<#comment>#comment>Yılbaşında ABD doları 1.432.500 TL’ye, euro 1.298.500 TL’ye satılıyordu. Euronun satış fiyatı doların satış fiyatının yüzde 90.64’ü idi. Bu orana, "dolar/euro paritesi" deniliyor. Euro paritesi 83.00’lere kadar düştükten sonra dün 99.89’a tırmandı. Açık anlatımıyla dolar fiyatını yakaladı. Bunun anlamı doların çöküşü, euronun tırmanışıdır. Dün dünya piyasalarında iki haber yankı yaptı:
(1) George Soros, doların önümüzdeki kısa sürede değerinin üçte birini kaybetmesinin sürpriz sayılmayacağını söyledi.
(2) Bilançosunu 4 milyar dolara yakın şişirerek sahte kar açıkladığı anlaşılan WorldCom’dan sonra ünlü Amerikan firması Xerox’un da son beş yılda bilançosunu 2 milyar dolar dolayında şişirerek karını olduğundan fazla gösterdiği öğrenildi.
(3) Euro, dolar karşısında değer kazandı. Bir euronun dünya piyasalarındaki değeri doların değerinin 99.89’una tırmandı.
Bir açıklaması ile Rusya krizini, bir başka açıklaması ile Asya krizini ateşleyen George Soros, doların kısa sürede üçte bir değer kaybedeceğine ilişkin tahmininin nedenlerini şöyle açıkladı:
<#comment>#comment>1 Temmuz’dan sonra "asgari ücret" ile çalışan işçinin bir aylık çalışması sonunde cebine net 184 milyon lira para girecek. Ama, asgari ücret ile işçi çalıştıran bir işverenin cebinden her ay (sadece bu ücret ödemesi için) 332 milyon lira çıkacak.
Çünkü işveren işçiye "net asgari ücret" olarak her ay 184 milyon lira asgari ücret öderken, çalıştırmanın cezası olarak devlete 148 milyon lira ödeme yapacak!
Her altı ayda bir asgari ücret yeniden belirlenir. Asgari ücret hem işçiler, hem işverenler için çok önemlidir.
İşçiler için önemlidir, çünkü Türkiye’de çok sayıda işçi "asgari ücret" ile çalışıyor. Bir işçinin ayda 163 milyon lira, 184 milyon lira gibi sınırlı gelir ile yaşamını doğru dürüst sürdürmesi imkansızdır. İşveren için önemlidir. Çünkü, Türkiye’de katma değer içinde işçilik payı çok büyüktür. (500 büyük sanayi kuruluşunda katma değerin yüzde 83’ü ücret ödemesinden oluşur.) Özellikle ihracata dönük iş yapan kuruluşlarda ücret, üretimin ihraç şansını artırmakta veya kısıtlamaktadır.
Hele hele kriz dönemlerinde, birçok firmanın tasarruf arayışında işçi çıkarmaya yöneldiği dönemde asgari ücret işverenler bakımından önem taşımaktadır. Burada
<#comment>#comment>Son beş yılda 20 banka battı. Bunların 3’ü çok ortaklı bankalardı. Diğer 17 banka, 16 müteşebbisin ve sermaye gruplarının bankasıydı. Bu 17 bankanın 15’i, banka sahiplerinin banka fonlarını grupların verimsiz işletmelerine yönlendirilmesi nedeniyle güç duruma düştü.
Bankalardan aktarılan para ile işletmeler verimli hale getirilebilse idi, paranın geri ödenmesi mümkün olabilirdi. Fakat bankadan önce bankanın kaynaklarını emen işletmeleri batmıştı... Bankaların büyük ortakları, bankadan aktardıkları para ile batmış durumdaki işletmelerini yaşatmaya çalışmışlardı. Yapılan yanlış, bankaların sahiplerinin bankalardaki mevduatı kendi kaynağı gibi görmeleri, bu parayı kendi işlerinde istedikleri gibi kullanma cesaretini göstermeleri idi. Bir bankanın batması demek, o bankanın halktan topladığı mevduatı ödeyemeyecek duruma düşmesi demektir. Devlet "halkın zarar görmemesi" için, batan bankalarda buharlaşan mevduatın eksiğini tamamlıyor ama, kimin kesesinden tamamlıyor? Halkın kesesinden...
Batan bankada, halkın gönüllü tasarrufları (mevduatı) banka sahibi tarafından harcanınca, devlet halkın zorunlu tasarrufları (vergisi) ile açığı kapatıyor.
Geliri düşük olan
<#comment>#comment>Futboldaki başarı Türkiye’de yaşayan yetmiş milyon insanın aynı coşku, aynı sevinç ile bütünleşmesini sağladı. Etnik, dini ve siyasi nedenlerle bütünlüğün dışına çıkma fırsatı arayanlar, ayrılık bahanelerini unutup ay yıldızlı bayrağın altında birbiriyle kenetlendi. Başarı coşkusunu yaşadı.
Milli Takımımızın bugünkü başarısı bu coşkunun sürmesini sağlayacak. Demek ki, (1) Bu ülkede yaşayanlar başarıya susamış. (2) Başarı etnik, dini ve siyasi farklılıkları unutturuyor. İnsanları birbirine bağlıyor. Bütünleşmeyi sağlıyor.
O halde futboldaki başarıyı ekonomiye taşımak, ekonomide başarılı olmak, ekonomide başarıyı sürdürmek zorundayız.
Futboldaki başarıyı ekonomiye taşımak bu ülkede yaşayan yetmiş milyon insanın her birinin bir "Milli Takım futbolcusu" sorumluluğunu üstlenmesi ile, bir Milli Takım futbolcusu gibi "disiplin altına girmesi" ile, kaidelere uygun biçimde çalışması, didinmesi, koşması, terlemesi ile mümkün olabilecektir.
Futboldaki başarıyı sağlayanlar az sayıdaki futbolcular. Başarı onların alın teri ve emeği, çabası ve hırsı ile elde ediliyor. Onları alkışlıyor, onların başarısı ile coşan yetmiş milyon, Emre Kongar’ın anlatımıyla, "emek
<#comment>#comment>Batan geminin malları bunlar... Gemisi batan halkın cebinde para yok... Bu malları alsa alsa yabancılar alır!
BDDK Başkanı, Pamukbank’ın kısa sürede satışa çıkarabileceğini açıkladı... Herhalde ardından sahiplerinin borcuna mahsuben, Pamukbank’taki rehin durumundaki Yapı Kredi’nin yüzde 40 hissesi de satışa çıkartılır...
Pamukbank’ın tamamını, Yapı Kredi’nin yüzde 40 hissesini Türkiye’de alacak "baba yiğit" bulunamayacağına göre bu iki bankayı alsa alsa yabancılar alır.
Son yıllarda oteli, fabrikası, bankası, sigorta şirketi olan büyüklü küçüklü Türk müteşebbisi; otelini, fabrikasını, bankasını, sigorta şirketini bir yabancıya satmak için çırpınıyor...
Her gün anlı şanlı işadamlarının, bankacıların açıklamaları medyaya yansıyor. "Bir yabancı ortak arıyoruz... Yabancı bir ortak ile görüşmelerimiz sürüyor!.."
Sayın okuyucularım yabancıların bir ülkede sabit sermaye yatırımı yapması ile bir ülke halkının gerçekleştirdiği sabit sermaye yatırımlarının yok pahasına yabancıların eline geçmesi farklı şeylerdir.
<#comment>#comment>Dünya Kupası’nda Milli Takımımızın başarısına sevinmemeye, küçümsemeye imkan var mı? Tanrı başarılarını ‘daim eylesin’ de sevincimiz artsın.
Moral iyi ama işler kötü!..
Memduh Hoca’nın hikayesine nakledeyim... Sonra işlerin neden kötü olduğunu anlatayım.
Ruslar hududa dayanmış. Ordu perişan. Ne asker kalmış, ne yiyecek ve ne de silah. Padişah efendimiz uyuyamıyor. Ter içinde yatağında dört dönüyor... Kalkmış, haremağasından bir bardak su istemiş... Padişah efendimizin durumuna üzülen haremağası, ‘Efendimiz’ demiş, ‘Sizde yetmiş evliya kuvveti var. Selli - seyf eyleyerek (kılıç kuşanarak) küffara bir görününüz... Orduya gerek kalmaz... Ruslar perişan olur!.. Haremağasının bu iyimserliği karşısında Padişah efendimiz ellerini açmış, başını göğe kaldırmış ‘Yarabbi’ diye yakarmış. ‘Ya bu arabın aklını bana ver, ya da bana doğru dürüst bir uyku ver, uyuyayım da olup biteni unutayım!..’
On bankanın sonuçları
<#comment>#comment>Nazım'ın mezarı Moskova'da Novodevici Nekropolü'nde. Moskova şehrinin tam ortasındaki Novodevici Rahibe Manastırı 1524 yılında inşa edilmiş. Bu manastırın duvarlarının eteğindeki mezarlığa 1932 yılından bu yana sadece ünlü kişiler gömülüyor.
Murat Gülmezoğlu bizi Novodevici'ye götürdü. Mezarlık değil de, şehrin göbeğinde, para ödenerek içeri girilen bir park... Geniş yolları, yüksek ağaçları, çiçekleri ile insana "hüzün" değil, "huzur" veriyor.
Gogol, Cehov, Stanislavsky, Rubinstein, Prokofiev gibi sanatçıların Molotov, Gromeako, Kruşçev gibi devlet adamlarının mezarları arasından geçerek, ana meydana geliniyor. Ana meydan, kocaman bir meydan. Meydandaki taş merasim kürsüsünün tam karşısındaki köşede dev çınar ağaçlarının altında Nazım'ın anıt mezarı var... Çınarların altı yemyeşil çim. Çimin ortasındaki bölümde çiçekler açmış. O çiçeklerin arasında "çirkin mi çirkin" bir pirinç saksı içinde, yaprakları kurumuş, cılız bir çınar fidesi... İğreti duruyor... Türkiye'den getirilmiş. İki genç adam ellerinde çiçekler Nazım'ı ziyarete gelmiş. Çiçekleri mezarın üzerine yerleştiriyorlar. Yaklaştık... Merhabalaştık... Biri Çanakkaleli Caner Tanrıverdi, öbürü Tuncelili
<#comment>#comment>Türkiye’nin öğrenci sayısı bakımından üçüncü büyük üniversitesi Marmara Üniversitesi’nde 25 Haziran Salı günü rektör seçimi yapılacak. Marmara Üniversitesi 1883 yılında Hamidiye Ticaret Mekteb - i Alisi ismi ile kurulan ve Cumhuriyet döneminde "Yüksek İktisat ve Ticaret Mektebi" adını alan okulun temelleri üzerinde gelişen bir üniversite. Gelecek yıl 120’nci kuruluş yılı kutlanacak üniversitenin şimdilerde 52 bin öğrencisi 2 bin 700 akademik personeli var.
14 fakülte, 8 yüksekokul, 11 enstitü, 32 araştırma merkezinden oluşan üniversite, İstanbul’un 17 ayrı yerindeki tesislerinde eğitim veriyor.
Yüksek İktisat ve Ticaret Mektebi’nin 1983 yılında Marmara Üniversitesi’ne dönüşümünü gerçekleştiren Prof. Dr. Orhan Oğuz üniversitenin ilk rektörü idi. Ondan sonra Prof. Dr. Ömer Faruk Batırel uzun süre rektör olarak üniversiteyi yönetti. Gelişmesini sağladı. Her neden ise, YÖK ile "yıldızı barışmadı". YÖK’ün temennisi doğrultusunda rektörlükten ayrıldı. 1999 yılı sonunda yapılan rektörlük seçiminde gene, "YÖK’ün temennisi doğrultusunda" Prof. Dr. Turay Yardımcı Hanım rektör seçildi. Ama değişik idari sorunlar ortaya çıkınca YÖK yönetimi, kendi adayı olan rektörü iki