IMF "evet" der ise faiz de düşer, enflasyon da

3 Kasım 1999


       IMF heyeti Ankara'nın niyetinin ciddi olduğuna inanır ve de Washington'daki IMF "babaları" evet der ise, yılbaşına kadar stand - by anlaşması imzalanır.
       Stand - by anlaşması ile IMF'den gelecek para önemli değil. Önemli olan bu anlaşma ile "yeşil ışığın yakılması" ve de kapanan dış kredi musluklarının açılması.
       Biz şu anda dış krediye "fena halde mecburuz"... Dış kredinin gelmesi faiz ve enflasyonu düşürür. Gelmesi bir yana, geleceğinin belli olması bile yeter...
       İnanmıyorsanız, şu günlerde piyasının durumuna bakınız: Ne oldu da birdenbire faizler aşağıya inmeye başladı? Tek bir şey oldu: IMF'nin yeşil ışık yakacağına ilişkin bir bekleyiş ortaya çıktı... Bu bile yetti.
       Dış kredi bulunması "faizleri nasıl geriletir, enflasyonu nasıl düşürür" bunu sayın okuyucularıma özetleyeyim:
       (1) Bugünkü yüksek faizin ve yüksek enflasyonun ardındaki etken Hazine'nin borçlanma ihtiyacıdır. Hazine borç peşine düşünce, fiyatına bakmadan

Yazının Devamı

10 milyonluk banknot ne ki? Olacaksa 25 milyonluk olsun!

2 Kasım 1999


       Bugünlerde cepte dolanan 5 milyon liralık banknot var ya... İşte o banknot piyasaya çıkarıldığında 1 ABD doları 115 bin Törkiş lira idi.
       Açık anlatımıyla 5 milyon Törkiş liralık banknotun karşılığı 50 Amerikan dolarıydı.
       Şimdi Merkez Bankası piyasaya 10 milyon liralık banknotları salmaya başlayacak. Bugünlerde 1 ABD doları 480 - 490 bin Törkiş lira. Açık anlatımıyla 10 milyon Törkiş liralık banknotun karşılığı sadece ve sadece 20 Amerikan doları edecek...
       Şimddddiiiii... Merkez Bankası eski alışkanlığını sürdürür ve de en büyük Törkiş banknotu 50 Amerikan dolarına eşitlemeye kalkar ise, piyasaya 10 milyon liralık değil, 25 milyon liralık banknot sürmesi gerekecek...
       Daha doğrusu gerekir idi...
       Bunlar 10 milyon liralık banknot ile ilgili "sivri" değerlemeler. Gelelim "gerçek" duruma... Merkez Bankası Başkanı diyor ki, "Dolaşımdaki paranın yüzde 90'ı 5 milyon liralık banknot oldu. Halkımız sadece 5 milyon liralık banknot ile iş

Yazının Devamı

Gökçeler'den Hüseyin Yoran Tariş kapısında sıra bekliyor

1 Kasım 1999


       Gökçeler köyü Milas'ın hemen yakınında. Hüseyin Yoran'ın tarlası dededen kalma. Bölüne bölüne payı düşmüş 50 dönüm. Hüseyin pamuğu toplattı. Balyalattı. Traktöre yükleyip Tariş kapısında sıraya girdi. Sıra numarası aldı. En az üç - beş gün traktörü sırada bekleyecek. Bu arada çiğ - yağmur yağmamalı ki mal ıslanmasın. Islak malı Tariş almıyor. Hele malı bir teslim etsin parayı ne zaman alacağı belli olmaz... Çünkü Tariş'in parası yok.
       Geçen yıl pamuğa Tariş 195 bin lira ödüyordu. Hükümet bu yıl yüzde 18 artış ile fiyatı 230 bin lira olarak belirledi.
       Üretici fiyatı düşük buluyor. Maliyetin 300 bin lira olduğunu söylüyor. Fiyatı beğenmese de, Tariş parayı geç ödese de yapacak şey yok. Tüccar 180 - 190 bin liraya mal topluyor. Buna göre Tariş fiyatı gene de iyi ama, Hüseyin geçen yıl Tariş'ten parasını 30 günde alabilmişti. Tariş'in ödeme fişine baktım. Mal bedelinden vergi stopajı, fon kesintisi, Bağ - Kur kesintisi, sermaye kesintisi, borsaya yardım parası kesilmiş. Kesintiler net ödemenin yüzde 5.5'u oranında.
      

Yazının Devamı

Fransa'da "Cumhuriyet"in simgesi "Marianne"nin yüzü yenileniyor

31 Ekim 1999


       Bizde nasıl Atatürk, İstiklal Savaşı'nın, Cumhuriyet'in sembolü ise, Fransa İhtilali'nin, "özgürlük, eşitlik ve kardeşliğin" simgesi de isimsiz bir halk kadını. Daha sonra "Marianne" ismi verilen bu kadının resmi paralara, pullara basılıyor. Heykeli resmi dairelere konuluyor. Sokakları süslüyor.
       Fransa'da 1792 yılında Birinci Cumhuriyet kurulunca çıkarılan bir kararname ile devlet mühüründen ve devleti temsil eden tüm resim ve belgelerden kralın görüntüsünün silinmesi emredildi. "La France"ın elinde mızrak taşıyan, antik "anonim" bir kadın figürü ile temsili kararlaştırıldı.
       Göğsünü tüm Fransızları korumak için açmış bulunan (bu nedenle güzel göğüsleri ortaya çıkan) başında (Fransızların bonnet dedikleri) iki kulağı kapayan bir "Frigya Külahı" taşıyan anonim (isimsiz) kadın imajı böylece doğdu.
       Aynı yıl Fransa'nın güneyinde yaşayan Guillaume Lavabre isimli bir söz yazarı "Occitane" lehçesi ile bestelediği ve bu isimsiz kahramana övgüler yollayan şarkısına "La Garisou de Marianno" adını verdi. Halkın çok

Yazının Devamı

Nev'den "müze kitap"

30 Ekim 1999


       Çağdaş Türk sanatçılarının çoğunun 2000 eserinin tıpkı basımı Galeri Nev tarafından iki cilt halinde yayımlandı. 1950 - 2000 Türkiye'de Çağdaş Sanat adını taşıyan 1500 sayfalık bu "müze kitap" 70 milyon liraya satılıyor.
       Önce "müze kitap"ın ne olduğunu anlatayım.
       Klasik sanat anlayışında esas olan sanat eserinin orijinaline sahip olmak, orijinalini izlemek. Bunun için koleksiyonerler eser topluyor. Bunun için müzeler kurulup, sanat eserlerinin daha çok kimse tarafından izlenmesine fırsat yaratılıyor. Fakat fotoğrafın keşfi, yeni bir fırsat, yeni bir akım yaratıyor. Sanat eserlerini koleksiyonlardan müzelerde izleyemeyenler fotoğraflarını izleyebiliyor. Röprodüksiyon diye adlandırılan tıpkı basımlarına sahip olabiliyor.
       1947 yılında Andre Malraux isimli bir sanat tarihçisi "Duvarları Olmayan Müze" isimli yapıtıyla, "kitap müze" çığırını açıyor. Bir sanat tarihçisi gözüyle seçme eserleri topladığı kitabın "herkesin satın alıp, evinde bulundurabileceği bir sanat müzesi" olabileceğini iddia ediyor.
  &

Yazının Devamı

Müstemleke iktisadiyatından millet iktisadiyatına

29 Ekim 1999


       1932 yılında, Cumhuriyet'in kuruluşunun 9'uncu yıldönümüne rastlayan günlerde, kasım ayının ilk günlerinde Kadro'nun birinci sayısı yayımlandı.
       Aylık derginin birinci sayısının birinci sayfasında "Kadro Hareketi" şöyle özetleniyordu: "Türkiye bir inkılap içindedir. Bu inkılap durmadı. Bugüne kadar geçirdiğimiz hareketler onun yalnız bir safhasıdır... Bir ihtilal geçirdik. İhtilal inkılabın gayesi değil vasıtasıdır... İnkılap bitaraf bir nizam değildir. Onun içinde yaşayanların, taraftar olsunlar veya olmasınlar, ona intibak etmeleri lazımdır. İnkılap, ona taraftar olanların iradelerine, taraftar olmayanların iradelerinin kayıtsız ve şartsız bağlanması demektir. İnkılabın irade ve menfaati, inkılabı duyan ve yürüten azlık, fakat şuurlu bir avangardın, azlık fakat ileri bir kadronun iradesinde temsil olunur. İnkılabın derinleşmesi demek, her şeyden evvel bu prensiplerin ve onların iradesi olan inkılap ahlak ve disiplininin ileri kadronun dimağından genç neslin, şehir halkının ve köylünün dimağına inmesi ve yerleşmesi demektir."
       Dr. Ömür Sezgin, Kadro

Yazının Devamı

Yasal kurumsal çerçeve olmadan sorunları çözmek imkansız

28 Ekim 1999


       Cumhuriyet'in 76'ncı yılını kutluyoruz. Ne sağlıklı bir ekonomiye, ne de sağlıklı bir demokrasiye sahip olabildik.
       İktisatçı Prof. Dr. Oktay Yenal, Türkiye'de kamu ve özel sektördeki deneyimlerine ek olarak Dünya Bankası görevlisi olarak dışarıdaki birikimlerinin süzgecinde, bizim kapitalist piyasa oyunu ile demokrasi oyununu toplum yararına sonuçlandıramamamızın nedenlerini araştırmış. Diyor ki: "hızlı enflasyon, sorumsuz iç borçlanma, başıboş bankacılık, bozuk gelir dağılımı, devletten kaynaklanan rant ekonomisi, kamu mallarının yağmacılığı, hatta bozulan çevre ve şehir yaşamı gibi artan rahatsızlıkların temelinde, toplum yaşam kurallarının iyi bir çerçeve içinde düzenlenmemiş olması yatmaktadır."
       Prof. Yenal'a göre, Cumhuriyet'i kuran kadronun disiplinci yönetimi, Cumhuriyet'in ilk otuz yılında, iktisadi ulusalcılık hedefleri doğrultusunda, kendi içinde tutarlı bir çerçevede kalmıştır. Ancak Türkiye çok partili rejime geçerken, demokrasi yönetiminin ve piyasa ekonomisinin içinde faaliyet göstereceği yasal, kurumsal çerçevenin ve yargı düzeninin

Yazının Devamı

Türk övün, çalış, güven ...ama "uyuma" (!)

27 Ekim 1999


       Anadolu'da bir deyim vardır "- Bayram değil, seyran değil, eniştem beni neden öptü?" derler ya... İşte o biçim... İsrailliler son zamanlarda bizi çok sevmeye başladı... Biz sevgi gösterilerinden pek hoşlanırız. Birisi bizi öptü mü, neden öptüğünü merak etmeden deli divane oluruz...
       İsrail Başbakanı Ehud Barak'ın deprem barakalarını teslim töreni bahanesiyle yaptığı bir günlük gezi, nerede ise "milli bayram günü" havasına dönüştü.
       Bu İsrailliler de bizi ne kadar çok seviyormuş da haberimiz yokmuş(!). Biz Yahudileri severiz. Beş yüz yıldır Yahudilerle birlikte, mutlu ve de huzur içinde yaşadık. Biz İsrail devletini de severiz. Ama geliniz görünüz ki, son zamanlarda İsrail hükümetlerinde görev alanları bizi bizden fazla sever oldu... Acaba neden böyle oldu?
       Türk kamuoyuna, İsrail Başbakanı Barak'ın Türkiye'ye deprem konutlarını teslim etmek için geldiği mesajı verildi.
       Barak'ın yanındaki heyetten, çantasında taşıdığı projelerden söz eden olmadı.
    

Yazının Devamı