<#comment>#comment>Trabzon denilince, görmeyenin aklına sokaklarda dolaşan fıstık gibi sarı Nataşa’lar, yol kenarında tezgâh açan Ruslar ve dükkânlara saldırıp malları yağmalayan "bavul tüccarları" geliyor.
Sokaklarda Nataşa yok. Dükkanlarda "bavul tacirleri" yok. Yol kenarlarında tezgah açan Rus hanımlar yok. "Beyim seni Avrasya Pazarı’na götürelim. Orada Rus malları var" dediler. Avrasya Pazarı denilen yer upuzun bir baraka. Sıra sıra tezgahlar. Tezgahların yarısı boş. Dolu olanların onda birinde "mütekait" Rus hanımları (veya nineleri) Türk malı don, gömlek satıyor. Elektronik eşya, alet, edevat satan tezgahların başında Türk erkekleri... Rus malı "Lomo" fotoğraf makinesi arıyordum. Sadece Ali İhsan satarmış. Ali İhsan’dan 15 milyon liraya Lomo makineyi satın aldım. Tam teşekküllü Zenith makineye 70 milyon lira istedi. Rus dürbünü aradım... "Fotoğraf makinesi dışında burada Rus malı yok. Diğer mallar ya Türk malı, ya Çin malı" dediler.
Trabzon’da 1980’li yıllarda ekonomiyi İran transit ticareti canlandırmış. Trabzon limanına gemi ile gelen malların İran’a kamyonlarla nakli şehirde hareket yaratmış. Derken 1989 yılında Rusya ile ilişkiler başlamış. Bavul ticareti ve
<#comment>#comment>Ali Şengün Akçaabat’ın "Tütüncüler" köyünden. "Martta tohum atarız, mayısta fideleriz. Nisan ve mayısta çapalarız. Temmuz, haziran en geç ağustos aylarında yaprakları toplarız. Kuruturuz. Demetleriz. Bir yıl sonra parasını alırız. Tütün ekmek zor iş abi..." diyor.
Küçük arazide 6 kişi tütünden ekmek yiyor. "Bir gün önce Tekel’e 600 kilo kuru yaprak teslim etmiş. Kilosu 2 milyon 230 bin liradan parasını bir haftada alabileceğini söylüyor." İş olsa, günde 12 - 15 milyon lira yevmiye ile çalışmak, tütün ekmekten daha karlı" diyor.
Akçaabat’ta yeni tütün işleme tesisine 200 işçi alınmış. "Ah abi ah..." diyor... "Bana bir torpil bulsan da oraya kapağı atabilsem... Tütün ekmek bahane, Tekel’de çalışmak şahane!.."
Karadeniz ağzı ile bir annenin övünmesini tekrarladılar... Yazı ile nakli zor ama... Anlamaya çalışınız... Anne övünüyormuş: "Bizim oğlan Yosu’da (Yol, Su, Elektrik İşleri) çalışıyı. Akşama kadar yatıyı... İyi para alıyı!.." Karadenizlilerin rüyası herhangi bir kamu kuruluşunda çalışabilmek... Yol - Su - Elektrik olsun, Çaykur olsun, Karayolları olsun, Orman olsun... Ne olursa olsun...
Karadeniz’de Akçaabat, Bafra, Samsun, Sinop, Tokat ve
<#comment>#comment>Fındık; Trabzon, Giresun, Ordu, Samsun, Akçakoca, Düzce, İzmit bölgelerinde yaşayanları ilgilendiren bir ürün. Dünyada her yıl 650 bin ton fındık üretiliyor. Bunun da 500 bin tonu Türkiye’den çıkıyor. İtalya 105 bin ton, ABD 24 bin ton, İspanya 15 bin ton fındık yetiştiriyor.
Bakmayın siz TV ilanlarında söylenene... Fındık öyle, "her işe yaramıyor." Fındığın esas kullanım yeri çikolata sanayii. Çikolata sanayiinde de fındık yerine kullanılacak alternatif katkı ürünleri var. Bunların başında da badem geliyor.
Devlet baba fındığa yüksek fiyat verince, kendine getirilen bütün fındıkları alınca, dağa taşa fındık dikildi. Her yıl üretilen, parası ödenen, depolara konulan fındıklar devlet babanın başına bela oldu.
Ne dedik? Yılda 500 bin ton fındık üretiliyor. Fiskobirlik depolarında 1998 ürünü 73 bin ton, 1999 ürünü 126 bin ton, 2000 ürünü 82 bin ton fındık duruyor. 1996 yılı ürünü 70 bin ton fındığı ezip yağını çıkardılar. 51 trilyon lira zararı devlet baba sineye çekti.
Dünya piyasasında Türk fındığının payı yüzde 85. Bu nedenle dünya fiyatlarını Türkiye belirliyor. Türkiye üreticiden pahalı aldığından pahalı satmaya çalışıyor. Türkiye dünya
<#comment>#comment>Gayda devlet tekeli 1984’te kaldırıldı. O tarihten bu yana özel sektör 230 çay işleme fabrikası kurdu. Devlet işletmesi Çaykur’un ise 46 fabrikası var. Özel sektör çay fabrikaları, toplam çay işleme kapasitesinin yüzde 60’ına sahip, ama yaş çay yaprağının sadece yüzde 35’lik kısmını işliyor.
Sürmene’de yoldan içeri saptık. Dere boyu vadiye doğru giriyoruz. Sağda solda kapısına kilit asılmış koskoca özel çay fabrikaları sıralanıyor. Çay fabrikası öyle "uyduruk" bir yatırım değil. Doğru dürüstleri bu kötü konjonktürde 2.5 - 3.0 milyon marka satılıyor.
Kenan Bilgin iki arkadaşıyla birlikte kapanan fabrikalardan birini satın almış. İki yıldır çay üretiyorlar. Fabrikaya gittik. 1989’da kurulmuş. 1993’te kapanmış. Yirmi dört saatte 100 ton yaş yaprak işleme imkanına sahip. Geçen yıl fabrikada 3 bin ton yaş çay yaprağı işlenmiş 600 ton kuru çay elde edilmiş.
Üreticinin fabrikaya getirdiği çay yaprağının bekletilmeden işlemeye alınması gerekiyor. Yaprak ısı fırınlarında kurutuluyor, kıyılıyor, ayıklanıyor, temizleniyor. Beş saat sonra kuru çaya dönüşüyor. Özel sektördeki çay fabrikası sahipleri, (1) Yaş yaprak kalitesiz. (2) Rus teknolojisine dayalı tesisler
<#comment>#comment>Rize'den Trabzon'a doğru soldaki tepeleri kaplayan "sarı çam" ağaçlarının denize kadar indiğini görüyorsunuz. Buraya "Çamburnu" adı verilmiş. Çamburnu'nda Hasan Hamzaoğlu'nun "çay bahçesi"nde çay içtik. Yaz aylarında "Alamancılar" Türkiye'ye geldiğinde bu bahçede "iğne atsan yere düşmezmiş". Karadeniz'in ünlü ses ve saz sanatçıları burada devamlı program yaparmış. "Yorgundum çıkamadım Çamburnu bayırına" türküsü burası için söylenirmiş. Hasan Hamzaoğlu diyor ki: "Her Karadenizli gencin burada bir macerası vardı!"
Çamburnu'nun biraz ilerisinde, mendireğin içinde Çamburnu Tersanesi için yer ayrılmış. Tersanede bir ahşap, beş metal tekne yapan işletme var. Kenan Erhan Usta, ahşap gulet, kotra ve balıkçı teknesi yapıyor. Diğer beş işyerinde 8.0 - 10.0 ve 12.0 milimetre kalınlığında sac işlenerek 50 metre boyuna kadar balıkçı tekneleri inşa ediliyor. 50 metre boyunda 15 metre genişliğinde bir teknenin sac ağırlığı 300 ton. Fiyatı 300 bin dolar. Bu fiyatın üçte biri sac parası, üçte ikisi işçilik. Bu büyüklükte bir tekneyi 10 işçi, 5 - 6 ayda bitirebiliyor. Sonra bu teknenin makine iç donanımı var... Onlar da yapım parası kadar tutuyor.
İşletme sahiplerinin
<#comment>#comment>Harşit Çayı, Zigana ve Gümüşhane dağlarını yararak Tirebolu’dan Karadeniz’e dökülüyor. Bu çayın iki yanındaki yüksek dağlarla çay arasında kalan dar toprak parçasına sıkışanlar, yeni Gümüşhane’yi oluşturmuş. Yeni Gümüşhane insanı, nereden öğrendi ise damlarını güneşte pırıl pırıl parlayan düz çinko ile kaplamış. Bir acayip yerleşim bölgesi ortaya çıkmış.
Halbuki buradaki yaşam eskilerde, Harşit Çayı’na akan Musalla Deresi’nin iki yamacında denizden 1500 metre yükseklikteki dağda kurulu imiş. Gümüşhane Ticaret Odası Başkanı İsmail Akçay ile Hüseyin Saltuk beni eski Gümüşhane’ye çıkardı. Doğal yapısı, yeşilliği, bozulmamış eski yapıları ve tarihi kalıntıları ile bir cennet.
Burayı terk edenler Allah’tan bir daha geri dönüp tahrip etmemiş. Çirkin yapılarla doldurmamış ki, eski güzelliğini koruyabilmiş. Eski Gümüşhane SİT alanı olarak korumaya alınmalı, yoksa bu güzelliği de kaybederiz.
Eski Gümüşhane’den aşağıya bakınca dere içinde yeni Gümüşhane’nin çirkin yapıları, göz kamaştıran çirkin parlak çinko damları görülüyor. Eski Gümüşhane’de terk edilen konaklar, yıkıntı halindeki kiliseler, kaleler, terk edilmiş gümüş ve kurşun madenleri, yol boyu
<#comment>#comment>Zigana Tüneli’nden geçtik. Torul’dan sonra yolun iki yanında tezgahlar görülmeye başladı.
Torul’dan sonra yol Zigana Dağları’nın arasından Hurşit Çayı boyu devam ediyor. Harmancık köyüne ulaştık. Yol kenarına tezgahlar dizilmiş. Dut pestili, cevizli dut sucuğu, kuşburnu, kuru kayısı satılıyor.
Eskiden Hurşit Çayı boyunda daha çok dut ve ceviz ağacı varmış. Dut yaprakları nedeniyle bölgede ipekçilik yapılırmış.
Gümüşhane’ye girerken Değirmenbahçe Tüneli’nden geçiliyor. Tünel girişindeki düzlükteki 60 dönümlük bahçeyi Gençlik ve Spor Bakanlığı stadyum olarak düzenliyor. Tribünlerin bir bölümü tamamlanmış. Saha çimlendirilmiş. Aydın Doğan’ın desteklediği Gümüşhane Doğanspor futbol takımı bu yıl ikinci lig A klasmanına çıkmış. Hazırlıklar bunun için.
Şehrin caddeleri bez pankartlar, bayraklarla donatılmış. Halk A klasmanına çıkmanın coşkusunu yaşıyor. Cumhuriyet Caddesi’nde terk edilmiş durumdaki "Gümüş Palas Oteli", iki yıldızlı otel olarak onarılıyor. Futbol mevsimine yetiştirilecek.
<#comment>#comment>Gümüşhane’den çıkışta yol güzeldi. Kırıklı köyünü geçerek Ünlüpınar beldesine geldiğimizde asfalt yol bitti. Toprak yola girdik. Yol oyuk. Yola atılmış taşları araçlar savuruyor. Toz içinde ilerlerken nefis bir ova başladı. Yemyeşil bir ova. Göz alabildiğine düz. Her taraf ekili, dikili. Kelkit’e girdik. Balahor Deresi yamaçlarında kurulu Kelkit’in denizden yüksekliği 1.400 metre. İlçede ve de 85 köy ile 6 mezrada 65 bin kişi yaşıyor.
Kelkit Çayı, Yeşilırmak Nehri’nin en uzun kolu. Çimendağı’ndan çıkan su ile Köse ve Kılıççı dağlarından çıkan su Kelkit’in hemen altında birbirine bağlanarak tek kol haline geliyor. Kelkit’in altında bu iki kol bağlanıyor. Tek kol oluyor. İşte ünlü türküdeki "Kelkit’in altı bağlar" sözü buradan geliyor.
Kelkit’in toprağı verimli. Sulu tarım imkanı var. Amma ve lakin tarım ürünleri ile sanayi ürünleri arasındaki fiyat farkı tarımı öldürmüş. Eğitim ve sağlık konusundaki sınırlamalar büyük şehirlere göçü hızlandırmış.
Kelkit’in en büyük gelir kaynağı şekerpancarı üretimi. Yılda yaklaşık 60 bin ton pancardan Kelkit’e yaklaşık 18 trilyon lira para giriyor. Bölgede hayvancılık da gelişmiş. 1998 yılından sonra et