<#comment>#comment>Sanmayınız ki, büyük - küçük güç duruma düşen bütün şirketler kurtarılacak. Sanmayınız ki, kredi borcu olanların borçlarının bir bölümü silinecek, vadeleri uzatılacak. Sanmayınız ki, para sıkıntısından kıvradıkları halde limitleri dolduğu için veya teminat bulamadıkları için bankalardan kredi alamayanlara bankalar ek kredi imkanı sağlayacak.
Londra Yaklaşımı, sadece ve sadece ülke ekonomisi bakımından önem taşıyan az sayıdaki büyük sanayi kuruluşunu ayakta tutmayı hedef alan bir yaklaşımdır.
Önce "Londra Yaklaşımı" nedir? Nereden çıktı? Onları özetleyeyim. Şirketleri kurtarmayı meslek edinenlerin merkezi Londra’da olan bir kuruluşları var. Bu kuruluş "Insol Grubu" olarak tanınıyor. (International Federation of Insolvency Professionals, 2 - 3 Philport Lane, London)
Bu grup, Dünya Bankası’nın, İngiltere Merkez Bankası ve Bankalar Birliği’nin desteği ile güç duruma düşen şirketlerin kurtarılmasında uygulanacak uluslararası ilkeleri belirlemek için çalışmalar yaptı. Bu çalışmalar Uluslararası Ticaret Odası Finansal Hizmetler ve Sigorta Komitesi’nin 15 Mayıs 2001 günü Paris’te yapılan toplantısında benimsendi. Bu toplantıya katılan Tevfik Altınok görüş
<#comment>#comment>2001 yılında devlet 80 katrilyon lira harcayacak. Devletin vergi geliri ile diğer gelirleri toplamı 50 katrilyon lira. Demek ki, harcamaları gelir karşılamıyor. 30 katrilyon lira açık var. Buna "bütçe açığı" deniliyor.
2001 yılında devletin 80 katrilyon liralık toplam harcamasının, 40 katrilyon liralık kısmı faiz harcaması, 40 katrilyon liralık kısmı da diğer harcamalar. Memur maaşları, askeri harcamalar, devletin Mercedes otomobil alımları, lojman masrafları vesaire gibi harcamalar.
2001 yılında devletin vergi gelir ve diğer gelirleri toplamı 50 katrilyon lira, devletin 80 katrilyon liralık toplam harcamasını karşılayamıyor ama, devletin 40 katrilyon liralık faiz harcamasını karşılıyor. Üstüne üstlük 10 katrilyon lira da, diğer harcamalar için fazlalık kalıyor.
İşte toplam gelirin faiz harcamalarını karşıladıktan sonra artan kısmına "faiz dışı gelir" deniliyor.
Bu faiz dışı gelir bütçe fazlası değil. Ortada kalmış, nereye harcanacağı bilinemeyen bir para değil... Bu faiz dışı gelir devletin "faiz dışı 40 katrilyon liralık" harcamasının sadece 10 katrilyon liralık bölümünü karşılıyor. Devlet gene de 30 katrilyon borçlanmak zorunda... Eğer bu faiz
<#comment>#comment>Her yıl bugünlerde hükümet, gelecek yılın ekonomisinin başlıca büyüklükleri ile hedefleri belirler. Önce içinde bulunulan yılda milli gelirin (bir yıl içinde üretilen mal ve hizmetlerin parasal değerinin) ne olabileceği tahmin edilir. Sonra bu milli gelirin bir yıl sonra nasıl büyüyeceği veya küçüleceği hesaplanır.
Geçen yıl 201 milyar dolar olan milli gelir rakamının bu yıl yüzde 8.5 küçülme ile 149 milyar dolara düşeceği tahminine dayalı olarak hükümet 2002 için 155 milyar dolarlık milli gelir hedefini benimsedi. Bu, 2002’de üretilecek mal ve hizmetler ile, bunlar karşılığı elde edilecek gelirde, 2001 yılına göre yüzde 4.0 oranında bir büyümeyi öngörmek demektir.
2002’de iç kaynağı 155 milyar dolar. Yaklaşık 4.5 milyar dolar da dış kaynak kullanılabileceği tahmin ediliyor. İşte 2002’de ülkenin harcayabileceği para bu. Yaklaşık 160 milyar dolarlık bir kaynak. Bunu ne yapacağız? Hükümetin kararına göre, toplam kaynağın yüzde 84.1'i tüketime gidecek. Bu 134 milyar dolarlık tüketim harcaması demektir.
2000 yılında toplam kaynaktan tüketime giden para 175 milyar dolar idi. 2001 yılında 128 milyar dolarda kalacak. Toplam tüketim harcamasının 2002
<#comment>#comment>Paranın ne önemi var, mühim olan insanlık derler ise de inanmayınız. Para olmadan bir şey olmaz. Önce para, sonra sağlık, mutluluk ve huzur gelir...
Paranın kaynağı üretimdir. Üretim arttıkça para artar. Üretim artışının göstergesi ülkenin milli gelirinin büyümesidir. Ülkede yaşayan insanların kişi başı üretim rakamlarının artmasına paralel olarak gelirlerinde ortaya çıkan artıştır.
Milli gelir bir ülkede üretilen mal ve hizmetlerin parasal (katma) değerini gösterir. Kayıtlı, kayıtsız, tüm üretim milli gelir hesabına yansır.
Milli gelir rakamı yılın ortalama döviz kurundan dolara dönüştürülünce, milli gelirin ABD doları olarak karşılığı bulunur.
ABD dolarına dönüştürülen milli gelir rakamı, ülkede yaşayan nüfusa (şimdilerde 66 milyon kişiyiz) bölününce de kişi başına düşen milli gelir (üretim ve bu üretim karşılığı elde edilecek gelir) rakamı ortayı çıkar.
<#comment>#comment>Önce soruları sıralayayım: n Neden Üçüncü Dünya ülkelerinde (örneğin Türkiye’de) faizler yüksektir?
Neden insanlar ikinci el otomobili, sahibinden değil de galeriden satın alır?
Neden bazı firmalar borsada işlem gören hisse senetlerine gereğinden fazla kar payı dağıtmayı göze alır?
Neden sigorta şirketleri çok sayıda riski kapsayan poliçeler düzenleyip, tek bir fiyat ile satar?
Neden toprak ağaları, kiracıları ile aynı riski üstlenir?
Ekonomik ilişkilerde "iki taraf vardır. Taraflardan biri öbüründen daha fazla bilgi (enformasyon) sahibidir. Bilgi sahibi olan, ilişkiden kazançlı çıkar. Eksik bilgiye sahip olan taraf hep kaybeder. Buna "bilgi dengesizliği" (asymmetric information - asitmetrik enformasyon) denilir.
<#comment>#comment>Güven, güven deniliyor. Kaynak, kaynak deniliyor. Üretim, üretim deniliyor. Türk lirası, Türk lirası deniliyor. Faiz, faiz deniliyor. Bütün bunlar "banka sisteminin" doğru dürüst çalışmasına bağlı konular. Banka sistemi çalışmadığı sürece insanlar Türk lirasına güvenmez. Paralarını bankada tutmaz. Bankalar üreticiye kredi veremez. Faiz oranları yükselir. Ülke parasına güven yok olur.
Banka sistemini düzeltmek için yola çıktık. Daha rezil hale getirip, ortada bıraktık.
(1) Fon’daki bankalar ortada kaldı.
(2) Mali bünyelerinin bozukluğu nedeniyle daha başka bankalar için de işlem yapılacağı söylentileri bitmedi.
(3) Sistemin güçlenmesi için özkaynak takviyesine ihtiyaç var. Bırakınız güçlenmeyi ayakta kalmasına destek olacak özkaynak takviyesi bile yapılmıyor. Yapılamıyor.
Bütün bunlar sonucu:
<#comment>#comment>Biz damdan düşen bir ülkeyiz. Onun için damdan düşenin halini biliriz. Terör bizi on yıl inim inim inletti. Biz on yılda otuz bin kurban verdik. Terörün can boyutu, moral boyutu dışında maddi yükü bizi ezdi. Biz tartışmalarda sözünü etmekten çekiniyoruz ama, bugünkü ekonomik çöküntünün ana sebebi terör ile mücadelenin parasal yüküdür.
Bütçelerde görünen boyutunun arkasında Türkiye on yılda terör ile mücadele için en az 80 milyar dolar, bazı tahminlere göre 100 milyar dolar para harcadı.
Bugünkü iç ve dış borç yükünün gerisinde bu terörle mücadele harcamalarının olduğunu bilmekte yarar vardır.
Biz on yıl terörle mücadele ederken Batı dünyası bizim elimizi kolumuzu bağlamak için neler yapmadı neler? Teröristlere en ileri silahlar hibe edilirken, terörle mücadele eden Türk Silahlı Kuvvetleri’nin olağan araç, gereç ve silah ihtiyaçlarının temininde "ambargo" uygulandı. Bu nedenle biz araç, gereç ve silahları, üçüncü ülkeler üzerinden, dolaylı biçimde ve çok çok pahalı faturalar ödeyerek satın aldık.
<#comment>#comment>Gaziantep Ticaret Odası Başkanı Mehmet Aslan diyor ki: "Ortadoğu’daki her savaşın faturasını biz ödüyoruz. Sesimizi çıkarmadığımızdan kimsenin de haberi olmuyor. Ödediğimiz faturaların büyüklüğü ekonomimizin güçsüz kalmasına, iç ve dış borcun artmasına neden oluyor."
Mehmet Aslan rakam veriyor: "1989 yılında sadece Irak’a ihracatımız 1.7 milyar dolar dolayında idi. Bu, toplam ihracatımızın yaklaşık yüzde 15’ini oluşturuyordu. Diğer Körfez ülkelerine de önemli miktarda ihracat yapıyorduk. Irak sınırı kapandı. 1991 yılında ihracat 122 milyon dolara düştü... O zamandan bu yana Irak ve Körfez ülkeleri pazarlarını kaybettik. Ortalama yıllık 3 milyar dolarlık ihracat kaybından on yılda kaybımız 30 milyar dolar eder. Bu rakam Doğu ve Güneydoğu Anadolu üreticisi için önemli rakam. Çünkü bu bölgenin üreticisinin tek avantajı sınıra yakınlığı. Bu nedenle Irak ve Körfez ülkelerinin Doğu ve Güneydoğu Anadolu üreticisi için önemi büyük.
Mehmet Aslan’a göre Irak ve Körfez ülkeleriyle ticari ilişkiler normal iken ithalat ve ihracat mallarını taşımak için 150 bin araç çalışıyordu. Bu trafikten doğrudan ve dolaylı olarak 4 milyon insan ekmek yiyordu. Bu araçların sayısı önce