Kafkas tebeşir dairesi

10 Ocak 2002


<#comment>Öykü Berthold Brecht’den...
Spor sayfalarındaki yabancı isim bolluğunda yanlış anlamalara meydan vermemek için, - bilenlerden özür dileyerek - bir not düşelim; bu Brecht, ofsaytın ne olduğunu bile bilmezdi, ama iyi yazardı.
İşte onun, Kafkas Tebeşir Dairesi adındaki ünlü oyununun ana teması:
Küçük Michael yetim...
Bu da yetmezmiş gibi, anası da biraz vicdansız olmalı ki, onu ancak vali babası ölüp, büyük arazilere sahip olduğunda anımsıyor. Michael’a miras kalan geniş toprakları ele geçirmek için, çocuğu canı pahasına büyütüp yetiştiren Grusha’nın elinden almak istiyor.
Adil yargıç Azdak, yere tebeşirle bir daire çizdiriyor. Michael’ın birer koluna yapışan iki kadına, "Dairenin dışına çıkaran ona sahip olur" diyor.

Yazının Devamı

Küfür hastalığı

27 Aralık 2001


<#comment>Ligin ilk yarısı "futbol adına" onurlu ve müthiş bir mücadele ile sona erdi. İşin başında, "Küfürbazlar"ın organize atakları karşısında "gömülü alan savunması" ile direnmeyi tercih eden Federasyon, MHK, Hakemler ve Futbolseverler, devrenin sonlarına doğru toparlandılar, kombine ataklarla rakibin soluğunu kesmeyi becerdiler.
İkinci yarıda, dananın kuyruğu kopacak sayın seyirciler.
Eğer kimse, "küfür her yerde var", "yasak olan küfürün ölçüsü ne kadar" gibi tribün yalakalığına gönüllü olmazsa, daha da çabuk olacak ama, "içimizdeki eyyamcılar" arada sırada şanslarını deniyorlar.
Onları, gelecek nesiller "bir iki okur, birkaç reyting puanı, bir devre daha yönetim koltuğu, birkaç ay daha teknik adam maaşına şerefini rehine verenler" olarak anacaklar.
Bu işin "kıvırması olmaz" değerli arkadaşlar... Türkiye’de cinayet de işleniyor, hırsızlık da yapılıyor, rüşvet de alınıyor... Yakalanan sanıkları mazur mu göreceğiz her yerde var diye.
Bir de ekonomik koşulları bahane olarak gösteriyorlar... Yani, krizle birlikte işini gücünü yitiren adam, gelip tribünde deşarj oluyormuş!..

Yazının Devamı

Yazık oldu Yozgat'a

24 Aralık 2001


<#comment>CANSUN ile Altaylı'nın üfürdüğü barış rüzgarları, tepesinde asılı duran kara bulutları biraz olsun dağıtmıştı, ama Yozgat'ta tipi olup yağıyordu kötü kaderi Galatasaray'ın.
Bir gün önceki çeyrek saatlik "negatif maç"ta renkler iyice tersine dönmüş, çizgiler kömür karasına, çimenler kar beyaza bürünmüş, Galatasaray'ın forması sarı, futbolcuların rengi kıpkırmızı kalmıştı. Bu badireden Galatasaray'ı çok şikayet ettiği kar kurtarmıştı.
Ama birşey değişmedi.
A Takımı'na sakat ve cezalı forması giydiren Galatasaray'ı asıl ürküten; Fenerbahçe ile paralellik gösteren puan kaybı geleneği yine devredeydi.Sanki aynı yerden ikinci kez ameliyat oluyormuşcasına sıkıntılı çıktı sahaya Galatasaray.
Allah'tan Abdürrahim Albayrak'ın karizması Yozgat'a kadar uzanmıştı da, onun şahsında bol bol alkış aldı tribünlerden. Elit'in alaylarına karşı Türk futbolunun Reha Muthar'ı olma yolunda hızla ilerliyor Albayrak.
Galatasaray ise şaşkın halde.

Yazının Devamı

Kayyum mu yönetsin ?

20 Aralık 2001


<#comment>Bir de ben anlatmayayım, zaten gına geldi herkese... Fenerli’de, Beşiktaşlı’da gülecek hal, Galatasaraylı’da moral kalmadı.
"İlahi Komedya"nın futbol versiyonu, Dante’yi bile kıskandırırdı yaşasaydı...
Ve Galatasaray Yönetim Kurulu tam anlamıyla "yolun ortasında" kaldı.
Acaba siz de gördünüz mü o enstanteneyi:
Mekan; Abdurrahim Albayrak’ın işyeri...
Aziz Üstel "hayli yorgun, ağlamaklı" çehresine yerleştirmeye çalıştığı acı bir tebessümle Lucescu’nun omuzuna atıyor kolunu, "biz" diyor, "iki sene daha hocamızla çalışmak istiyoruz"...

Yazının Devamı

Kore Türküsü

13 Aralık 2001


<#comment>"Ankara’da yedim taze meyvayı
Boşa çiğnemişim yalan dünyayı
Ankara’da yakın benim künyeyi"
* * *
Ankaragücü yenilgisi ardından Galatasaray’ın yaşadıklarını "üç cümlede özetle" deseler, bundan iyisi can sağlığı. Halbuki, bu dizeleri yüz yıl önce doğan büyük usta Nazım Hikmet tam 50 yıl önce yazdı.
İşin ilginç yanı, şiirin adı:

Yazının Devamı

Başkent memuru

10 Aralık 2001


<#comment>KORKUNUN fişini çekmiş, kompleksi suya atmış, Avrupa'nın suyunu içmişti Galatasaray.
Meteor krateri gibi Nou Camp uçurumundan sıçrayıp çıkan bu takıma Başkent'te görevini memur rölantisine aldı diye kızabilir miyiz ?Evet... Hem de pasaportsuz akranlarından daha çok.
Fen dersinden on çekip, sosyal sınavında dalga geçen yüksek IQ'lu bir haylaz gibi Galatasaray. Potansiyelini canı isterse kullanıyor. Yurttaşlık bilgisinden çakınca yabancı dildeki tam puanlarını gösteriyor.
Sergen mi Galatasaray'a uydu, Galatasaray mı Sergen'e benzedi, bilinmez.
İlk yarıda Galatasaray'ın "ne gibi" oynadığını kimse çözemedi ama, Ankaragücü Barcelona önündeki Galatasaray gibiydi. Adım attırmadılar orta sahada konuklarına. Gol bölgesinde ise nefes bile almak yasaktı. Murat Sözkesen'i Kaptan Hakan, Ümit Karan'ı Burak, Arif'i Gökmen ile kilitleyip dalga dalga yağdılar Cim - Bom'un kalesine. Arada bir formanın hatırına Ankaragücü kalesine şut çeken Galatasaraylı olursa, onu da kaleci Rüştü'nün kısa saçlı versiyonu Zafer bekliyordu.
Galatasaraylılar, yeni bir reçete için Lucescu'ya bakıyorlar, hoca tırnaklarını yiyordu.

Yazının Devamı

Olacağı buydu

6 Aralık 2001


<#comment>İnceldiği yerden koptu... Çünkü "o nazik denge" bozulmuştu.
Türk Futbolu’nun iki süper gücü - ki, üçüncüsü büyük bir diktatörün ardından "glasnost" ve "perestroyka" söylemlerine ümit bağlamış, eylemde yaşadığı hayal kırıklığı ile uzun zamandır toparlanamamış; yeni devrimlere gebeydi - yine ince bir patikadaki iki koç gibi karşı karşıya kalmışlardı...
Başka da yol yoktu.
Fenerbahçe şampiyon olmuş, ama Galatasaray’ın Avrupa’da becerdiği yayılmacı politikaya öykünmeyi bile başaramamıştı.
Galatasaray ise elde ettiği tüm şan ve şöhrete karşın, rakibinin parasal rahatlığı ile gayrımenkullerine gıptayla bakmaktaydı.
Türkiye Kupası’nı bile "angarya" görecek kadar Avrupalı rakibini, bir tek alanda "sıkıştırabilirdi" Fenerbahçe; o da Lig...

Yazının Devamı