<#comment>#comment>Bizde tarımsal üretim "küçümsenir". Tarımda, hayvancılıkta her şeyin dağda bayırda kendiliğinden ürediği, çiftçinin bunları pazarlayıp "havadan para kazandığı", sonra da "köy kahvesinde yan gelin yattığı" varsayılır.
Bizde, tarım ürünlerine fiyat biçenler "Ahali bol bol ucuz ekmek, ucuz sebze, ucuz et yesin, ucuz süt içsin... Zürra ne halt ederse etsin!.." politikası izler.
Sonra, "Yavuu... Bu köyde yaşayanlar da neden topraklarını bırakıp şehre göç ediyor. Şehirler adam almıyor..." diyerek şaşırır kalır. Kimse düşünmez ki, köyünü ve toprağını terk edip şehre göçen çiftçi, "üretici" iken, "tüketici" olmaktadır. Eskiden buğday ekip kendi ekmeğini yaparken, şehirde fırının önünde ekmek sırasına girmektedir. Bunlardan söz edeni, bunları yazanları "popülist" diyerek sustururlar. "Üretici dünya fiyatı ile üretim yapamıyorsa üretim yapmasın" diyenler, bizde "vatansever" sayılır.
Önce "dünya fiyatı" konusunda açıklığa kavuşalım. Dünya fiyatı, şekerin, buğdayın, çayın ihraç fiyatı mı? Başka ülkelerde üreticiye ödenen fiyat mı? Başka ülkelerde tüketicinin o ürüne ödediği fiyat mı? Bunların üçü de farklı fiyatlardır. Bizde dünya fiyatı denilince akla hemen
<#comment>#comment>Derviş’e göre (daha doğrusu Hazine’nin hesaplarına göre) buğday fiyatı 155 bin lira olmalı. Gökalp’e göre (daha doğrusu Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın hesaplarına göre) buğday fiyatı 178 bin 200 lira olmalı. Derviş, "IMF böyle istiyor" diyor. Gökalp "IMF’ye verilen niyet mektubunda böyle yazıyor" diyor. İki yiğit çıktı meydane... İkisi de birbirinden merdane... Bakalım netice ne olacak?
Devlet baba, hububat üreticisini himaye etmek için her yıl buğday için taban fiyat açıklar. Bu fiyat üretici için "garanti"dir. Devlet baba üreticiye "bu fiyattan getirdiğin kadar buğday satın alırım" der. Buğdayı devlet baba adına Toprak Mahsulleri Ofisi satın alır. Üretici devlet babanın fiyatını garanti olarak kabul ettiği için daha yüksek fiyat bulduğunda ürününü tüccara satar. Devlet babanın fiyatı tüccarın fiyatının alt sınırını belirler. Şimdilerde devlet baba tüm tarım ürünlerinde olduğu gibi buğdayda da piyasadan çekilmek üzere. Çünkü TMO’nun destekleme alımları devlet babaya yılda 500 - 600 milyon dolarlık "finansman" (dikkat buyurunuz zarar değil finansman) yükü getiriyor. TMO destekleme alımlarından bir miktar da zarar ediyor. Devlet baba IMF’ye söz verdi.
<#comment>#comment>Karadeniz kıyısına gitmeyeli epey oldu... Bu gidişimde sanıyordum ki, sokaklar gene cıvıl cıvıl sarı Nataşalarla dolu... Ne Trabzon sokaklarında, ne Rize’de "Allah için" tek bir Nataşa görmedim. Meraklandım. "Krizden mi? Onlarıda mı ekonomik kriz vurdu?" diyecek oldum... "Beyim, onları kriz değil, polis vurdu..." dediler. Anlattılar. Polis şimdi işi çok ciddi tutunca Nataşa olayının köküne kibrit suyu ekilmiş.
Rize’de iki katlı evler bile Nataşa oteline dönüştürülmüş. Bir ara otel sayısı 120’yi aşmış. Şimdilerde Rize’de 20 dolayında otel var.
Trabzon’da Mustafa Karaağaçlı ile sohbet ediyoruz. "İşlerin en parlak zamanında bu bölgede. 4.500 Nataşa her gece full çekerdi" diyor. "Full çekmek" demek, her gece 100 dolara en az bir müşteriyi memnun etmek demekmiş. Hesapladım. Nataşalar gecede 450 bin dolar götürmüş. Yılda bu 150 milyon dolar eder. İnanılacak gibi değil... Bir yılda tüm çay ürününü satsanız, bu kadar eder.
Şimdilerde emniyet görevlileri tam anlamıyla "kuş uçutmuyorlarmış." Rizeli ve Trabzonlular diyor ki, "Görüyorsunuz... Polis işini ciddiye aldı mı, bu memlekette her şey düzelir."
Benim derdim bir Nataşa ile sohbet etmek...
<#comment>#comment>Ali Rıza Reyhanoğlu'nun "Liman Lokantası" "968 yılından bu yana Rize'nin en "baba" lokantalarından biri. Aşçıbaşı Haydar Kelik'in kara lahana sarmasını, kurufasulyesini yedik. Garson Hasan Yazar, "Abi bu su Andon suyu... Yayladan gelin şifalıdır" dedi. Suyu da içtik. Sonra, "Bizim Kıraathane"nin önünde, kaldırıma dizili alçak hasır iskemlelerden birine çökerek Rizelilerle çay sohbeti yaptık.
Yaş çay yaprağının kilosu geçen yıl 160 bin lira olduğundan üretici, bu yıl devlet verse verse 190 bin lira, hadi bilemediniz 200 bin lira fiyat verir diye beklerken, Mesut yılmaz 250 bin lira fiyatı bastırmış.
En uçta oturan yaşlı Rizeli "Beyim" dedi. "Bak, şuraya yazayrım... Eylülde seçim var... Mesut Bey seçim olmasa bu fiyatı verdirmezdi... Baksana Kemal Derviş bile karısını koluna takarak yollara düştü. Seçim garanti!.."
"Ben politikadan anlamam" diyerek sohbeti "çay" konusuna çevirmeye çalıştım. Rizeli, beklediğinin üzerinde açıklanan fiyattan memnun ama... "Fiyat önemli değil... Ödeme önemli" diyorlar. Şu anda Rize'de çayın birinci sürgününün kesimi başlamış durumda. Üretici sürgün çıkar çıkmaz, kesip fabrikaya götürmeye, fabrika da gelen malı hemen
<#comment>#comment>Necmi Erol, Kastamonu’nun Sarıömer köyünün Toprak Köprü mevkiindeki imalathanesinde süt işliyor. Peyniri İstanbul’da toptan olarak satıyor. "Eskiden İstanbul piyasası bizden günde 100 teneke peynir çekerdi. Şimdi 60 tenekeye düştü. Ucuz olduğu için en kalitesiz peynir talep ediliyor" diyor.
Ahmet Seyidoğlu’nun esas mesleği ayakkabıcılıkmış. 1946’da Gaziantep’ten İstanbul’a geldiğinde Güllüoğlu’nun yanında çalışırken baklavacılığı öğrenmiş. 1951’de Laleli’de kendi yaptığı baklavaları satmaya başlamış. Ünlenmiş, adı Seyidoğlu olmuş. Firmanın başında damadı Necati Seydoğlu var. Altı imalathanede günde 4 ton baklava üretiyorlar. Seyidoğlu, "Urfa yağı ve fıstık hem bulunmuyor, hem de pahalı. Bu nedenle baklavanın kilosu 7 milyon liraya çıktı" diyor.
Eskiden olduğu kadar susam ve ceviz üretemediğimizden Sudan’dan getirtilen susam ve İran ile Moldova’dan getirtilen ceviz de ürün fiyatlarının artmasına yol açıyormuş. Kilosu 1 milyon 300 bin lira olan helva, bugün 2 milyon 350 bin liraya satılır olmuş. Günde 10 ton helva satılırmış. Artık helvacı ustası da bulunmuyormuş. Zahmetli iş diyerek insanlar helva işinde çalışmaktan kaçınıyormuş.
Afif Fat’ın esas
<#comment>#comment>Et lüks gıda maddesi oldu. Et tüketimi yarı yarıya azaldı. Et fiyatları artmadığı halde, halk alır ise etin ucuzunu arar oldu. Et talebi azaldı ama, bu az talebi karşılayabilecek miktarda bile hayvan yok. Elinde hayvanı olan bir an önce kestirerek kurtulmak arayışında.
Bunları bana anlatan yirmi yıllık deneyim sahibi bir et tüccarı.
İstanbul'da Bayrampaşa semtindeki Büyük Gıda Merkezi (Mega Center)'nde her tür gıda maddesinin toptan satıcıları var. Bülent Yardımcı, beni Danet'in sahip ve yöneticilerinden Osman Uluçay ile tanıştırdı. Danet bir aile işletmesi. Afyon sanayi bölgesinde et kesim ve et ürünleri işleme tesisleri var. Kesilen etin bir bölümü işleniyor, işlenmeyen etin bir bölümü "karkas et" olarak İstanbul'a getirilip, burada marketlere dağıtılıyor.
Osman Uluçay diyor ki, "Krizden önce karkas etin kilosunu marketlere 3 milyon liradan satardık. Kriz oldu. Her şeyin fiyatı arttı. Karkas etin kilosunu 2 milyon 500 bin liradan veya 2 milyon 600 bin liradan satıyoruz. Talep yüzde 50 düştü. Haftada 100 ton karkas eti 20 firma alırdı, şimdi 100 ton eti 40 firma zor tüketiyor."
Osman Uluçay'ın anlattığına göre, İstanbul gibi büyük
<#comment>#comment>Biliyor musunuz ki, soframıza gelen pirinç, fasulye, mercimek artık dışarıdan geliyor.
Türk halkı kendi yiyeceği pirinci, fasulyeyi, mercimeği bile üretemez duruma düştü.
Biliyor musunuz ki, soframıza pirincin, fasulyenin, mercimeğin gelmesi için "döviz" ödeniyor... "Döviz!.." Biliyor musunuz ki, tencereye girecek pirincin, fasulyenin, mercimeğin fiyatı dolar ve mark fiyatı arttıkça otomatik artacak.
Biliyor musunuz ki, IMF döviz göndermez ise sadece bankalar batmayacak, halkımız yiyecek pirinç, fasulye, mercimek bile bulamayacak...
Ey Türkiye... Sen bu hallere de mi düşecektin?..
<#comment>#comment>Halk anlatımında fiyat artışı, enflasyon, pahalılık ve fakirleşme aynı anlamda kullanılan kelimelerdir. Halbuki bu dört kelime de farklı durumu anlatır.
(1) Enflasyon nedir?
Para miktarındaki artışın milli gelirdeki artışın üzerine çıkmasıdır. (Sayın okuyucularımızın aklını karıştırmayayım ama, hatırlatmakta yarar var ki, para arzı sadece basılan banknot miktarından ibaret değil. Günümüzde "parasal talebi" oluşturan "para arzı" büyüklüğünün içinde "para gibi alım gücü sağlayan başka araçlar da var.")
Basitleştirerek enflasyonun ne olduğunu anlatayım.
Varsayalım ki, ülkede toplam üretim 4 somun ekmek. Varsayalım ki, ülkedeki toplam para arzı 60 lira. Her gün 4 ekmeğe talep var. Başka da ihtiyaç yok. O zaman ekmeğin tanesi 60 / 4 = 15 liraya satılır.