Erdoğan, halkının büyük çoğunluğu Müslüman olduğu için Türkiyenin AB üyeliğine kuşku duyanlara, şu mesajı veremez mi?"Ben Türkiye Başbakanıyım.Hür demokratik seçimlerle göreve geldim.Partim, parlamentoda Anayasayı bile değiştirecek çoğunlukta.Ama çocuklarımı, başları örtülü oldukları için Türkiyedeki okullarda, üniversitelerde okutamıyorum.Yurtdışında okuyorlar.Eşimin de başı örtülü.O nedenle bazı kamusal alanlara giremiyor, örneğin Cumhurbaşkanlığı davetlerinde bile bulunamıyor.Bazı bakan, milletvekili arkadaşlarımın eşleri de aynı kısıtlama kapsamındalar.Örneğin, Dışişleri Bakanımız Abdullah Gülün eşi...Şimdi soruyorum...Türkiyede laisizmin gücünü ve kurumlaşmış olmasını bu simgesel durum, hiçbir kuşkuya alan bırakmayacak kadar net kanıtlamıyor mu?Türkiyedeki laisizm, belki Avrupadan da ileride.Zaman zaman bana acı veriyor olsa da, yaşamakta olduğum bu örneği, sizinle Türkiye gerçeğini vurgulamak için paylaşıyorum." Çok aykırı gibi görünebilir ama "başörtüsü/türban" Başbakan Erdoğanın elinde güçlü bir karta dönüşebilir diye düşünüyorum. 9. Cumhurbaşkanı Demirelden - belki daha önce de yazmış olabilirim - bir anıyı tazeleyeyim.Bir söyleşimizde "Hiç kimsenin hanımefendisini,
Cevap:"Evet... Kesinlikle evet..."Başbakan Erdoğanın dün konuştuğu Fransa Maliye Bakanı Sarkozy hakkında "net" referans, yukarıdaki satırlarda yansıttığım "soru/cevap"tır.Sarkozy, Cumhurbaşkanlığı seçimine adaylığını koyacağını, kıvırmadan açıkça söylemektedir. Parti Genel Başkanı değil, Başbakan değil ama Fransa Başkanlığı için gene de en güçlü aday.Diğer özelliklerinin yanı sıra Sarkozyye büyük destek "güvenilir" olması nedeniyle.Düşünceleri, mantığı - bazılarına katılmasak da - gerçekçi... Söylemleri, mantık dokusuna dayalı...Açık konuşuyor.Müthiş etkili.Fransanın kanaat önderi... TV röportajı... Soru: "Aynaya baktığınızda, kendinizi yakın geleceğin Fransa Cumhurbaşkanı olarak görüyor musunuz?" Başbakan Erdoğanın da Pariste siyasetçilerden sadece onunla konuşması bu nedenlerle olmalı.Sarkozy, Türkiyeye ABden üyelik müzakereleri başlama tarihi verilmesine serin bakmakta.Onu kazanmak, Fransa düğümünün çözülmesi için önemli...İktidar çoğunluğu, geleceğin başkanı olarak görülen Sarkozyden etkileniyor.ABDnin Washington Post gazetesi, "Açık sözün Fransızcası" başlığı altında bir makaleyle onu anlattı.Türkiyeyi çok yakından ilgilendiren "Sarkozynin İslama bakışını da" ortaya
Bu kurum, küresel saygınlığı olan bir think tank...Fransanın kanaat önderlerinin katkıda bulundukları ve izledikleri İFRİnin 25. kuruluş yıldönümünde onur konuğu olmak, şu duyarlı süreçte stratejik önemde.Ama...Öyle olmasaydı bile Türkiye için güzel...Toplantı, 1900lü yılların başında, empresyonist ressamların yapıtlarının sergilendiği eski ve görkemli garda düzenlendi.Eski gar, artık Muse dOrsay adıyla gezegenin en prestijli sanat mabetlerinden biri. Türkiye, Fransız düğümünü çözme çabasında... Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Fransanın en itibarlı kurumlarından (Fransa Uluslararası İlişkiler Enstitüsünün = İFRİ) "onur konuğu" olarak Pariste. Erdoğanın, böyle bir sanat mabedinde kanaat önderleri arasında küresel önemdeki İFRİnin vitrininde görünmesi, - iyi kullanılırsa - ciddi bir kamuoyu oluşturma şansıdır.Medyanın ilgi odağı olacaktır.Ancak...Vitrinin içi de iyi dolmalıdır.Erdoğan, Fransanın ve Avrupanın medya ordusu tarafından soru yağmuruna tutulacaktır.Hiç açık vermemeli...Sorular kuşku duyulmasın ki, "İslam, siyaset, Erdoğanın dine dayalı eski referansları, Fransanın çok duyarlı olduğu ve okullarda yasaklama getirdiği başörtüsü/türban ve fırtınalar kopartan zina" gibi
Çünkü, Almanya nüfusu yaşlanıyor. O nedenle anlaşılan AB ülkelerinde, futbolcu gençler bile ithal oyunculardan oluşacak. Bunu, "nüfus" sorunu bağlamında gerçekleri vurgulayan bir fantezi olarak Sabancı Üniversitesi Rektörü Profesör Tosun Terzioğlundan dinledim. Hasan Bülent Kahramanla "Türkiyenin genç nüfus eksisinden, AB üyeliği için artılar üretmek için eğitim" konulu söyleşisi ilginçti.Almanyanın BUNDESLIGA takımlarına en çok oyuncu veren ülke herhalde Türkiye olur.Ama bu yeterli mi?Sorunun cevabı için bir başka TV görüntüsüne zaplayalım. 20 yıl sonra Almanya futbol süper ligi BUNDESLIGA maçlarında sadece hakemler Alman olacakmış. TV ekranında yakışıklı bir delikanlı ve güzel bir genç kız, cennetten bir köşeyi andıran doğa harikasındalar.Çevrelerinde yemyeşil ağaçlar...Ortada bir göl.Çiçekler, böcekler, kelebekler...Mutlulukla birbirlerine sokulmuşlar.Ve bütün bu güzelliği bozan bir görüntü gelir ekrana...Kanatları, tüyleri alev alev yanan bir yaban kazı, panik içinde uçarak uzaklaşmaktadır.Ardından gene alev almış bir yaban kazı daha...Ve sonra, kanatları, tüyleri alevler içinde her türden kuş sürüleri, acı yüklü sesler çıkararak uzaklara kanat çırpmaktadırlar. Daha birkaç
Fransız Dışişleri Bakanı Michel Barnier, akılcı bir laf etti.Fransa Parlamentosunda Türkiyenin AB üyeliği tartışılırken yaptığı konuşmada şöyle dedi:"Haritaya bakınız. Finlandiya - Paris arasında ne kadar uzaklık varsa, Türkiyenin de Parise uzaklığı o kadardır.Coğrafi konumuna bakıldığında, Türkiye de Finlandiya kadar Avrupadadır.Türkiye, Kopenhag kriterleri ile ilgili beklentilere cevap verir hale gelmiştir.Bu durumda, karar vereceğiz...Türkiye iç sınır mı, dış sınır mı olacaktır?"Michel Barnier bu söylemiyle, çok açık bir mesaj veriyor."Finlandiya mademki, Avrupanın bittiği bir dış sınır değil, tam tersine, Avrupanın onu da içine alan sınırıdır... O halde, Türkiye de, Avrupanın içinde yer alan iç sınır ülke olmalıdır..." Pazar yazıları gününde bir "Pazartesi yazısı..." Fransa Parlamentosunda Türkiye tartışmaları, olumsuz söylemlerle yansıdı.Gerçi, öyle saplantılar yoğundu ve yaygındı.Ama...Kararı, Başkan Chirac verecek.Dışişleri Bakanı da, Chiracın "nabız atışı" gibi görülmeli.Barnier, kürsüden şöyle soruyordu:"Türkiyenin Avrupaya aidiyetini, Fransa daha 1963te De Gaullele birlikte kabul etmişti.Şimdi, yıllar sonra Türkiyeye HAYIR demek sorumluluğunu nasıl üstlenebiliriz?
Zana, "Türkiyedeki Kürtlerin azınlık olmadıklarını" söyledi. "Türkiyenin ABye tam üye olması" dileğini vurguladı."Kürtlere azınlık hakları" ifadesinin, "Azınlıklar" başlığı altındaki satırlarda kaldığı rapora, "net" tavırdır.Türkiyenin kısa süreçte AB yürüyüşündeki engellerini kaldırmıştır."Türkiyede sistematik işkencenin olmadığını ve Kürt yurttaşların AB üyesi demokratik Türkiye içinde çoğunluğun öğesi olarak kalma iradesini yansıtan" söylemleri de Türkiyenin yelkenlerine yan rüzgarlardır.Buna karşılık Zana, bir de "misyon" rolü üstlenmiş görünüyor."Kürtler ve Türklerin Türkiye Cumhuriyetinin kurucu unsurları oldukları" söylemi gündeme taşınmakta.Leyla Zananın konuşmasında bunun işaretleri var.Bu söylem, Türkiyenin orta vadeli AB yürüyüş sürecini etkileyebilir. Leyla Zananın Avrupa Parlamentosundaki konuşması "ince ayarlı" hazırlanmış. Francis Fukuyamanın "TARİHİN SONU" yapıtını dar yorumlamak yanlış olur. "Demokrasi ve küresel ekonomi iddialarıyla artık bir sona varıldığı" gibi sınırlarda kalmıyor Fukuyama...Alt başlıklardan biri olarak "Şiddetin de sonu" algılanmalı.Gerçi...Bin Ladinin El Kaidesi ve İslam adına eylem iddialı diğer terör örgütleri, "şiddetin tırmanışa geçtiği"
Bakınız...Alevi yurttaşlarımızı temsil edenler de, Kürt kökenli yurttaşlarımız adına konuşmak iddiasında olanlar da anında itiraz ettiler:"Hayır... Biz azınlık değiliz. Türkiyenin asli unsurlarıyız."Raporda önerilen, "azınlık hakları" da Alevi ve Kürt yurttaşlarımızın itirazlarına çarpmış ve kırılmış bulunmakta."Lozan Antlaşmasındaki azınlık tanımının yeniden yapılması" gibi gündem maddeleri de düşmekte.İşte Türkiyenin şansı..."Zina" tartışması da sonunda Türkiyenin şansı olmadı mı?Son iki yılda özellikle "Kürt dosyasında" yeni düzenlemeler, gerilimi aşağı çekmiştir.Kan ve silah kültürünü geniş sayılabilecek tabandan uzaklaştırarak çok küçük bir azınlığın zihniyet patikasına itmiştir.Alevi yurttaşlar konusu da, demokratikleşme sürecinde, diyalog kanalları açılırken, geçmiş yıllardaki gibi dokunan elleri yakacak sıcaklıkta değil. AB raporunda, Kürt ve Alevi yurttaşlarımız için "azınlık" deyiminin kullanılması şans olabilir. Kısacası...Niyetin bozuk olduğunu sanmıyorum ama, o satırlarda etki yapan kimilerinin amaçları başka idiyse bile, gene de AB İlerleme Raporu, şu "azınlıklar" lafını tam zamanında ortaya attı.Kürt ve Alevi yurttaşlarımızın örgütlü kurumları tarafından anında
O alemin ilişkileri de hiç ilgimi çekmemiştir... Ancak, gazetede, polis/adliyeye bakan arkadaşlara göre babalardan dışarda kalan başka "as" yokmuş.Demek ki, Türkiyede bir şeyler değişmekte.Buna karşın...O değişimin içten içe direnç odakları da dikkat çekici.Güncel örnek...Sedat Pekerin "kendi iradesiyle" teslim oluşunu acı buluyorum...Gönül isterdi ki, sabaha karşı 03.00te nöbetçi mahkeme tarafından serbest bırakılan Peker ve arkadaşları, daha serbest bırakıldıkları an izlemeye alınsınlar. Attıkları her adım, nerede oldukları, kimlerle bir araya geldikleri ve - açıklanan mahkeme kararında, telefonlarının dinlemeden çıkarılması yer almadığına göre - tüm telefon konuşmaları kaydedilsin. Birkaç saat sonra, savcının itirazı üzerine bir üst mahkeme tarafından haklarında, gıyabi tutuklama kararı alındığı an, Pekerler ve diğerleri, polisi karşılarında bulsunlar...Ama ne yazık ki, Peker, bir TV ile röportaj yapma olanağı bile buldu. Artık teslim olmak üzereyken kendini tutuklattı. Alemin üç büyüğü de artık serbest değil. Çakıcı, Peker, Nuriş... Onları ya da aynı yolun yolcuları diğer ünlüleri(!) tanımam. Nöbetçi hakimin "serbest bırakma kararına savcının itiraz edeceği" biliniyordu.Bu bir