREZ, 18 Nisan için gelmiş gibi görünüyor, ama 2000 yılına kadar kalacakmış gibi hazırlanıyor.
Önce bakanların sayısını 24'e indirmeyi düşünüyor.
Böylece daha dinamik ve mütecanis bir kabine oluşturmayı planlıyor.
Ve bu kabine ile girişilecek işler sıralanıyor.
Hukuk reformu, yargı reformu.
Organize suçlarla mücadele mevzuatı.
Türkiye'nin uluslararası hukuk sistemine entegrasyonunu sağlayacak düzenlemeler.
YALIM Erez'in temasları pazartesi başlıyor.
Ecevit'le geçen 20 günden sonra bu ikinci denemenin hızlı ve olumlu bitmesinde yarar var.
Ama Yalım Erez'in liderlerle hemen temasa başlamayarak daha işin başında 4 gün kaybetmesi dikkat çekici.
Erez kendisine şunu düşündüren imalar da almış olabilir:
45 günlük normal hükümet kurulma süresi 10 Ocak'ta bitiyor. O tarihe kadar güvenoyu alacak bir mutabakat sağlayamazsa Anayasa'nın emri olan geçici seçim hükümetini kurma görevi de kendisine verilecektir.
O zaman güvenoyuna ihtiyacı da olmayacaktır.
Böyle bir durum varsa Erez temasları için acele etmeye gerek de görmeyebilir.
ABD Başkanı Clinton'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Sandy Burger'ın sözleri ilginçti.
Onun sözlerinden ABD'nin Saddam'sız bir Irak'ın peşinde olduğu bir kez daha anlaşılmıştı.
Bu açıklama bundan aşağı yukarı on gün önceydi.
Önceki gün de ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright buna benzer bir açıklama yaptı.
Ve ABD Iraklı muhaliflerle görüşmelere başladı.
Bu görüşmelere Kürtler de dahil.
Şimdi anlaşılan o ki Washington, uzaklaştıramadığı Saddam'ın Irak'ını parçalamayı düşünüyor.
UZLAŞMAZLIĞI ilke haline getirdik.
DYP Genel Başkanı'nın dünkü açıklaması bunu bir kez daha ortaya koydu
Çiller hükümeti kurma görevinin kendisine verilmesini istiyor. Başka birini desteklemeyecek.
Bu demektir ki, normal yollardan bir hükümet çıkartmayı bu politikacılar, daha doğrusu bu liderler beceremiyor, uzlaşamıyor. İş kalıyor sırf Cumhurbaşkanı'nın takdirine ve seçimine...
Yıllardır Türkiye'de bir slogan var:
"siyasi istikrar."
Aslında bunun slogan olmakla falan ilgisi yok, ama bizde öyle oldu.
1981 yılında Mitterrand'ın Fransa'da iktidarı almasının ardından art arda bütün Güney Avrupa ülkelerinde sosyal demokratlar iktidara geldiler. İspanya'da Gonzalez, Portekiz'de Soares, İtalya'da Craxi ve Yunanistan'da Papandreu. Bu siyasi dalgadan Türkiye sosyal demokratları nasiplerini alamadı. Bugünse Avrupa Birliği ülkeleri, İrlanda ve İspanya dışında, tümüyle sosyal demokratlar tarafından yönetiliyor. 21. yüzyılın eşiğinde demokratik sosyalizm Avrupa'da iktidar oldu. Böylesine yükselen bir dalganın, üstelik içinde bulunduğu siyasi, sosyal ve ekonomik durum nedeniyle de Türkiye'yi etkilememesi mümkün mü? Bunu Ecevit'e ve Baykal'a sormak lazım.
Ve o soruyu sorarken Avrupa'nın üç önemli ülkesini yöneten üç önemli sosyal demokrat başbakanın sözlerine de bakmak lazım. Bizimkilerin konuları neler, Fransa Başbakanı Lionel Jospin, İngiltere Başbakanı Tony Blair ve Almanya Başbakanı Gerhard Schröder'in konuları neler, nelerden söz ediyorlar, nelerle meşguller...
Yayın hayatına yeni başlayan İdea politika dergisinden çok kısa alıntılarla görelim:
TÜRKİYE'de açıklık yok.
"Gözlerimin içine bak ne dediğimi anlarsın" gibi bir durum var.
Ama bazıları bunu kabul etmiyor, her şey normalmiş gibi davranmak istiyor.
Bazısı ise kabul ediyor, ama gereğini yapamıyor.
Bu durumun adı "28 Şubat süreci."
28 Şubat süreci hükmünü icra ediyor.
Örnekleri çok ama, bu konuda en son beyana, Başbakan Yılmaz'ın Cumhurbaşkanı'yla görüştükten sonra ANAP Grubu'ndaki şu sözlerine dikkat edin:
ECEVİT'in korktuğu oldu.
Baykal; "DSP'nin tek başına kuracağı bir azınlık hükümetine destek vermeyeceklerini" belirtti. "Azınlık hükümetine CHP de katılsın. CHP - DSP koalisyonu olsun, destek verelim" dedi.
Dünkü buluşmadan önce Ecevit; "CHP'nin koalisyona katılma önerisinin bir kutuplaşma anlayışı getireceğini ve bu bloklaşmanın tehlikeli olacağını" söylüyor ve karşı çıkıyordu.
Baykal ise dün Ecevit'e bu istenmezi teklif etti:
"CHP, azınlık hükümetini destekler, ama katılarak."
* * *
TÜRKİYE'nin sancısı bölünmüşlük.
SİYASET, hükümet, ekonomi diye kapsamlı ve Türkiye'de hiç önemini kaybetmeyen konular arasında halkın günlük yaşamıyla çok yakından ilgili başka sorunlar kaynayıp gidiyor.
Son günlerde trafik, özellikle de İstanbul'un trafiği geniş bir şekilde ele alındı. En kapsamlısı Milliyet'te olmak üzere üç medya kuruluşunda tartışıldı.
Bir İstanbullu olarak bu tartışmalara sevinmemek mümkün değil.
Bilim adamları, yetkililer ve kendisini yetkili ve bilgili sayanların konuyu ele alması tabii ki çok yararlı. Uygulamacılara ışık tutuyorlar. Onların bir bakıma işlerini kolaylaştırıyorlar.
* * *
AMA biz gazeteciyiz ve hayatı İstanbul kaldırımı çiğneyerek geçen bir vatandaşız.
O gözle bakınca İstanbul'un ulaşım sorununa çözümleri ikiye ayırmadan edemiyorum.