"ENFLASYON canavarı, köpek yavrusuna dönecek."
"Enflasyon 1998 yılı sonunda yüzde 15 olacak."
Bunları geçen eylülde Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Güneş Taner söylüyordu.
Kasımda söyledikleri de umut vericiydi:
"Ekonomi beş ayda toparlanmış, borsa dalgalanmaları dışında bir tepki vermemişse bu başarımızdır."
İşte ekonomik başarının balonu bir yılda patladı.
Bugün iş dünyası, daha doğrusu Türk ekonomisi kan ağlıyor.
TÜRKİYE'de yaşanan dehşeti bir kadın gözler önüne serdi.
Kumarhaneler kralı Ömer Lütfü Topal'ın Dışişleri Bakanı konumundaki Aliye Kara.
Onun anlattıkları bugüne kadar duyduklarımın en tüyler ürperticisi.
Bunu benim saflığıma verebilirsiniz, ama böyle.
Kadının dedikleri doğruysa Anraka'da en üst düzeydeki bazı bürokratlar bu mafya liderinden maaş alıyor.
Bazısı onun verdiği evde yaşıyor.
Bazısı onun otomobilini kullanıyor.
72 kişinin devlet sanatçılığı ilan edildi.
Allah artırsın.
Sanatçı millet olduğumuz nasıl belli olacak?
İşte böyle.
"Kendinden menkul" derler ya bizim sanatçılığımız da öyle...
Oysa "nedret" diye bir şey var. Nedret; kıymet ifadesidir.
Nadir olan kıymetli olur.
TÜRKİYE için son günlerin en kritik siyasi buluşması dün yapıldı. Sonuç yok, ama umut da yok demek yanlış olur.
Çiller'in Ecevit'in önerdiği "ANAP + DYP + DSP hükümeti"ne sıcak bakmadığı, ama hemen ret de etmediği anlaşıldı.
Ecevit'in; "ANAP + DYP hükümetini kurun, isterseniz biz dışardan destekleriz" diye ortaya koyduğu ikinci öneriye de Çiller'in aynı şekilde soğuk baktığı, ama onu da hemen dışlamadığı açıklandı.
Çiller, iki öneriyi de DYP Genel İdare Kurulu'na, daha sonra da gruba götürüp ya yarın öğleden sonra ya da perşembe günü Ecevit'e kesin cevabını verecek.
* * *
BULUŞMADAN sonra dün Çiller'in yaptığı basın toplantısında öyle bir hava vardı ki, insan "madem Ecevit'in iki önerisine de bu derece soğuk bakıyorsunuz, öyleyse neden hemen ve kesin şekilde reddetmiyor da yetkili kurullara götürüyorsunuz?" demeden edemezdi.
Ama kesin ve hemen ret olmaması olumlu bir kapı aralığı da sayılabilirdi.
"TÜRKİYE'nin normalleşmesi gerek."
Çoğunluk bunu ifade ediyorsa, normal dışı bir durum var demektir.
Peki; hem Demirel var, hem Yılmaz var, hem Kutan var, hem Çiller var, hem Ecevit var, hem Baykal var, ama Türkiye'de bir de anormallik var.
Zaruret anormali normal kılar, dememeliyiz.
Durum normale nasıl çekilecek, kim çekecek, onu saptamalıyız.
Yukarıda adını saydıklarımız değil mi?
Normali kaybettiysek onların yüzünden kaybettik; şimdi onların yeniden Türkiye'yi normalleştirmeleri lazım.
TÜRKİYE'nin başına ne geliyorsa politikacıların çifte standardından geliyor.
Her parti kısa vadeli, konjonktürel hesaplar peşinde koşuyor; kalıcı, uzun vadeli çareler düşünülmüyor.
Örneğin; parlamento 1995 seçimlerinden bu yana zamanını çok kötü kullandı. Sistem için hiçbir şey yapmadı.
Bu tutum; bir üç yıl daha olsa, bu üç yılın da boşa geçirileceğine karine teşkil ediyor.
Örneğin 1995 seçimlerinde milletvekili adaylarını partilerin genel başkanları seçti. Genel merkezler bile değil.
Bu çok eleştirildi. Ama parlamento yeni bir seçim yasası yapıp bunu değiştirmedi, düzeltmedi.
Türkiye'de halkı seçime katan bir seçim sistemi lazım.
HÜKÜMET seçenekleri süzüle süzüle üç ihtimalli sonuca geldi dayandı:
1- ANAP + DYP + DSP hükümeti.
2- Geniş tabanlı hükümet.
3- Cumhurbaşkanı'nın tayin edeceği geçici hükümet.
Uzun ve sıhhatli bir deneyime de sahip olan güvenilir siyaset adamı Ecevit, bu aşamada Fazilet Partisi'nin Türkiye'de başrolü oynamasına imkan olmadığını ima ediyor.
Meclis'teki sandalye sayısı üstünlüğüne rağmen FP ağırlıklı bir hükümetin, bu hükümet "geçici hükümet" de olsa kabul edilemeyeceğini izaha çalışıyor.
Bu, 28 Şubat sürecinin devam ediyor olması demektir.
TV yoktu, spor müsabakaları radyodadan anlatılırdı.
Rahmetli Eşref Şefik güreşleri izler, naklederdi. Sonuç bildiren kısa bir cümlesi vardı; "kendi oyunuyla tuş oldu."
Türkiye de öyle. Hep kendi oyunuyla tuş oluyor.
Hükümet, Türkbank nedeniyle düşürüldü.
Bu kritik dönemde düşürülmeyip, hesaplaşma ertelenebilirdi.
Olmadı.
Başbakan'ın ihaleye iyice bulaştığı ortaya çıktı.