<#comment>#comment>Sayın okuyucularım, sayın halkım... Çok kötü şeyler oluyor... Çok kötü şeyleri bize iyi şeyler diye yutturuyorlar. Bizi uyutuyorlar. İşler iyiye gitmiyor. Kötüye gidiyor. Bizim etimiz, budumuz ne idi ki? İyi veya kötü üç şirketimiz, beş bankamız vardı. İyi veya kötü durumu idare ediyorduk... Türkiye’yi adam edecekler diyerek ipleri IMF’nin eline verdiler...
IMF aldı eline baltayı... Ha babam vuruyor. Vurdukça Türk ekonomisini buduyor. Yazının başında tekrarlayayım... IMF’siz olmaz. Ama bir ülkenin kaderi, iplerin tamamı da IMF’ye teslim edilemez. Ülke kendi kaderini, kendi politikalarını kendi belirler. Akılcı ve doğru politikaları IMF destekler... Halbuki bizim kendi politikamız yok. Kendi kaderimizi belirleme yetki ve sorumluluğunu IMF’ye teslim etmişiz. İplerin tamamı IMF’nin eline geçmiş.
Önceki gün bir bankaya el konuldu, diğerininin ortaklık hakları alındı ya... Bu kararları Türk hükümeti değil, IMF verdi... Dikkat buyurunuz, el konulma kararı daha Türk kamuoyuna açıklıkla yansımadan, Washington’da IMF yetkilileri basın toplantısı düzenleyerek, "Pamukbank’a el konulması ve Yapı Kredi Bankası’nın kontrol altına alınması kararını" memnuniyetle
<#comment>#comment>Pamukbank 7’nci sırada bir büyük banka idi. Hisse senetlerinin mülkiyeti ile yönetimi Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na devredildi. Daha önce benzer bankalardaki uygulamanın tersine, "şimdilik" Pamukbank’ın tasfiyesi düşünülmüyor. Devlet sermaye eksiği olarak yaklaşık 2 milyar dolar açığını kapatacak. Ve de Pamukbank bundan böyle "devlet tarafından" yönetilecek.
Yapı ve Kredi, 4’üncü sırada bir büyük banka idi. Bu bankanın hisselerinin çoğunluğunu (doğrudan veya dolaylı olarak) ellerinde bulunduranlar, aynı zamanda Pamukbank’ın da çoğunluk hisselerine sahip kişilerdi. Bu kişiler, Pamukbank’ı batar duruma getirdikleri için kurucu olarak ve sahip oldukları Yapı Kredi Bankası hisselerine dayanarak Yapı Kredi Bankası’nı yönetme gücünü kaybettiler.
Bu kişilerin sahip oldukları hisselere Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu adına el konulsa idi, Yapı ve Kredi Bankası’nın borsada işlem gören hisse senetlerinin mülkiyeti de tehlikeye girecekti. Mülkiyet hakkı hissedarlarda kaldı. Diğer ortaklık hakları Fon’a geçti.
Yapı Kredi Bankası’nın doğrudan ve dolaylı olarak yönetiminde hakimiyet sağlayan hisselerinin ortaklık haklarının Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na
<#comment>#comment>Ekonominin bu durumunda bundan fazla vergi toplayamazsınız. Topladığınız verginin yüzde 65’ini memura ve emekliye dağıtırsanız, devlet olarak hiçbir şey yapamazsınız.
Sorun, memura ve emekliye çok para verilmesinde değil. Tersine memura, emekliye doğru dürüst yaşamak için gerekli rakamın altında para veriliyor. Sorun bu ekonominin, bu memur ve emekli ödemesini kaldıramayacak kadar küçük kalmasında...
Memurlarımız ve emeklilerimiz "az - maz ama, maaş garanti" diye düşünmesinler... Bu ekonomi küçülmeye devam eder ise, bu ekonomiden çıkacak vergi, az bulunan bu maaş ödemelerinin devamına da imkan veremeyecek.
Sayın okuyucularım, felaket tellallığı yapmıyorum. Size gerçekleri anlatacak bir tablo vermek istiyorum. Lütfen yazının altındaki tabloya bakınız. Bu tablo devletimizin 2002 yılının ilk 5 ayındaki gelir gider hesabını gösteriyor.
Bir ülkede bir devlet ne yapar? Devlet vergi toplar. Bu vergi ile halkına hizmet verir. Hastane, okul, yol, liman yapar. Elektrikleri yakar. Su getirir. Telefonları işletir. Ekonomik faaliyetlerin ülke üzerinde dengeli dağılımı, sosyal gelişmede eşitliğin sağlanması için geri kalmış şehirlere, bölgelere arka çıkar.
<#comment>#comment>Türkiye’de 81 banka vardı. 24 banka kapandı, birleşti. Sayı indi 57’ye... Pamukbank Yapı Kredi ile birleşince, kapanan, batan, birleşen banka sayısı 25’e ulaşacak...
Bu 25 bankanın hepsi şöyle veya böyle bu ülke ekonomisine katkıda bulunuyordu. Bir kısmı az, bir kısmı çok sayıda yatırımcıya, üreticiye kredi veriyordu.
Bu bankaların bazıları bankacılık sisteminde "hizmet ve maliyet rekabeti" içinde yatırımcıları ve üreticileri kendilerine bağlamakta başarılı olmuştu.
Bazı yatırımcı ve üreticiler sadece bu bankalardan biri ile iş yapar durumda idi.
Batan, kapanan bankaların kredileri geri isteniyor. Satılan, birleşen, devrolunun bankaları satın alan, devralan bankaların yönetimleri doğal olarak eski müşterilerle ilişkileri gözden geçirmek için kredileri kapatma arayışına giriyor. Sonuç kötü. Yirmi beş bankanın eski müşterileri zor durumda...
Bir yatırımcının, bir üreticinin bir banka ile ilişkisi belli bir "sicil"e dayanır. Bu "sicil" zaman içinde oluşur. Güçlenir. Banka bu "sicil"e dayalı olarak bu "sicil"in verdiği güvence ile müşteriye kredi verir. Kredisini yükseltir.
<#comment>#comment>Ecevit hastalandığından bu yana yüzde 16.3 devalüasyon gerçekleşti. Geçen hafta Türk lirası yüzde 9.6 devalüe oldu. Değer kaybetti. Milletin kılı kıpırdamıyor. Veya kıpırdasa da sesi çıkmıyor. Çünkü millet oldu "kuzu"!..
Halbuki eskiden, devalüasyon ihtimali var mı, olacak mı, yoksa oluyor mu, eyvah devalüasyon oldu diyerek millet "hop oturur, hop kalkar idi"...
Devalüasyon demek, milli paranın yabancı para karşısında değerini yitirmesi demektir. Devalüasyon demek milli paranın pul olması demektir. Devalüasyon demek insanların üretimini ucuz ucuz satarak, yabancılardan pahalı pahalı mal alması demektir. Devalüasyon demek pahalılık demektir. Devalüasyon demek milletin, ülkenin fakirleşmesi demektir.
Ecevit hastalandığında ABD doları 1.362 bin liradan satılıyordu. Geçen hafta sonu 14 Haziran Cuma günü 1.585 liradan işlem gördü. Bunun anlamı 3 Mayıs'tan bu yana dolar fiyatının yüzde 16.3 oranında artmasıdır.
Önceki hafta sonu dolar 1.445 bin lira iken, geçen hafta sonu 1.585 bin liraya yükseldi. Bir haftada fiyat artışı 140 bin liradır. Bir haftada doların değer artışı, Türk lirasının değer kayıbı (devalüasyon) yüzde 9.6 oranındadır.
Devalüasyon
<#comment>#comment>Beyaz Rusya’nın (Belarus’un) başşehri Minsk’ten gece trenine bindik. Trenin tümü yataklı vagondan oluşmuş. Her kompartımanda iki yatak var. Yatak örtüleri, yastık kılıfları, el ve yüz havluları bembeyaz mis gibi ve de kolalı keten... Mini etekli, uzun boylu (bizde olsa manken diye her gün TV’de arz - ı endam eyleyecek güzellikteki) üniformalı ‘kondüktör’ hanım, yolculuk boyu bardak bardak çay ikram etti. Mevsim nedeniyle karları erimiş "kayın ormanlarından" geçerek sabahın ilk saatlerinde Moskova’nın Belaruskaya tren istasyonuna ulaştık.
Rus seyahat bürosunun bizim için kiraladığı minibüs ve görevlendirdiği üniversitede tarih ve edebiyat okumuş rehber Tamara Ivanova istasyonun kapısında bizi bekliyordu.
O gün Moskova için önemli bir gündü. Moskova’da Kızıl Meydan’da Zafer Bayramı geçiti ve kutlamaları vardı.
Ruslar İkinci Dünya Savaşı’nda nüfuslarının onda birini kaybetmiş. Bu nedenle 9 Mayıs 1945 tarihinde Alman ordularının yenilgisini Zafer Bayramı olarak kutluyorlar. Kızıl Meydan’daki kutlamalara 145 bin kişi katılmıştı. Putin’in önünden çok görkemli geçit yapıldı. İnsanlar sokakları doldurmuştu. Moskova’nın o kalabalık gününde, arka yollardan
<#comment>#comment>Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK)’nın getirdiği esaslara göre özel bankaların (dikkat buyurunuz sadece özel bankaların) 2001 yılı bilanço rakamları enflasyondan arındırıldı. Üç defa denetimden geçti.
Dünden itibaren bu rakamlar açıklanmaya başladı. Açıklamalara göre, anlı şanlı bankalarımız zarar ediyor. Ama zarara rağmen vergi ödüyor. Nedir bu işin "püf" noktası?
Anlatayım. BDDK’nın talimatı doğrultusunda bankaların bilançolarındaki düzeltme "bankalarda enflasyon muhasebesi uygulaması" olarak adlandırılamaz. Çünkü enflasyon muhasebesi uygulandığında, Maliye’nin de bunu kabul etmesi ve verginin de enflasyon muhasebesi sonunda çıkan kar/zarara göre ödenmesi gerekir.
Halbuki bankalardaki uygulama farklıdır. (1) Bankalar diğer şirketler gibi, eskiden olduğu gibi bilançolarını klasik usulde, enflasyonu dikkate almadan düzenlediler. Bu bilançolardaki kar/zarar rakamına göre vergilerini ödeyecekler. (2) Ama bunun yanında BDDK’nın istediği biçimde 2001 yılı bilanço ve gelir tablolarında enflasyonun etkisini yok edecek düzenlemelerle, bir de "düzeltilmiş bilanço" hazırladılar. Üç denetimden geçen bu "düzeltilmiş bilanço"lar halka açıklanacak. Ama
<#comment>#comment>Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK)’dan dün açıklama yapıldı.
Bankalarımızın sermaye açıkları sadece 150 milyon dolar dolayında imiş... Halbuki daha önceleri Türk banka sisteminde sermaye yeterlilik oranının çok çok düşük olduğu, dünyada kabul edilebilir sermaye yeterlilik oranına ulaşılamadıkça banka sisteminin adam olamayacağı açıklanmıştı. Bu açığı banka sahiplerinin kendi imkanlarıyla kapatmaları imkansız görülerek IMF kaynaklarından bankalara 4 milyar dolarlık kredi yardımı sözü alınmıştı...
Biz bu filmin benzerini daha önce de gördük... Nisan ayı ortalarında "Bankaların döviz açığı çok büyük... Bu çok tehlikeli bir durum... Döviz açığı bulunan bankaları yakarız, yıkarız..." diyerek iç ve dış piyasayı telaşlandıran BDDK Başkanı, bir hafta sonra (18 Nisan 2002) bankaların döviz açığı değil, döviz fazlası olduğunu açıklamıştı.
Döviz açığı, sermaye açığı var denilirken ne oluyor da, bir süre sonra açık değil fazla çıkıyor? Çünkü BDDK oyunun kaidelerini değiştiriyor. Ya sorunun büyüklüğü karşısında paniğe kapıldığı için, ya da bankaların baskısına dayanamadığı için oyunun kaidesi değişince, açık verecek hesap fazla veriyor.
Türk