Eskiden "parasızlık başa bela" derlerdi... Günümüzde "para da başa bela" oldu. Ayşe Hanım Teyzem her gün yolumu kesiyor. "- Evladım... Ben paralarımı ne yapayım?.. Bana akıl ver..." diyor.
Ayşe Hanım Teyzem evini satmıştı. Parasının bir kısmı ile bir apartman dairesi almış, oraya taşınmıştı. Kalanı ile de geçinip gidiyor...
-" Aman evladım... Benim paracıklar bir yerlerde batmasın... Enflasyon karşısında sabun gibi erimesin... Ama biraz gelir getirsin ki, evin masrafını karşılayayım..." diyerek dertlenip duruyor.
Ben bilenlere sordum soruşturdum, neyin ne getirdiğini araştırdım buldum... Ayşe Hanım Teyzeme ve de diğer tüm teyzelerime, amcalarıma paracıklarını ne yaparlarsa başlarına ne geleceğini özetleyeceğim.
(1) Eskiden büyüklerimiz paralarını altına bağlardı. Şimdilerde dünyada altın fiyatı artmıyor. Türkiye'de ise altın fiyatı dövize bağlı tırmanıyor. Altın cazip bir yatırım aracı olmaktan çıktı. 1999 yılının ilk yarısında parasını altına bağlayanlar, enflasyon çıktıktan sonra reel olarak yüzde 2.9 kayba uğradı. Bir yıl boyunca altına para bağlayanların kaybı yüzde 15.4'e ulaştı. Altına para bağlamayınız.
Hocaların "bütçe birliği", bütçe bütünlüğü" diye öğrettikleri bir şey vardır. Bunun anlamı şudur: Devletin bütün gelirleri bir çanakta toplanır. Bütün harcamaları o çanaktan yapılır. Böylece giren çıkan para bilinir. Bu çanağa da "Bütçe" denilir.
Geliniz görünüz ki Türkiye'de son zamanlarda bütçe birliği / bütçe bütünlüğü yok oldu. Devletin bütçeye girmeyen bir sürü geliri var. Devletin bütçeden çıkmayan bin türlü harcaması var.
Bütçe açığı rakamı bir şey ifade etmiyor. Açık bu rakamın çok üzerinde. Devletin önemli gelirleri bütçeye girmiyor. Kapanın elinde kalıyor. Kaçırılıyor. Buralardan harcama yapılıyor.
Kamu bankaları, KİT'ler, sosyal güvenlik kurumları, belediyeler, fonlar üzerinden geçen önemli borçlanmalar, önemli harcamalar, önemli borç ödeme taksitleri devletin hesabını altüst ediyor. "Bütçe açığı" gerçek açığı göstermiyor. Gerçek açık "bütçe açığı" rakamının çok üzerinde.
Bu işin doğru olmadığını bilenler yıllardır, bu dağınıklığın önlenmesi için çaba gösterir. Yazar, çizer. (Bunlardan biri de eski bir bürokrat olarak benim...)
Devletin tüm gelirleri ile tüm harcamalarının bir hesapta
Yalıkavaklı Kadriye Hanım'ın yaptığı mis gibi köy ekmeğini zeytinyağı çanağına daldırdım. Zeytinyağı mis gibi... Çanağın içindeki zeytinler de nefis... İkramı yapan Umut Ülkümen'e sordum: "Zeytin ile zeytinyağı da Muğla yöresinin mi?" "- Hayır" dedi. "Zeytin ve zeytinyağı Ayvalık'ta İsmet Önder'in ürünü..."
Önce, "Ayvalık nire, Bodrum nire?" dedim... Sonra öğrendim ki, bilenler İsmet Önder'in "Derman" zeytinlerini ve zeytinyağını taaaa Ayvalık'ta arar bulurmuş. Az miktarda üretilen zeytin ve zeytinyağı kısa sürede tükenirmiş.
İlgimi çekti... Ayvalık'ta İsmet Önder'i buldum... Hikayesini dinledim. İsmet Önder, Çanakkale'nin Biga yöresinden. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi 1964 mezunu. Ayvalık'ta 1967 - 1974 yılları arasında Vakıflar İşletmesi'nde müdürlük yapmış. Vakıflar İşletmesi o tarihlerde Çanakkale, Antalya arasındaki 4 tesisinde yılda 1.500 ton zeytinyağı, 100 ton sofralık zeytin işlermiş.
Ayvalık yöresi zeytinleri "yağlık" zeytinmiş. Körfez bölgesinde, ortalama 150 bin ton yağlık zeytin ürünü alınır, bundan 30 bin ton yağ çıkarmış.
İsmet Önder, düşündükleri ile bürokrasiyi bağdaştıramamış ve teşkilattan
İnsanlar sinirli. Ne yapacağını şaşırmış. Ankara'dakiler siniri bozmak için her gün bir "fişek" atıyor. Konsolidasyon, devalüasyon derken sıra geldi "Para Kurulu" ile kafaları bulandırmaya.
Milleti bankalara hücum ettirip Türk lirasından dövize geçirmek için daha başka neler yapılır düşünün bakalım deseniz, başka "tahrik konusu" bulamazsınız.
Bu kadarı da olmaz!.. Ben bir garip köşe yazarıyım. Benim bile telefonlarım durmaz oldu... İşyerinde, evde zııırrrr... " -Hocam paraları ne yapalım? Hocam dövize mi dönelim? Hocam borsadan çıkalım mı? Hocam devalüasyon ne zaman? Hocam Konsolidasyon olursa bizim kağıtlar ne olur?" Dün öğleden sonra bu sorulara yenileri eklendi: "Para Kurulu kurulacakmış. Sermaye hareketlerine tahdit gelecekmiş. Döviz alım satımı kayıda bağlanacakmış. Bu arada bir de devalüasyon yapılacakmış. Paraları bankadan çekip dövize bağlayalım bağlamasına da... Dövizi ne yapalım? Yurtdışına mı çıkaralım?"
Sayın okuyucularım, "Para Kurulu" sıkı bir para sistemidir. Sarsıcı bir devalüasyondan sonra Türk lirasını ABD dolarına bağlamayı hedef alan bir sistemdir. Merkez Bankası'nın sahip olduğu dolar kadar Türk lirası
İç borç sorununu çözememenin telaşına düşen politikacılar Türkiye'yi konsolidasyona götüremez. Moratoryum ilan edemez. Konsolidasyon denen şey, moratoryum denen şey oyuncak değildir. Sadece ülkeyi batırmaz, bunu yapmaya kalkanları da siler süpürür. Konsolidasyona gitmeyi, moratoryum ilan etmeyi düşünenler neyin ne olduğundan habersiz demektir.
Konsolidasyon demek, koskoca devletin "Ben aciz duruma düştüm. Ben borçlarımı ödeyemiyorum. Gelin anlaşalım... Yarısını ödeyeyim... Yarısının vadesini uzatalım. Faizi kaldıralım... Ya bunları yaparsınız ya da hiçbir şey alamazsınız..." demesidir.
Moratoryum demek, koskoca devletin "Ben iflas bayrağını çektim. Bir kuruş ödeme gücüm yok" diyerek çamura yatmasıdır.
Konsolidasyon yapan, moratoryum ilan eden bir ülkenin, "batmış, iflas etmiş, dükkanı kapatmış" bir tüccar misali "hayatı söner."
O ülkeden kimse mal almaz, kimse o ülkeye mal satmaz. O ülkeye, o ülke halkına kimse kredi vermez.
2000 yılına girerken Türkiye'yi bu duruma kimse düşüremez.
1982'lerin "Kastelli usulü borçlanma sistemi", 1999'larda "repo usulü borçlanma sistemi" olarak ekonomiyi zorlamaya başladı. Biz çabuk unuturuz. Yirmi yıl önceyi hatırlamayız. Eğer böyle olmasa, ikide bir "Tarih tekerrürden ibarettir" diyerek olana bitene kılıf hazırlamak zorunda kalmayız. Tarihin tekerrür etmemesi için Kastelli olayını anlatacağım. Kastelli kendi mi battı, Kastelli'yi sistem mi batırdı hatırlamakta yarar var.
1980'li yılların başında Kastelli, bugün bankaların "repo" adı altında yürüttüğü "kağıt ticareti"ni yapıyordu.
Repo, İngilizce "Repurchase Agreement" deyiminin kısaltılmış şeklidir. Türkçesi "Geri Satınalma Anlaşması" demektir.
Belli bir tarihte ödemeye bağlı olarak (vadeli şekilde) çıkarılan değerli kağıtlar (bunların kısa vadelilerine bono, uzun vadelilerine tahvil diyoruz) kolaylıkla alınıp satılamaz.
Basit olarak anlatayım. Hazine 12 ay vadeli, yüzde 110 faizli bono bastırıyor. Diyelim ki, her bir bono 10 milyar liralık borç senedi halinde.
Cebinde 10 milyar lirası olan ve parasını 12 ay kağıda bağlamayı içine sindiren bu kağıttan satın alır. Ama cebinde 5 milyar parası olan,
Adapazarı'ndan okuyucumuz Sayın Şevket Karaca, "Okur Temsilcimiz Yavuz Baydar'a soruyor: "Yeni çıkan Bankalar Kanunu bize, yani halka ne getiriyor?"
Sayın Şevket Karaca'ya ve diğer okuyucularımıza özetle yeni Bankalar Kanunu'nun halka ne getirdiğini anlatayım:
(1) Yeni Bankalar Kanunu, mevduattaki yüzde yüz devlet güvencesini kaldırmıyor. Bu güvencenin sınırını Bakanlar Kurulu belirler. Bakanlar Kurulu karar değişikliği yapmadıkça yüzde yüz devlet güvencesi devam eder.
(2) Yeni Bankalar Kanunu'nun halkımızı doğrudan ilgilendiren tek maddesi geçici 3'üncü maddesidir. Bu madde ile 1984 yılında batan 3 bankada TYT Bank (Türkiye Turizm Yatırım ve Dış Ticaret Bankası), Marmara Bank ile Impexbank'ta (Türkiye İthalat ve İhracat Bankası) mevduat hesabı olup parasını alamayanlara ödeme yapılmasına imkan sağlanıyor.
(3) Yeni Bankalar Kanunu'nun diğer maddeleri, banka sisteminin daha sağlam, daha güvenli biçimde işlemesini hedef alan düzenlemeleri içeriyor.
Yeni Bankalar Kanunun'nun TBMM'den çıkması şunun için önemli idi:
Bizim yedi otomobil fabrikamız var. Bu yedi fabrikanın üçü, entegrasyonda çok ileriye gitmiş komple fabrikadır. Motordan başlayarak otomobilin her şeyini yapar. Biri orta karardır. Kalan üçü şöyle böyledir.
Bu yedi fabrikanın çevresinde bu yedi fabrikadan ekmek yiyen 700 de küçük fabrika vardır. Bunlar yedi fabrikaya parça yapar.
Otomotiv sanayiine bu ülkenin önemli ölçüde parası bağlanmıştır. Bu sektörde çok sayıda istihdam imkanı yaratılmıştır.
Otomotiv sektörü bu ülkede, tekstil, gıda, beyaz ve kahverengi eşya sanayileri ile birlikte sanayinin bel kemiğini teşkil eder. İşte bu sanayi göz göre göre ölüyor. Can çekiştiğini kimse görmüyor. Gören aldırış etmiyor.
Otomobil üreten fabrikaların yıllık 690 bin adetlik kurulu kapasiteleri var. Zorlama ile bu fabrikaların yılda 1 milyon 200 bin otomobil üretmeleri mümkün.
Geliniz görünüz ki, otomobil fabrikalarımız şu günlerde yüzde 24 kapasite ile çalışabiliyor.