‘Kürt açılımı gündemi teşkil eden en uzun konu oldu. Adı değişse de, demokrasi açılımı, terör sorunu vs. olsa da.
Bu isim değişimini rahatça belirtebiliyoruz. Çünkü konunun sözcülüğünü yapan İçişleri Bakanı Beşir Atalay bile önceleri “Kürt açılımı” derken artık “Terör sorunu” diyor.
Şimdi bu açılım konusunun Meclis’te tartışılması bekleniyordu ama Başbakan onu geriye itti.
Ama bunu sorun halinde Türkiye’nin gündemine getiren Erdoğan, muhalefeti de bu konuya ortak yapmak istiyor. Yani riski paylaşmak düşüncesinde.
Önce TBMM’de gizli görüşmeden söz eden Başbakan, şimdi açık görüşmeye razı olduğunu da ifade ediyor.
Oysa niye gizli?
Gizlilik zamanı geçti, artık açıklık zamanı değil mi?
Okullar bugün açıldı, yani yeni bir eğitim dönemi başladı.
Ülkelerin belli başlı konulardaki politikalarında istikrar olur.
Mesela, milli eğitim politikası öyle ikide bir değişmez, değişmemelidir.
Bizde öyle mi?
Bakın şu manzaraya:
Avni Akyol, ortaöğretim kurumlarına, yıllardır sözü edilen ama bir türlü uygulanamayan “Kredi ve Ders Geçme Sistemi”ni getirdi. Sistem birdenbire bütün okullarda uygulamaya sokuldu. Ama altyapısı uygun olmayan okullarda sistemin menfi faturası öğrencilere çıktı.
Akyol, gençlere iş sahası yaratmayı amaçlayan LİMME projesini de uygulamaya koydu. Ancak, bakanlığı ortalama iki yıl süren Avni Akyol’un icraatları, Milli Eğitim bakanları değiştikçe budandı, budandı sonra da kaldırıldı.
İstanbul’un sahipsiz olduğu anlaşıldı. Sel, hadi tabi afet diyelim, ya sonrası?
Trafik polisi yok, yağmacıları önleyecek devlet yetkilileri yok.
O dereleri kim ıslah etmedi?
O dere kenarlarına inşaat iznini kim verdi? Veya kim, ne karşılığı göz yumdu?
İstanbul modern bir şehir diyorlar. Yalan. Gidin bakın Maslak gökdelenleriyle “Manhattan” oldu.
Peki bu Manhattan’ın altyapısı nerede?
Sabahları araçla Maslak’tan geçmek için daha 4. Levent’ten kuyruğa giriyoruz.
Herkes “uzlaşma” arıyor. Ama herkesin “uzlaşma”sı kendine göre. Yani başka başka. TV’lerdeki konuşmalara bakın ve bu çeşitliliği görün.
Ama bu birçok “uzlaşma”yı iki grupta toplamak mümkün.
“Türk bayrağı ve İstiklal Marşı’nı reddedenler, federasyon isteyenler, Anayasa’da Kürt kelimesi olsun, iki uluslu bir topluluk, bir devlet olalım, Kürdistan iç işlerini Ankara’ya bağlı olmadan çözmeli.” Bunu açık gizli DTP istiyor.
Yani, “Türkiye’de 20 milyon Kürt var” deyip 72 milyondan ancak 1-2 milyon oy alabilen DTP. Her şeyini PKK’ya ve Abdullah Öcalan’a bağlayan, yani diktatöre bağlayan!.. Sözde demokrasi savunucusu hür bir parti!..
Ve TV’leri izlemeyen, yani bu görüşleri birinci ağızdan duymayanların maksatlı, maksatsız ahkâm kesmeleri, tahrikleri...
* * *
Güneydoğu için, “ayrı bir devlet” isteyen var da, yeni bir kalkınma hamlesi ve feodal düzenin kaldırılmasını isteyen yok.
Yurdumuzda okuma-yazma oranı hızla yüzde 90’ları aşıyor. Üniversite sayımız çok arttı. TV’lerimiz var. Dünyayı yabancı TV’lerden de izleyebiliyoruz.
Yurtdışında bile yatırımlar becerebilen bir teşebbüs gücüne sahibiz. Devletçilikten karma ekonomiye, oradan serbest piyasa ekonomisine geçtik. Padişahlıktan tek partiye, oradan çok partili düzene vardık.
Nüfusumuz 72 milyona ulaştı. Vatandaşlık, demokrasi ve yönetim tecrübelerimiz pekişti. Bölgemizde ve dünyada iyi sayılacak bir yerimiz var.
Peki hâlâ darbeden bahsetmek ayıp olmuyor mu?
* * *
OSMANLI bir bakıma asker devletti. Asker olmak özel olmak demekti. Kızları zabite vermek övünç sebebiydi. Devlet adamlarının çoğu paşaydı. Cumhuriyet döneminde de milli kahraman olarak hep askerler, paşalar var oldu. Türkiye sivil bir milli kahraman çıkaramadı. Bu süreç askere olan güveni pekiştirdi. Düşmana karşı vatanı koruyan askerin iç tehlike halinde yönetime el koyması olağan karşılandı, bazılarınca teşvik bile edildi. İç Hizmet Kanunu’na, Silahlı Kuvvetler’e “Türkiye Cumhuriyeti’ni kollamak ve korumak görevi” veren madde girdi.
* * *
Türkiye hızla değişiyor. Aydınlardaki, sıradan vatandaştaki değişim ülkenin geleceği açısından umut veriyor.
Toplumumuz “evet efendim”cilikten, “salla başını, al maaşını”cılıktan kurtuluyor. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın”, “Köprüyü geçene kadar ayıya dayı demeli” gibi çifte standartlar geride kalıyor.
Aydın, bürokrat, sendikacı, halk hepsi, “Türkiye’de artık darbe olamayacağını, olursa direneceklerini” söylüyorlar.
Peki, “Her demokrat kafalı aydının böyle düşünmesi, böyle davranması gerekmez mi?” denilebilir. Ama yakın geçmişte tam aksini gördüğümüz, yaşadığımız için, şimdiki bu ortak tutumu sevinçle karşılıyoruz.
Hatırlayacaksınız, 12 Mart’tan sonra Silahlı Kuvvetler muhtırasına ilk olumlu bakış işçi kuruluşu olan, o zamanki DİSK’ten gelmişti. 13 Mart’taki DİSK bildirisi özetle şöyleydi:
“DİSK, Atatürk devrimlerinin ve Anayasa ilkelerinin korunmasında, uygulanmasında ve geliştirilmesinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yanında olduğunu belirtmekten kıvanç duyar.”
Türk-İş de 14 Mart’ta bir bildiriyle görüşünü özetle şöyle açıklamıştı: “...Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ortada hiçbir sebep yokken müdahale ettiğini söylemek mümkün değildir... Bu durum karşısında Türk Silahlı
AKP iktidarda olduğu 7 yılda Türkiye’de onarılması zor yıkıntıya neden oldu.
72 milyonu bölük pörçük hale getirdi.
Onun vizyonu bu devleti bu milleti teslim aldığı noktadan daha ileriye götürmeye, daha mutlu etmeye yetmedi.
Bunları herhalde tarih yazacak.
AKP adil, bütünleştirici ve kalkınma hamlesi içinde olabilirdi. Türkiye, dünyada ve bölgesinde büyük devlet haline getirilebilirdi.
Bunun için AKP’nin en büyük avantajı tek başına iktidar olmasıydı. Heyhat, o bu imkânı boşa harcadı.
Ona tek başına iktidar olmak yetmedi, o, dikensiz gül bahçesi yaratma peşine düştü. Bu onun düşüşe geçmesine, muhaliflerin çoğalmasına neden oldu.
Güneydoğu sorunu. Ben kendimi bildim bileli bu sorun var.
11-12 kalkınma planı bu bölge için yapıldı. Ama bu sorun bugün artık iktisadi bir sorun, kalkınma sorunu olmaktan çıkarıldı.
Güneydoğu sorunu, AKP sayesinde, günümüzde “Kürt sorunu”, yani etnik bir sorun haline getirildi.
Artık bundan dönüş olamaz. Bu sorun nereye varır, federalizme mi, ademimerkeziyetçiliğe mi, bölünmeye mi, ömrü olan görecektir. Ve bu sorunun, şöyle veya böyle çözümünün sevabı da günahı da AKP’nin olacaktır.
ABD Irak’ın Kuzey’inden çekilirken ve PKK müdafaasız kalırken AKP’nin yaptığı yanlış hesaptır.
Niye böyle karamsarız? Niye, kendi kendimize gelin güvey oluyoruz?” diyoruz.
Çünkü, Ahmet Türk’ün 27 Temmuz’da Sabah gazetesinde çıkan şu cümlelerini okuyoruz: